Dünyanın neresinde olursa olsun, birileri çıkıp “Ben şu kadar sene çalıştım, şu kadar kilometre yol yaptım!” derse, diğerleri de çıkar, önce bir tebrik eder. Bu, insaniyetin ve vicdanın bir gereği ve getirisidir. Hele bir de yapılan bu yol kıtaları birleştiriyor, çilekeş hayatları bir nebze de olsun kolaylaştırıyorsa, tebrikle beraber, hiç olmazsa bir de alkış beklenir. Yapılan iş alkışlanır, gerisi ondan sonra konuşulur.
Ancak mevzu bizim memlekete gelince, işler birazcık değişiyor. “Klişe klişe konuşma lan, değişik!” diyenler sakin olsunlar. Vallahi laf olsun diye söylemiyorum. Daha memlekette adam gibi otoyol yokken, adamın biri çıkıp, “Ben bir cadde yapacağım, adı da ‘Vatan Caddesi’ olacak. Öyle böyle bir cadde olmayacak, 60 sene sonranın ihtiyacını karşılayacak” dedi. Demez olaydı! Öteki çıktı: “Hayrola, uçak mı uçuracaksın caddenin ortasında?” dedi, çapsızlığın sınırlarını zorlayarak. Çok değil, 15 sene sonra başka biri, “Ben Beylerbeyi’nden Ortaköy’e uzanan bir köprü yapacağım, İstanbullu vapur derdinden kurtulacak. Zaten şunun şurasında 10 sene sonra her yer otomobil olacak. İstanbul dar gelecek. Vatandaş rahat eder.” dedi. Bizimki yine çıkıp: “Boğaz Köprüsü değil, ‘gösteriş köprüsü’. Çok af edersin ‘rant köprüsü’… “dedi. Bir on sene kadar sonra başka biri çıktı, “Beyler ben özel teşebbüsü serbest bıraktım. Memlekete şu kadar baraj yapacağım. Kendi elektriğimi kendim üreteceğim. Benim de siyasi ideolojim bunu söylüyor arkadaş!” dedi. Bizimki yine boş durmadı: “Bunlar memlekete yolsuzluğun tohumunu ektiler! Yatacak yerleri yok.” dedi. Hey gidi hey!
Azıcık düşünsem, azıcık karıştırsam, nereden baksan beş misli daha örnek çıkar ama çok da uzatmanın alemi yok. Gelelim bugüne… Adam harbiden de çıktı: “Sözünü seneler öncesinden vermiştim. Şu kadar sene çalıştım, şu kadar kilometre metro yaptım. Hem de boğazdan tüp tünel geçirdim, Asya’yla Avrupa’nın ‘Avrasya’ olmasına bir omuz da ben verdim. Eşek olsa dile gelir.” dedi. Bizim müzmin muhalif çıkıp: “Cumhuriyet Bayramı’nda açılış mı yapılır canım?” dedi. Komik olduğunu fark edince: “Asya’yla Avrupa’yı Ruslar zaten demiryoluyla bağlamıştı.” dedi. E o da yersiz oldu: “Zaten bugün yarın arızalanacakmış. Kesin bilgi!” diye balçıkla sıvamaya çalıştı. İşin garibi; alet ilk gün arızalandı arızalanmasına ama bizim muhalif ‘Bu çok gitmez. Daha sağlam bir şeyler bulmam lazım’ deyip: “Duayla açılış mı yapılır? Nerede yaşıyoruz?” kartını denedi. Bu sefer de öteki çıkıp: “İyi ama Gazi Mustafa Kemal Paşa da meclisi kurbanla, duayla açmıştı.” deyince “Peki ya kesilen ağaçlar?” diyesi geldi bizimkinin. Onu demedi Allah’tan. Sessiz düşünmüştü. Baktı, diyecek başka bir şey kalmadı; kötü gün dostu aforizması, “İyi ama rant?” çıkıverdi ağzından. O da rahatladı, biz de rahatladık.
İşin şakası bir yana; elle tutulur tek karşı-argümanın rant meselesi olduğu âşikar. İyi de güzel kardeşim! Muhalefet etmenin, muhalif olmanın da bir adabı, bir ağırlığı yok mu? Muhalefet etmek hayatının kaderi de olsa, muhalefet müessesesine karşı sorumluluğun olduğunu neden unutuyorsun? Muhalefet kurumunu siyasi hesapların ve kaprislerin için istismar edersen, muhalefetin ve muhalif olmanın şerefi, haysiyeti, karakteri nerede kaldı? Keşke sen muhalif olarak, vazifeni hakkıyla yerine getirmiş olsaydın da, yenildiyse garibanın hakkı, birlikte savunsaydık. Ama sen de haklısın; alışmadık kıçta don durur mu hiç?