k üstü

Burasını inkar etmek çok zor; son 5 gündür yaşanan olaylar, içinde bulunduğumuz kuşağın tarihindeki en önemli olaylar. İsterseniz buna birkaç çapulcunun geçici hevesleri deyin, isterseniz binlerce kahramanın devrim sancıları deyin, isterseniz sağcı olun isterseniz solcu, isterseniz günlerce uykusuz kalanlardan olun isterseniz rahatça uykuya dalanlardan ama bu hengâme kesinlikle bir kuşağı olumlu veya olumsuz ciddi manada etkileyecek.

Olaylarda kim haklı kim haksız tartışacak değiliz, keza bunu GazeteBilkent’in politika birimindeki arkadaşlarımız yeterli çapta değerlendirmeye çalıştılar. Kimileri olayları Taksim’den veya Kızılay’dan canlı canlı takip ettikten hatta olayları bizzat yaşadıktan sonra kağıtlarına döktüler. Burada değinmek istediğimiz, Guardian’ın yaptığı haber sayesinde tanıştığımız bir kavram:

Bu yaşananlar bir Türk Baharı mı?

Cevap: Hayır.

Evet demek, saçmalamanın daniskasıdır.

Soruya yanıtımızı iki başlıktan değerlendirebiliriz:

1-      Türkiye’de yaşanan bu olaylar hakikaten Arap Baharı’na mı benziyor?

2-     Arap Baharı gerçekten bir “bahar” mı?

İlk olarak, Gezi Parkı için masumane bir protestoda bulunan arkadaşlarımız polisin orantısız gücüne ve siyasi organların neredeyse tamamının kayıtsızlığına maruz kaldılar. Bunlara karşılık olarak, arkadaşlarımız Türk-Kürt, Sağcı-Solcu hatta Göztepeli-Karşıyakalı demeden birlik olarak aslında haklı bir mücadelede bulunduklarını gösterdiler. Medyanın sessizliği, siyasi organların kışkırtıcı açıklamaları onları sonradan haklı bir konumdan daha bıçak sırtı bir konuma getirdi. İşte burada renklerin değişmeye başladığını görüyoruz. Sosyal medyada adeta elektron hızında yayılan doğruluğu sorgulanmamış bilgilerle galeyana gelen arkadaşlarımız toplumdaki farklılıkların nispeten bertaraf olduğu bu olaylarla beraber, üstelik son zamanlarda hükümetin fazla “dediğim dedik çaldığım düdük” tavrıyla oluşan öfkenin bir nevi kurbanı oldular. Haliyle, yeni bir yönetimin getirilebilir olduğu inancıyla bu olayı adeta bir devrim, bir Türk Baharı olarak adlandırdılar. Yani Arap Baharı’nın gerçekleşmesine vesile olan unsurların benzerlerini (bana kalırsa sadece bir tezahürünü) gördüklerinden böylesine bir adlandırmaya giriştiler.

 

Ancak Arap Baharı’ndan farklılık arz eden birçok unsur bulunuyor şu anki olaylarda. Eminim, çoğu kişi bu satırları okuduktan sonra iyi ki de Arap Baharı’na benzemiyor diyecektir. Bir kere gerek Libya’da gerek Suriye’de gerek Yemen’de Arap Baharı adı altında gerçekleşen olaylarda “eylemciler” kavramı medyada kendini “isyancılar”, muhalifler” gibi kavramlara bırakmıştı. Ancak şu an, olayların en yakın takipçisi olarak Halk TV bile bu kavramları kullanmıyor. Nitekim kullanmamakta haklılar çünkü bu kavramları kullanabilmesi için “eylemciler” denen kitlenin, silahlanması ve işin içine artık bir iç savaşın girmiş olması gerekiyor. Ancak böyle bir durum –şimdilik, çok şükür- söz konusu değil. Böyle bir kavram değişimi de gerçekleşmesin isteriz keza bu olaylar Libya’da, Mısır’da, Yemen’de onlarca kişinin canına mal oldu, Suriye’de de olmaya devam ediyor.

Ayrıca yine Arap Baharı’nın Mısır ayağına bakacak olursak, Tahrir’e inen halk belli bir yerden sonra ordu tarafından destek görmüştü ve kısmen daha rahat davranabilen Mısır medyası ve uluslararası medya sayesinde Mübarek’in istifası gerçekleşmişti. Üstelik, istifadan önce Mübarek’e ülke dışından birçok baskı ve eleştiri gelmişti ve 30 yıllık rejimin meşruiyeti tartışılır durumdaydı. Ülkenin ekonomik durumu büyük sancılar geçirirken, siyasi anlamda da özellikle Müslüman Kardeşler gibi arkasında büyük bir kitle olan siyasi güçler, yoğun baskı altındaydı.

Türkiye’yle bu yaşananları kıyaslayacak olursak, öncelikle Tayyip Erdoğan’ın 11 senelik yönetimi Hüsnü Mübarek’in 30 senelik yönetimi bakımından “süre anlamında” daha makul gözüküyor diyebiliriz Bu makul olmaya Libya’da Kaddafi’nin 40, Yemen’de Salih’in 32 senelik yönetimini de dahil edin, sanırım daha somut bir noktaya varmış olabiliriz. Yani Arap Baharı denen olay, en az 30 sene yönetimde kalan yöneticilere karşı gerçekleşmiş bir olaydır, bir diğer deyişle “diktatörlüğün” ve “statükonun” yerleşmesi için yeterli bir süreye kavuşmuş bir ortama karşı gerçekleşmiş bir olaydır.

Üstelik Mısır’da ordu halka belli bir yerden sonra destek verirken Türkiye’de böyle bir durum henüz yaşanmadı. Hatırlanacağı üzere ordu Mübarek zamanında iyice özerk bir konuma geçmişti ve ciddi manada ülke kararlarından söz sahibi oluyordu. Oysa Türkiye’de son zamanlarda ordunun ülke içindeki gücünde ciddi bir azalma olduğunu zaten gündeme gelen birçok davayla kendi gözlerimizle gördük. Ordunun muhtemel desteğinden yoksun bir hareketin de ne kadar “Arap Baharı”na benzeyeceği de tartışma konusudur.

Müslüman Kardeşler’in de Tahrir’deki halkın galeyanından fırsatçılık yaparaktan başa geçmesi, aslında Türkiye’de –en azından yaşanan bu olaylardan akıl yürütebileceğimiz üzere- gerçekleşmesi pek mümkün olmayan bir olay. Müslüman Kardeşler, uzun zamandır siyasi yasağa uğramış olmasına rağmen önemli ölçütte kadrolaşmış, yetişmiş elemana sahip bir siyasi hareketken, Türkiye’de bu boşluğu doldurabilecek bir alternatif hareket şimdilik gözükmüyor. Hele ki CHP ve MHP gibi partilerin halkın gözündeki “yetersizliği” söz konusu olursa.

İkinci olarak, Arap Baharı denen kavramı yeterince irdelemeden Türk Baharı kavramını dile getirmek Arap Baharı’nı sanki güllük gülistanlık bir olaymış gibi göstermekle gerçekleşiyor. Halbuki burnumuzun dibinde Suriye’de yaşanan olaylar, artık meselelerin “bağımsızlık mücadelesi” adına her şeyin mübah kılındığının göstergesidir, bunlara terör olayları, eli silahlı şekilde ülkeye demokrasi getireceğini zanneden insanlar da dahildir. El Nusra örgütünün varlığı, muhaliflerin ayrışık noktaları aslında işin içinde fazlaca kirli noktaların bulunduğunu gösteriyor.

Bir diğer örnek olarak, Mısır’da yönetime geçen Müslüman Kardeşler destekli Hürriyet ve Adalet Partisinin Kıptilere karşı baskıcı politikaları. Bu politikalar göz önünde bulundurulursa aslında Arap Baharı denen olayın herkese bahar getirmediğini de anlayabiliriz. Tahrir’e Müslümanlarla beraber inen Kıptiler, ülkedeki baskıcı rejimden Mübarek dönemine nazaran artık daha fazla şikayetçi. Öyleyse, Mısır’daki baharın kimin baharı olduğu sorusunu da sormak elzem oluyor.

Bir diğer örnek olarak, Libya’da Kaddafi devrildikten sonraki karmaşık ortam. Libya’ya dış güçlerin desteğiyle özgürlük (!) getirilmesine rağmen ülkede henüz istikrar arz eden bir yönetim sağlanamamış durumda. Üstelik, Kaddafi’nin muhaliflerce yakalanıp linç edilmesini gösteren kan dondurucu görüntüleri hatırlarsak da, aslında Libya’ya daha baştan bir baharın gelmediğinin göstergesidir. Yani özet geçecek olursak, Libya-Mısır- Suriye ve Yemen gibi ülkelerde olanları eğer Arap Baharı adı altında “pembeleştirirsek” ve Türkiye’de olanların da böylesine pembe bir havada gerçekleşmesini umarsak çok ciddi şekilde yanılmış oluruz.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz, Türk Baharı denen kavram her ne kadar Arap Baharı’na benzer olayların yaşanmasından dolayı dile getirilse de aslında Arap Baharı’nın tam olarak bilinmemesinden ve Türkiye’de yaşananların Arap Baharı’nda yaşananlara kısmen benzetilmesinden kaynaklı ortaya çıkmıştır. Ancak bununla beraber, çıkan bu kavram doğruluk arz etmemektedir ve ülkede olanları bu kavrama sıkıştırmak, ülkeye daha doğru bir yönetim veya daha doğru yolda ilerleyen bir gençlik getirmeyecektir.

 

Leave a Reply