Yetmişlerde katil, 80’lerde mahpus, 90’larda gizli devlet oldular; ama kimse caretta caretta’lar kadar kıymet verip ne düşünürler acaba’yı sormadı, anlamaya ise hiiiç çalışmadı. Halbuki onlar da şu kaplumbağalar kadar “Türkiyeli”ydiler, bu toprakların çocuklarıydılar, ama kimse yüzlerine bile bakmadı.
Hep “öteki” oldular, ötekileştirildiler; sekülerlere göre İslamcı, İslamcılara göre sekülerdiler, yani diğer bir deyişle: öteki! Fakat nihayetinde yine kimse anlamaya çalışmadı onları. En yakından ben tanırım onları, diyenimiz bile yanlarına oturdu güç bela, sonra önlerine gelen çay soğumadan kalktı ve “heyecanlı gençler” demekle yetindi. Çünkü “heyecan”lıydılar, nasıl olsa hepsi yarın ekmek kaygısına düştüklerinde ülkücülük nedir, milliyetçi nasıl olunur, unutacaklar; ekseriyette heye“can”larını kaybedeceklerdi. Zaten neydi ki o öyle, zamanı da geçmiş değil miydi milliyetçiliğin de diğer ideolojiler gibi!
Zaman gününü gün edenlerin zamanıydı; kimi zaman muhafazakar demokrat olarak evlere bile yatak odasına kadar dahi girecek, kimi zaman camiiden çıkıp İslamcı olarak seçim konuşması yapacak, kimi zaman da halka sırf halka aş dağıttı diye, halkın hakkı olanı geri verdiği için sosyalist olmaya yeltenenlerin zamanıydı zaman. Gidecek, veya status quo’nun kopya kağıdını baş ucundan ayırmazken Kürt milliyetçilerine taş çıkartır derecede sosyal-ist olacaktı.
Kimimiz “iktidar yamağı” olmakla, kaba tabiriyle affola yancılıkla; kimimiz de “yavru muhalefet” diyerek halkın oy verdiği bir partiyi başka bir partinin evladı edecek, birini “vagon”lukla suçlarken diğerine “lokomotif”lik libasını biçecekti.
Zaman bir gün Alevî, bir gün Sünnî olanların, bir gün giydiği gömlekle İslamcı, diğer gün çıkardığıyla liberal olanların günüydü; gün bir gün sosyalist ikinci gün devletçi olanların günüydü ama… Gün hiçbir zaman “katil, faşist, yobaz, kara cahil, yok İslamcı yok Türk ırkçısı, …” olanların günü değildi. Halbuki yanlarında taşıdıkları tesbihleri “sallamak”tan başka camiide de kullanıyorlar; ama ne hikmetse camiiye gitmekle olunan İslamcılık’tan, muhafazakar-demokratlık’tan yine de bir türlü nasiplerini alamıyorlardı. Hz. Ali’yi onlar da seviyor, ama nedensehiç bir şey değişmiyordu; değişen yine onların “heyecan”ıydı, zira bir kerrecik olsun heyecanlanıvermişlerdi ya, artık durmak bilmez, iflah olmazlardı. Halbuki onlar da sizler, bizler gibi insanlardı. Düşünür, hisseder ve konuşurlardı. Sorulmadığına bakmayın, istekleri vardı, acıkırlar, uyurlardı. Mitolojik yaratıklara benzer bir halleri de yoktu, sizler bizler gibi ellere ayaklara sahiptiler. Asıl en garibime gideni de onların da bizim gibi konuşmasıydı, üstelik, anlaşabiliyorduk bile… Nereden mi biliyorum, ben bu Cumartesi onların arasında, Tandoğan’da Milli Değerleri Koru ve Yaşat açık hava toplantılarının sonuncusundaydım işte…
“Herkes Eşittir Türkiye”
Bunu sayın Bahçeli’nin o kendine has uslûbuyla duymak güzel, fakat bir de görmek gerek. Orada olsaydınız işte, eminim tabularınız yıkılırdı benimki gibi. Çünkü o toplanan kalabalığa kafanızdaki tüm ışıkları söndürerek baksanız bir, benim gördüklerimi gayet kolaylıkla sizler de görebilirdiniz: O kalabalık sanki Kızılay’da, Ulus’ta gündelik seyrine çıkmış herhangi bir kalabalık gibiydi. İçlerinde her çeşitten insan vardı, o her gün ısrarlı çocuk saldırılarıyla kendine göre bir yol tutturup başa çıkmayı öğrenmiş sokak delisi bile… O kalabalığın arasında tabelalarıyla Trabzon’dan Hatay’a, Antalya’dan Kars’a, Iğdır’dan Edirne’ye kadar; hatta ilçe parti ve Ülkü Ocakları ile sivil toplum örgütlenmelerinin pankartlarını, dövizlerini seçmek pekala mümkün. Bu çeşitliliğe rağmen ve çeşitliliğin içinde olmak kaydıyla bütünlüğün bozulmamış olması da ayrı bir bakış açısı. Demem o ki, eğer bir parti farklı kesimlerden gelen seçmen kitlesinde genel manada bir profil oluşturmuş ve bu profiliyle de genel oy tabanına göreceli olarak mana katabilmiş ise gerçekten de ideolojiler, en azından bu parti için, bitmemiş demektir. Ayrıca bu, parti konusunda kısa dönem önce “baraj altı” tehlikesinin sürekli gündeme getirildiği bir durumsa, daha da önem kazanır; çünkü temel manasıyla partinin halen sürdürülebilir ve halkın bir kısmının dahi olsa kabul edebileceği bir siyaset yapım sürecinde olduğu çıkarımı yapılabilecektir.
Fakat, bu Tandoğan toplantısını benim nazarımda mühim kılan asıl menşei, sayın Bahçeli’nin veya diğer partililerin ne dedikleri değil, asıl olan oy kitlesinin “ne demek” istediğiydi. Anlaşılmaz bir istekle tevatürler üzerine, mitolojik hikayeleştirmeler üzerine yazılmış önyargılarınızı biraz da olsun sarsmaya; Ülkücüler ve Mhp seçmeni hakkında ufak da olsa nacizane bildiğimizi düşündüğümüz ne varsa aktarmaya çalıştık, sürç-ü lisân ettiysek affola…