Narsist Bir Suç Olarak Ötekileştirme

ötekileştirme-bir-ritüeldir

 

 

Yalnızca sosyal hayatımızda değil kendi öznel alanımızda cereyan eden içsel yaşantımızda da–ki bunlar birbirlerini tamamlayıcı mahiyette fazlaca etkileyen unsurlardır, biz farkında olsak da olmasak da en derin ayrıntısına kadar yer edinebilmiş bir kavram olarak ötekileştirme, varlığımızı doğrudan muhatap alan geniş ve kudretli kapsamıyla üzerinde düşünülmesini ve tartışılmasını gerektiren bir durumdadır ve doğal olarak sürekli gündemimizde olmak gibi bir niteliği haizdir. Ötekileştirmenin patolojik doğası bu yazının hedef noktasıdır. Kamusal alana (başta belirttiğim üzere yalnızca kamusal alan bu fiilin hayat bulduğu zemin değildir) dair mevcut olan en problemli meselelerden biri olan ötekileştirici faaliyetlerin, toplumsal yaşam üzerindeki tesiri, mutasyonu sonucunda iyice bağışıklık kazanmış ve vücuda olan direnişini kararlılıkla sürdüren güçlü bir virüsün vücut üzerindeki tesiri ile çok yakın bir çizgidedir; normal değildir, yıkıcıdır ve bir hastalıktır.

Bu toplumsal hayatın dinamiklerini ve her türlü dayanışma ile filizlenmiş heterojen kültür yapısını temelinden hedef alan ayrımcı ötekileştirme faaliyetinin bir hastalık olduğunu iddia ederken psikanalizin ilhamından, yardımından ve aydınlatıcılığından yararlanmak işimizi şüphesiz kolaylaştıracaktır. Psikanalizin insan kavrayışı bize başlı başına ruhsal hastalıklara yazgılı bir çerçeve çizdiği için konumuzla yakından ilintilidir ve çocukluğundan itibaren başlayan gelişim süreci boyunca kişinin ötekileştirici fiillere hangi koşullar ve nedenler altında giriştiğine dair söyledikleri ile yolumuzu aydınlatır, ufkumuzu açar. Ötekine olan bakışı ile kendi içsel dünyasından büyük parçaları deşifre eden insan, psikanalitik araştırmanın öznesi olarak, bilinçdışının üzerindeki yönlendirici etkisiyle fiillerinin sorumluluğundan kaçabilmek durumunda değildir.

Freud’un rehberliğinde, ötekileştirme fiilinin hastalıklı bir yapı arz ettiğini belirtirken nasıl evreler içinde bu son patolojik noktaya geldiğini anlamamız bize yeterli cevaplar vermekle birlikte önemli sorular da hediye edecektir. Bu sürecin hastalıklı addedilmesi nevrotik çehresinden dolayıdır ve bu durumdan ötürü de aslında cevaplarımız nevrozun doğasında saklıdır. Kültürün, uygarlığın, arzuların, travmatik çocukluk anılarının rol oynadığı pek çok etken kişiyi nevrozun kıyılarına götürür ve bastırmalarla ve tatmin edilmemiş yoğun isteklerle dolu ruhsal aygıt bu kıyının müdavimi bir konum edinmeye başlar.

Güçsüz ego yüzünden dar bir algıyla sürekli kendisini tehlike altında hisseden ve abartılı savunma mekanizmaları ile dünyasını siyah ve beyaz olarak iki net ayrılma bölüp tabi tutan ve tüm dikkati kendi üstünde toplayan kişi bütün varlığı nevrozlu bir zihine mesaj yollayan gözlerle seyreder. Onun dikkati yalnızca kendi üstünde toplaması, yalnızca kendi umutları ve sorunları üzerine yoğunlaşıyor olması salt bireysel manada anlaşılamaz; aslında o egosunun sürekli tehlike altında olduğunu hissettiği manik halet-i ruhiyesinde kendisine el uzatan herkesi bir çemberin içine alır. Tehlike durumundan ötürü kendi içinde bulamadığı güveni çevresinden talep eder ve bu talebi karşılayan herkesi abartılı bir sahiplenme ile bağrına basar. Bu talebe aksi yönde karşılık veren herkes ise tehlike durumunun doğal bir yanıtı olacak şekilde tehdit olarak algılanır ve ego tarafından aleyhinde korku ve kibir temelli savunma mekanizmaları geliştirilen insanlar olarak nevrozlu kişinin sosyal dünyasına dahil olur. Nevrotik kişi, hastadır; kişisel ve tedavisi zor olmayan hastalığını, sosyal ve tedavisi kuşaklara mâl olma zorunluluğu taşıyan derin zihniyet ve algı devrimleriyle mümkün olacak zorluktaki bir hastalığa dönüştürür. Ötekileştirir ve içindeki, ötekileşerek kendisini hasta yapmış ruh aygıtının hal-i pür melalini topluma yansıtmaya uğraşır.

Freud yakınımızdaki yabancılara karşı açıkça beslediğimiz antipatiyi ve soğukluğu narsizmin belirtisi sayar, çocukluktan köklerini alan ilkel bir narsizmdir bu; narsist benlik öteki karşısında varlığını korumaya çalışmakta onu kendi itibarı için tehlike olarak görmektedir. Ötekine olan bu bakış aslında hatalı veya art niyetli hassasiyetler ile çok da farkında olunmayan narsist dürtülerin el ele verdiği çocuksu bir hareketten başka bir şey değildir ve ötekileştirici fiillerin tohumunun atıldığı noktadır. Nevrotik hezeyanlarını narsist baskılarla iyice taçlandırıp kaçınılmaz olarak ötekileştirme yapan kişi ötekine olan duyarını kaybetmeye yüz tutar ve onu kendisi gibi ihtiyaçları, duyguları, hayalleri olan bir varlık olarak görmemeye başlar. Bahsini ettiğim nevrotiğin kendisinden olanları abartılı bir şekilde sahiplenmesi durumu da ötekileştirmenin kitlesel boyutunda önemli söz sahibidir; yine Freud’un ifadesiyle kişi kendisi gibi yoğun tehlikeler hisseden egolara sahip hasta bireylerle oluşturduğu kitlenin homojen yapısında kaybolmak durumunda kalır. Onları kendine eş tutar, kendi sorunlarını onların, onların sorunlarını kendinin yapar. Böylesi sıkı bir bağla birbirine bağlanan insanlar kendileri gibi görmedikleri herkesi uzakta tutma sevdası ile toplumsal ilişkilerini temellendirirler ve sonuç olarak kamusal alana layık görülmeyenlerin ötekileştirilip insandan bile sayılmadığı hastalıklı bir saldırganlık baş göstererir. Bir “Biz” narsizmi oluşur. Bu durum en somut halini ideolojilerin kendisinde bulur.

Ötekileştirme nereden bakılırsa bakılsın ilkel bir harekettir ve egonun narsist dürtülere direnemeyip tahammülsüzlüklerde kaybolması ile toplumsal hayatı mahvetme misyonu taşıdığı anormal bir durumu ifade eder. Her ötekileştirici fiil toplumsal bir günahtır, hasta bir ruhun umarsızca işlediği adi bir suçtur. Kendini beğenmişliğin varabileceği en üst seviyesi tarafından tahrik edilen benlik boyun eğerek, kibrini kabullenip onun yolunda sosyal hayatını şekillendirerek suçluluğunu onaylar.

Narsist dürtülerin üzerimizdeki bizi hasta eden tahakküm çabası aslında benliğin kibirli olup olmama konusunda verdiği bir savaşın sembolüdür. Öteki algısı kibirle yoğrulmuş bir bakış içeriyorsa kaçınılmaz olarak ötekileştirme süreci başlar. Yani ilkel narsist dürtüler her şeyi başlatır ve bu toplumsal hastalığın temelini oluşturur. Bu ilkellik ötekinin dahil olduğu hayatın hemen her alanına sirayet eder; ilerlemiş, geliştirmiş ve modern zamana uyarlanmak için başkalaştırılmış politik retorik de bu ilkellikten asla berî kalmış değildir. Çocuksu bir kendini beğenmişlik yıkıcı bir surete bürünmek için ötekileştirme kılıfına girer ve bu yolda bilhassa politikayı başarıyla kullanır.

Bu hastalık değindiğim gibi tedavisi kolay olmayan bir hastalıktır. Tedavi bireysel bazda başlayıp topluma yansıyacak derin ve devrimsel değişiklikler ister.  Yıkıcılığı hiç hafifsenemeyecek boyuttadır ve hoşgörü adına var olan her şeyi tehdit eder.

Leave a Reply