Elleri zincirli, başları eğik art arda yürüyen bir grup zayıf esmer adam ve başlarında düzeni korumak için bekleyen elinde kırbacıyla iri yarı bir adam… Sizin de kölelik denildiğinde gözünüzün önüne Hollywood filmlerinden hafızanızda kalmış bu görüntüler geliyorsa siz de bendensiniz. Akla neden cariyelerin, harem ağalarının, Osmanlı’daki köle sisteminin gelmediğiyse belki kültür emperyalizmi ile ilgili başka bir yazıya konu olur; ama filmlere dönecek olursak, ayakları çıplak esmer adamların kırbaçlanışı öyle doğal bir sahne ki aklımıza yerleşmiş, filmden çıkarsalar sahneyi “ya orada bir köle kırbaçlama sahnesi olmalıydı bence, zincir sesleri falan, böyle çok kuru kalmış” diyebilecek haldeyiz çoğumuz. Kölelik sadece filmlerde gördüğümüz bu imajsa bizim için, insan haklarıyla beslenen özgür bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorsak, esmer adamlar artık zincirlere bağlı değilse, gerçek hayatta filmlerin karşılığı yoksa, yaşasın kölelik çoktan bitip tarih kitaplarına karıştıysa… Peki o zaman şu bahsettikleri modern kölelik de ne?

Modern kölelik önce Katar’ın Dünya Kupası hazırlıkları sırasında zorla çalıştırdığı işçilerin korkunç çalışma koşulları ile tekrar gündemimize geçtiğimiz ay düştü. Şimdi ise geçtiğimiz hafta açıklanan bir araştırmanın sonuçlarıyla modern kölelik kavramını derinlemesine bir kez daha -bazılarımız ise ilk defa- düşünme fırsatı bulduk; üstelik bu kez yüzümüze vurulan kendi gerçeğimizdi: Türkiye’de 110 bin kişi köle statüsünde yaşıyor.  Modern kölelik kavramına atfedebileceğimiz birbirinden acıklı başka milyonlarca farklı hikaye, binlerce durum, onlarca ülke sayabiliriz; en çok karşılaştığımız tanımlar ise işçilerin ağır çalışma koşulları ve çocuk işçiler, insan ticareti ve aslında modern insanın en çok bahsetmeyi sevdiği bir diğer konu, bilgi ve yetenek emperyalizmi ya da öteki popüler deyişle kapitalizm. Eğer siz de bunları herhangi bir Hollywood filminden hatırlıyorsanız, bendensiniz. Modern kölelik kavramı zincirlere vurulu köleliğin insan hakları kavramının güç kazanmasıyla yavaş yavaş sona ermesinden sonra oluşan ve günümüze kadar gelen ağır çalışma koşullarının, düşük hayat standardının ve de onca yasaya onca anlaşmaya rağmen ‘bazı’ ya da ‘çoğu’ insanın gerek iş gücü gerekse bilgi ve yetenek açısından sömürülmeye meşru vaziyette devam edilmesidir diyebiliriz.

Çocuksun Sen Çocuk Kal

images

Çocuk işçiler tüm dünyanın kanayan yarası…

Bir habere göre 10 milyon, bir diğerine göre 160, ötekinin dediğine göre ise 215 milyon… Vicdandan süzülüp rakamlara indirgenmiş çocuk işçilerden, modern köleliğin en can acıtan kısmından bahsediyorum. Ve akıllara muhtemelen Uzak Doğu’da ünlü bir markanın fabrikasında çalışan sersefil çocuklar geliyor, örnekleri yine çok uzaklarda arıyoruz. Çünkü bizim mendil satan, cam silen, tartısıyla yol başında bekleyen, kot taşlayan küçük modern kölelerimiz sadece “bu çocukların anaları babaları…” ile başlayan bir cümle yakınlığında olduğundan bize çok egzotik gelmiyor olabilir. Ya da bir adım öteye gidip sınırı geçtiğimizde karşılaştığımız manzara daha yıkıcı bir hal alsa da savaşın olağanlaşan klişeleri bize her zamankinden ilginç gelmiyor. Suriye’de iç savaşın ortasında çocuklar silah fabrikasında çalışıyor. Ne ayaklarında sahici prangalar var, ne de iki yüz yıldır hayattalar. Modern çağın modern köleleri onlar, oyuncaksız çocuklar erken büyüyüp genç yaşta ölmek zorundalar.

Kelepir İnsan Var, Gelsene

Adam çok sevdiği biricik kızını Avrupa’ya tatile yollar, başta her şey güzeldir, kız kalacağı eve girer, kendisini takip eden adamın farkında değildir ki zaten çok geçmez ve insan tacirleri tarafından kaçırılır. Babası eski ajandır, atlar uçağa gider, şehri birbirine katar, biricik kızını son anda kurtarır. Senaryo tanıdık geldiyse eğer, bendensiniz. Film boyunca zorla uyuşturucuya alıştırılan güzel genç kızlar, izbe evler, Doğu Avrupalı insan tacirleri ve bol bol da zengin esmer adama maruz kalırız. Bunlar dışında insan ticareti deseler tek bir başka görüntü gelmez benim gözümün önüne. Gerçek hayatta ise buna ekleyebileceğimiz yine binlerce farklı hikaye ve bir dolu da farklı ülke bulabiliriz. Çin’de 3 hamile kadını satın alıp bebeklerini satmaya çalışan adam; Somali’de bir kampta organ ticareti ve insanlar üzerinde illegal deneyler yapıldığı iddiaları;

images (1)Iğdır’da yakalanan tacirlerin kaçakları yakıt depolarında ülkeye sokmaları; tehditle fuhuşa zorlanan kadınlara yapılan işkenceler; kaçırılan çocuklar bunlardan sadece birkaçı. Yeraltı hayatı diye tabir ettiğimiz bu hayattan bize yansıyan üç beş fotoğraf karesi ve sansasyonel haberin dışında bir de senede bir veya iki defa mecliste gündeme gelen insan ticaretiyle mücadele yolları, yasa tasarıları ve vicdana da suya sabuna da dokunmayan istatistikler.

 Modern kölelik kavramını başka bir açıdan ele aldığımızda eğer kulaklarda yankılanan ses “hepimiz sistemin kölesiyiz” diye bağırıyorsa, benden değilsiniz. Çünkü bu yazıya kadar konuya hiç bu açıdan bakabilmeyi beceremedim. O zaman, bir modern kölelik tanımı der ki ;

fotoğraf

Tüm dünyada fırsat eşitliği ve insanların yaşam standartları arasındaki büyük farklılıklar önemli sorunları beraberinde getiriyor.

tüm maaşlı çalışanlar, işçiler, memurlar aslında birer köledir. Boynunda demir zincir yoktur ama adının başında bir unvan vardır; sahibi yoktur ama çalıştığı şirketin patronunu zengin eder; adı vardır ama yeteneği, bilgisi ve becerisi daha önde gelir. Maaşına tabi hayatı ile kölesi olduğu zevkleri dengede tutmaya çalışarak geçirdiği bir ömrü vardır. Tepesinde şaklayan kırbaç değil de şirkettekilerle rekabettir, evde bekleyen ailedir, aç karındır, yaklaşan kıştır, güzel evlilik hayalleridir, yeni model bir arabadır, hırstır, paradır. Modern köle bunları kendinin istediğini zanneder, ama bunlar aslında bu ihtiyaçları yaratan sistemin dayatmasıdır. Ve neredeyse her evde en az bir modern köle vardır. Prangalı kölelikten pek farkı yoktur modern köleliğin, belki tek fark ilkinde köle olduğunu bilirsin ikincisinde özgür olduğunu zannedersin’dir.

 

Modern kölelik adı altında saydığım üç farklı durumun aynı sistemin parçası olduğunu ve birbirini tamamladığını pek ala biliriz. Kölelik kavramının biçim değiştirerek ama ölmeden bugünlere kadar geldiğini de biliriz. Gözlerimizin hep filmlerden, kitaplardan, gazete manşetlerinden aşina olduğu durumlar hep uzak yerlerde yaşanıyormuş zannederiz. Kadın ticareti denir, hemen filmden bir kare aklımıza gelir; memurların mağduriyetinden bahsedilir hemen göz önünde sıkıcı devlet dairesi belirir;  işçi ölümü derler Tuzla’daki tersaneleri düşünürüz. Kaçımız sıkıcı devlet dairesi görmüştür ya da Rusya’da bir insan taciriyle tanışma fırsatı bulmuştur bilinmez, bildiğimiz biz de nihayetinde bu sistemde birer modern köleyiz. Hiç köle değilsek bile belki aşığızdır, belki sigara tiryakisiyizdir, belki hırs küpüyüzdür ya da pes atmadan uyuyamıyoruzdur. Benim kabul ettiğim tek gerçek ise bu sistemden bir şeye köle olmadan sıyrılamadığımızdır.

Leave a Reply