‘’Bizim üniversite olarak duruşumuz her zaman tüm fikirlere açık olmak ve herkesin kendisini rahatlıkla ifade edebileceği bir ortamı oluşturabilmek.” demişti bundan yaklaşık dört ay önce Sayın Rektör Abdullah Atalar.

Bu yazıyı bu ilkesinden uzaklaşan ve belki de onu unutan Bilkent üniversitesi yönetiminin, öğrencilerine uygulamakta olduğu yakışıksız muameleye ithafen yazıyorum.

bilkent hukukBugüne kadar birçok siyasetçiyi, devlet adamını eleştirmiş olduğum yazılarımda amacım görülmeyenleri ve satır aralarını paylaşmak olmuştu hep. Bu yazılarımı yazarken vatandaşı olmaktan gurur duyduğum güzel ülkemin geleceğinden, sadece kendimin değil yanımdaki arkadaşımın özgürlüğünden, hep birlikte adaletsizliğe maruz kalma olasılığımızdan ve böyle bir durumda kendimizi aklayamayacak olma durumumuzdan endişe duymadığım bir günümün dahi geçmediğini fark ettim. Fakat beni derin bir karanlığa sürüklenmemden alıkoyan bir şey vardı: Kendisininkinden tamamen farklı ideolojide olan fikirlerimi paylaştığım Bilkentli arkadaşımın beni anlayabilmek için gösterdiği çaba ve fikrime duyduğu saygı, onay değil ama saygı…

Yazıma belki de en çok benim eleştirdiğim ‘apolitik’ Bilkent öğrencisi algısını yıkmamı sağlayan, hatta mübalağasız yerle bir eden gazetedeki çalışma arkadaşlarıma ve Politik Düşünce Kulübü’nün üyelerine teşekkür ederek ve bu yazıya konu olmalarından ötürü kendilerinden ve ‘yan sınıfımızda’ bulunanlardan özür dileyerek devam etmeyi uygun buluyorum.

Üç hafta önce ilk toplantısına gittiğim PDK’nın B206 no’lu sınıf kapısında ellerinde telsizlerle bekleyen üç güvenlik görevlisiyle karşılaştım. Bir hayli dikkat çekici ve sebebini anlayamadığım bir şekilde oldukça rahatsız edici olan bu hadiseyle daha önce katılmış olduğum hiçbir kulüpte karşılaşmamıştım. Fakat nedense, sebebini hiçbir şekilde merak etmedim ve bunu sorgulamadan yerime oturdum.

Aradan geçen üç haftada gözlem yapmaya karar verdim. Her hafta aynı saatte orada bulunmaları tesadüf müydü, yoksa orada olmalarının belli amacı mı vardı?

İşte bu yazıyı yazmama neden olan bundan üç gün önce öğrendiğim bir gerçeklik oldu: O görevliler orada tesadüfen durmuyordu, birilerini birilerinden koruyorlardı…

Her hafta aynı saatte o katta bulunan sadece bizler değildik, yan sınıfımızda bir ders daha vardı ve bu ders son derece sıradan olması gereken bir dil dersiydi. Bana göre bu dersi sıradan yapmayan -belki de yapmak istemeyenler yüzünden sıradan olamayan- sadece saatleriydi.

Bu ders, derslerin bitiş saati olan 17.30’da başlayan, kapısında bir değil, iki değil, üç güvenlik görevlisinin beklediği ve açılışını tesadüfen “Demokratikleşme Paketi ve Kürt Sorunu” tartışma

Üniversitelerde Kürtçe derslerinin açılmaya başlaması farklı tedirginlikleri beraberinde getirdi.

Üniversitelerde Kürtçe derslerinin açılmaya başlaması farklı tedirginlikleri beraberinde getirdi.

konusuyla yapan Politik Düşünce Kulübü’yle yan yana bulunan Kürtçe dersiydi.

Şu noktadan sonra söylenecek pek fazla bir şey yok esasında. Durum ortada: Bir olay çıkmasından çekinen üniversite yönetimi “tedbir” amaçlı üç güvenlik görevlisi atamıştı ve” tedbir” amaçlı 17.30’a almıştı dersleri. Olur ya, ben gaza gelip yan sınıfa, özür dileyerek söylüyorum, dalabilirdim Kürt Sorunu konuşulurken ya da Kürtçe dersi alan arkadaşım konuşulanlardan rahatsız olup, amiyane tabirle, kulübü basabilirdi.

Çok şükür ki, üniversitemizin duruşu hepimizin kendimizi rahatlıkla ifade edebileceği bir ortamı oluşturabilmemize destek veriyor’muş. Ancak nasıl ve ne kadar rahat ifade edebileceğime karar verme mekanizmamı kontrol altına almaktan da kaçınmıyor bu duruş.

Bu uygulama o saatte bir dil öğrenmek adına orada derste olan arkadaşlarıma, yan sınıfta politika üzerine tartışmalar yapan bizlere ve o saatte oradan geçmekte olan bütün Bilkent öğrencilerine hakaret niteliğinde bir

uygulama olmaktan öteye geçemiyor. Bu okuldaki üçüncü senemde belki de en büyük hayal kırıklıklarımdan birini yaşıyorum, içinde bulunduğumuz siyasi dönemin kamusal alanında elde edemediğim birçok özgürlüğe gelecekte sahip olabileceğim umudunu veren okulum, karanlığa sürüklenmeme sebeplerimi zedelemeye çalışıyor.

Şafak Pavey’in çok konuşulan meclis konuşmasında da dediği gibi: “Özgür bir hayat çok zor bulunur ama çok kolay kaybedilir.

Şimdi hepinize soruyorum, sizce bu kadar kolay mıydı özgürlüğümüze müdahale edilmesi?

 

 

Leave a Reply