Ötekinin tanımı kaçınılmaz bir hiyerarşiyi içerir. O yönelinirken değerlendirilip bir konuma yerleştirilen ve o konum üstünden ancak algı dünyasına misafir edilendir. Ötekinin fikri ya aşağının, bayağının, uzak ve değersiz olanın sınırlarındadır ya da ulaşılamaz, karmaşık ve tanrısallığa yaklaştırılmış olanın. Özneler arasında yalın bir iletişimin, en asgari düzeydeki basitlikte bir aktarımın olduğu bütün koşullar bu karakterdeki içsel çatışmaların zeminini oluşturur. Denebilir ki özne ile ilişkilendirilebilip gözlemlenebilen ve kavranabilen her şeyin değeri vardır, zorunlu olarak değerlendirilmeye tabi tutulmuştur, ki bu onun alt veya üst bir noktada düşünülmesini gerektirir. Bir son ile, yargı belirtecek keskin bir nokta ile anlaşılabilirdir o ancak; ya iyi, doğru, haklı veya gerçektir, ya da kötüdür, şeytanîdir, aldatmanın bir aracıdır, çirkin bir yanılgıdır. Bir ikililik içinde filizlenip zihnin kaim kimliklerinden olmuş üretici bir olumsuzlamadır bu. Öteki ancak böyle bir sürecin dahilinde reddedilerek algılanabilir. Bu reddediş tanımlayıcıdır. Değerlendirmenin niteliğini oluşturacak olan olumlu veya olumsuz konumlandırmanın sonuç ne olursa olsun bir şeyleri dışarıda bırakacağı, kabul edemeyeceği, asla efradını camî bir tutum takınamayacağı ortada olduğu için ötekinin varlığı da eksik düşünülmek zorundadır. Özne ürettiği ötekilere adil davranmaz, onlara yıkıcı suretiyle yönelir, tek bir tarafı üzerinde yoğunlaşıp bütününü pasifize etmeyi amaçlar, kendi rolünü onların öteki oluşu üzerinden sağlamlaştırır, içsel çatışmasında nihai mağlup olarak yalnızca onları belirler, hiç sekteye uğratmadan, bu bireysel zavallılığından parçaları toplumunda da görmek ister ve kendini ötekileştirme ile kol kola yürürken bulur.
Bütün ötekileştirici fiiller ötekinin aşağı konumunda yoğrularak hazırlanır. Bir tespittir her şeyi başlatan: iletişime geçilenin, aktardığı düşünülenin kıymeti olmadığına, varlığının gereksizliğine, iddiasının yanılgılarla, çarpıtmalarla, basiretsizliklerle dolu olduğuna dair keskin bir değerlendirmedir. Türkçe’nin burada kavrama dünyamıza daha cömertçe ışık tuttuğuna şahit olmak heyecan verici. Öteki, düşüncesinin aksiyona evrilmesine değmediğidir, hayatın gerçekliğinde konumlanmayı hak edemeyendir, değer sıfatının hiçbir nesnesine yakıştırılamadığıdır. O değersizdir, bütün değerlendirmelerin nihayeti ile değersizliği aşikâr kılınmış olandır: öteki olarak ötekiliğini bilmesi ve benimsemesi, ötede durmayı hayatının şiarı olarak düşünmesi, düşünmüyorsa da toplumca uyarılıp cezalandırılması, kapatılması ve alıkonulması gerekendir. Ona ait bütün dışsal yönelim ve yaklaşımlar olumsuz ve tasvir edici bir niteliktedir; öteki aslında en iyi tanınınandır, iyice fark edilip rahatsız ediciliğine karar verilerek kenara itilendir. Öteki, ötekileştirilerek kenardaki konumundan dahi rahatsız olunan haline gelir; o artık bütün şeffaflığı, bilinirliği, ortadalığı ile tespit edilip uzaktaki sessiz duruşuyla dahi tehdit edendir.
En saf iletişim ötekiyi doğuruyorsa; öteki, sözün ve kavrayışın varlığına sırtını dayayıp vücut buluyor ve belirginleşiyorsa, yani bir kaçınılmazlık suretinde her öznenin dilinde onun gerçekliği ile yüz yüze kalıyorsak, onu saymanın, tanımanın ve belki de anlamaya çalışmanın en az yıkıcı yol olacağını düşünebiliriz. Öteki olmayı tatmayacak hiçbir nefs yokken, iktidar ile ilintili olabilen her türlü ilişkinin en gerçeğinden bir öte(de)ki ürettiği belliyken, ahmaklık kendisini ötekiye yönelmiş yoğun bir dışlamanın, inkârın suretinde, yok etmeyi arzusunun en çekici nesnesi haline getirmiş bir cezalandırıcılığın yansımasında, yani ötekileştirmede belli eder. Ötekileştirmeyi, ötekinin karakterinden daha farklı olarak anlamlandırılmış haliyle anlıyorum. Ötekinin rolü görünenden uzaktadır ötekileştirme fiilinde: öteki yalnızca isim olarak vardır, ötekileştiren öznenin bütün meselesi kendisiyledir, ötede bıraktığı ötekinin kendisi değil, asla taviz veremediği, değişmez, evrensel, zamanüstü, hakikatten parçalar içeren, çelikten olan sert ve tok ilkeleridir. Özne ötekide kendisini bulur: ötekileştirir ve kendisine dönük bir planın seyircisi olarak eyler. Ötekinin ortaya koyduğunu değil kendi ilkelerinin antitezini inkâr eder. Hiçbir zaman kendisine dönüp bakmayı akıl edememesi, olan biten her şeyin kendi içinde gerçekleşiyor olmasındandır. O da en az öteki olmak kadar gerçektir, kaçınılmazdır ve çaresizdir. Ötekileştirme egonun mutlak zaferini ilan etmek için tırmanılan yolda kalabalığı, toplumu, üst benliği selamlayabilmek için verilen samimiyetsiz çabadır. Sonunda hem değerler kolektivitenin haşmetinde yitecek, hem değerlerin karşısında konumlanmış olanlar öteki kimliklerini kaybetmenin ötesinde bu durumlarını inkâr etmeye ve başkalaşmaya mecbur bırakılacaklardır. Bu mutlak zaferin göz önüne serdiği dramatik durum pek düşündürücüdür: mutlaklığın bütün gururunu aynı mutlaklıkta bir ezilmişlik olarak tatmamak için, günün gelip devranın dönüşünü acı bir şekilde deneyimlememek için kaçar özne. Teslimiyet dolu bir kaçıştır bu; toplumun, iktidarın, selamlananın yasasına teslim olmuş öznenin çırpınışlarıdır.
Ötekileştirme umutlarla dolu pasifize edici bir bilinçli unutmuşluğun doğasına aittir: öteki olmayı deneyimlememek adına sahip olunan bir umut, ki bu umut her türlü empatik aksiyonun önünde dikilecektir, ve kendi içinde dahi bir öteki olduğuna dair keskin bir unutmuşluk. İlk haliyle umut en tahripkâr suretine bürünür: başkasının, ötedekinin, diğerinin düşünen, hayal edebilen, arzular ile yönlendirilebilen bir özne, bir birey, bir insan olduğuna dair yapıcı ve anlam vaad edici fikri, kesin bir tavırla ve çoğu kez farkında olmaksızın reddine neden olacak, benin kalelerince güçlendirilmiş aşağı bir yoksaymadır bu umutla gelen. İkinci durumda ise özne kendi dünyasında cereyan eden çatışmaları unutmuş, unutmak istemiş, derinliğe meydan okuyan tavrıyla kendisini tek boyuta, ilk anlama, sade bir homojenliğe indirgemiştir. Karşıtı düşünebilen bir zihin, ki böylesi bir düşünüşten yoksunluk onu zihinsel gerçeklikten alıkoymaya yetecektir, sürekli olarak öteki unsurlar yaratır, tezleri antitezlerinden, varlıkları yokluklarından, pozitifleri negatiflerinden, gerçekleri yanılgılarından türemiştir ve o her tercihinde bir unsuru kenarda bırakarak ona ötekilik gömleğini giydirir. Ancak hastalıklı olmayan bir zihin, bu ötekilik üzerinde yoğunlaşmaz: kenarda bıraktığının üstüne yıkıcı bir öfkeyle gitmez, onun kenardalığından rahatsızlık duymaz, öyle ötedeki haliyle yok oluşunun arzusunu kovalamaz. Onun farkındadır yalnızca, onu sayar, tanır ve belki neden kenarda olduğuna dair bir anlam çabası güder. Böyle bir döngü dahilinde kimi zaman kenarda olanı merkeze alabilir, merkezdekini öteki olarak tayin edebilir, hastalıklı olmayışı, durağanlıktan, keskinlikten, postülalarla sarılı bir zihinsel duvar yapısından uzak duruşuyla apaçıktır.
Kaçınılmazlığı ile her daim bizimle olacak olan ötekidir ve ondan kaçmamak gerekir. O bize bizi anlatandır, bebek olmayan halimizle ayna evresini bize yaşatan, gerçeklerimizle, yanılgılarımızla bir bütün halinde varlığımızı bize gösterendir. Öteki borçlu olduğumuzdur, rahatsız ediciliğiyle mahrum olduğumuza da muhtaç olduğumuza da vurgu yapan, bizi tamamlayan, ilkelerimizi negatifliğiyle belirginleştirerek inanılası ve takip edilesi kılandır. İçe dönük bütün sorgulamalar, o değişimin tohumlarını sıkı sıkıya elinde tutan ve sınırların aşıp yükselmeyi bekleyen gerçek, kudretli sorgulamalar, ötekinin imajı üzerindeki kaygılı değerlendirmelerden bağımsız değildir. Karşımıza çıkan bütün özneler için geliştirdiğimiz hiyerarşik konumlandırma düzeninin ötekilerimizi tanımlarken yok etmesine, onların ötekiler olarak gerçekliklerine tecavüz etmesine izin vermenin de ötekiyi kendimizle birlikte baskılayıp zalimce bir ötekileştirme eylemi içinde çözümsüzlüğü yüceltmenin de anlamı yoktur.
Febe
Oteleme hareketinin temelleri daha guzel aciklanamzdi sanirim.kaleminize Saglik.tek sikinti su ki bu yaziyi egitim sistemimizin ogrettikleri disinda okuma yapmayanlar anlamakta gucluk cekeceklerdir…