Karl Popper, bugün karşılaştığımız birçok olaydan sonra adını dilimizden düşürmediğimiz komplo teorileriyle alakalı oldukça ağır bir benzetme yapıyor ve bu yaklaşımı bir nevi modern şirk, modern bir putperestlik örneği olarak niteliyor. Popper’in aklındaki kontrol edilemez tarih akışına karşı şekilde, insanların hayatlarında istedikleri gibi değişimler ortaya çıkarabilen, tarihi çekip çevirebilen, rahatça kontrol edebilen, keyiflerine, çıkarlarına göre yönlendirebilen, hiçbir diyalektik temele dayanmadan sonuca varabilen, tamamen kolaycı bir olağanüstü güç tasavvuru, gayet bir ilahlaştırma eğiliminin tezahürü olarak gözüküyor. Fesatlıkları Troya Savaşı’nın tarihini açıklayan Homeros tanrılarına artık inanılmıyor diyor Popper, Tanrılar bir tarafa kondu ve onların yerini güçlü insan ya da gruplar aldı.
Olumsuz olarak yorumladığımız hemen her toplumsal etkisi olan olayı düşmanlarla, ‘dış mihraklar’la açıklamak gibi ulusal bir refleksimiz var. Özellikle son günlerde bu refleksi daha yoğun gözlemlemek mümkün olduğu gibi, bunun öncesinde de, bilhassa son 20 yıl içerisinde ülkemize dair etkileri rahatsız edici olan her gelişmeyi bu şekilde görmek, komplolarla ilişkilendirmek artık politik bir geleneğimiz. Gündemle alakalı bir haber metninde New York Times editörleri, Başbakan’ın “dış güçler” açıklamalarıyla alakalı, “Krizle karşılaşan Türk politikacılarının geleneksel stratejileri…” ifadelerinde bulunmuştu. Yabancıların da artık kanıksadıkları bir durum oldu bu.
Sosyal, siyasi ve iktisadi olayları kanıttan ve geçerlilikten tamamen uzak bir şekilde, adeta bir ilah güce addeden, her şeyi kontrol edebilir bir dış mihrak düşüncesi, maalesef damarlarımızdaki tembelliğin apaçık bir yansıması. Karşılaşılan olumsuz durumu çok pratik ve berrak bir yolla çözmek, rahatlıkla izah edebilmek insanları doğal olarak işin derinliğinden uzaklaştıryor. Yani komplo ile açıklanan olumsuz durumun çözümü için herhangi bir tahlil uğraşına girilmiyor. Bu durum bizi çözümü aramaktan çok, bir tatmin hali ile çözümsüzlüğün yorumlarıyla kendimizi oyalayan, avutan bir hale büründürüyor.
Muhakkak ki, devletlerin, örgütlerin ve cemiyetlerin planları, programları, hedefleri vardır. Ve bu önemli yapılar hedefleri doğrultusunda adımlar atarlar. Bu adımlar ulusal olduğu gibi güce bağlı olarak uluslararası da olabilir. Güçlü bir ülke, gücünden emin olabilmek, gücünü sağlama alabilmek veya onu artırabilmek için başka ülkelerin içişlerinde fırsat kollayabilir. Bunlar dünya siyasetinde yeri ve örnekleri olan durumlardır. Şunu söylemek istiyorum, “siyasi ve içtimai olayların arkasında birileri yoktur ve bunların hepsi zamanın akışı ile ortaya çıkan, tamamen doğal olaylardır,” demek ne kadar gülünçse, “bütün bu olayları, şaşmaz, yanılmaz ve yenilmez kadir-i mutlak güçler rayına koyuyor, onlar planlıyor, ve bu olaylar onların istekleri doğrultusunda gerçekleşiyor,” demek de o kadar gülünçtür.
Kısacası, her zaman var olacak olan toplumsal çatışmaların olağanüstü güçlü olarak addedilen dış etkenlerle açıklanması bize hiçbir şey kazandırmaz. Üstümüzdeki ezik, pasif, çaresiz ve zayıf damgalarını daha da kabarıklaştırır. Çözümden ve uzlaşıdan alabildiğine uzaklaştırır. Çatışmaların dindirilmesi, uzlaşmanın tesis edilmesi, ahenkli bir yapıya kavuşulması için gerekli olan, olguların sabırla araştırılıp anlaşılması için çaba harcanması, tahlil için uğraş verilmesi gibi hayati durumları ortadan kaldırır. Her şeyi sığ ve konformist bir bakış açısıyla ele alan, çözüm ve uzlaşı için hiçbir çabaya girişmeyen bireylerden müteşekkil bir toplumun, ileriye gitmektense daha güçlü ülkelerce yönlendirilmesi, bağımlı hale getirilmesi ve geriye doğru emin adımlarla gitmesi, kendi anlayışlarından ötürü hak ettikleri doğal bir durumdan başka bir şey değildir.