Başbakanın salı vaazını kaçırması elbette haftalık azarını işitemeyen beni olduğu gibi sizi de eminim şaşırtmıştır. Çünkü gerçekten her hafta çayımı alıp televizyonu açıp kimlerle işbirliği yaptığımı, ülkeme nasıl ihanet ettiğimi öğrenmezsem rahat edemiyorum. Tüm hafta boyunca “beni Ufuk Uras ve bazı medya baronları mı organize etmişti yoksa ben ülkemin durdurulamaz istikrarından rahatsız ülkelerin mi maşasıydım?” sorusu aklımı süpermarket kasası gibi meşgul edecek korkusuyla hemen bilgisayarımı açtım. Başka bir meşguliyet bulmalıydım.fft22_mf1951944

Bilgisayarı açınca aklıma geldi. E başbakan Salı günü tezahüratlar ve Meksika dalgaları eşliğinde konuşmasını yapmak için orada olmadığına göre kesin başka bir yerde olmalıydı. Çıkarım yapma konusunda mütevazi davranmayacağım. Çok iyi çıkarım yaparım. Hemen başbakanın nereye gittiğine baktım. Çikolata ve mihrak diyarı olan Almanya’daymış tam o sırada. Şaşırmamıştım. Başbakanım muhakkak ki dış mihraklara “Eyyyyy” demek için oraya gitmişti. Oradaki yurttaşlarımızı kucaklayacak, mihraklara haddini bildirip gelecekti. Ama öyle olmadı. Beni ve Almanları çok şaşırtan bir şey oldu. Başbakan sakin kaldı.

Olamazdı. Hemen Türkiye haberlerine baktım. “Acaba ülke olarak sakinleştik de ben çok uyuyunca kaçırdım mı” diye. Öyle de değilmiş. Asabiyet seviyemiz dolar karşısında hâlâ değer kaybetmeyen tek varlığımız olarak duruyordu önümde. E o zaman başbakanın bu dinginliğine ne sebep olmuş olabilirdi? Gezi eylemleri sırasında Merkel’i azarlayan, Almanya’daki baronlarımızı yerden yere vuran başbakana ne olmuştu. Önce dublör ihtimalini değerlendirdim. Çünkü Merkel gerçekten korkunç bir kadın. Ben şahsen başbakan olsam aynı odada bulunmak istemem kendisiyle. Hemen görüşmelerin yüksek çözünürlüklü fotoğraflarına baktım. Hayır, dublör değildi. O bıyıkları nerede görsem tanırım, taklit edilemez onlar. Peki dublör de değildiyse neydi bu durumun kaynağı? “Çikolata ikram ediyoruz diye likörlü çikolata falan mı verdiler dağ gibi adama” gibi düşüncelerle beynimi çalkalarken aklıma başka bir sebep geldi. Sanırım asabiyet ülkemizden kaynaklanıyor.

Rastgele atılmış bir önerme değil bu. Bakın sonra kafamda örnekler belirdi, bu durumu sadece başbakanımızda, bakanlarımızda değil sade vatandaşlarımızda da gözlemliyorum. Burada anasını babasını döven çocuğu Avrupa turuna yolluyorlar, sanırsın iyi niyet elçisi. Her yere gülümsemeler falan. Çıkınca bu kadar rahatlıyor, gevşiyorsa insan, demek ki ülkede asabiyet yaratan bir şey var.

Peki ülkemizde ne var da bu kadar asabi hale getiriyor bizi? Mutlaka açıklama getirebileceğimiz belli farklılıklar olmalı diğer ülkelerle. Çünkü “Paralel yapı üzerimize geliyor. Dış mihrakların maşasısınız. Cunta zihniyetinin uşağısınız. Bak şurda darbeciler var, darbecileri yakalayın. Egemen, pencere falan bişey açın. Egemen!” seviyesinde sinirlenen adamı pamuk şeker kıvamına getirmek öyle kolay değil. Eminim başbakanımız Gezi olaylarının sorumlularıyla Avrupa’da konuşsaydı hiçbirinin kalbini kırmaz, hiçbirini ağlatmazdı.

Ama üzülmeyin, ben bu konuda sorun tespiti ve çözüm önerilerimi hemen şimdi sunacağım.

Üç Tarafımızın Denizlerle Çevrili Olması

Çocukluğumdan beri beni strese sokmuştur. Asabi bir adam haline getirmiştir. Bazen denizler üstüme üstüme geliyor. “Ankara’da oturuyorsun, ne denizi” demeyin. Ege bölgesinde dağlar denize dik, bildiğiniz gibi. Sular bir yükselse, Karadeniz’de Akdeniz’de hadi dağlar tuttu diyelim ama Ege tarafından bütün su içeri dolar. Bu sorunu Muğla, Denizli gibi illerimizi ve civarlarını tümden betonla kaplayarak çözebiliriz.

Bor Rezervlerimiz

Bildiğiniz gibi bor rezervlerinin büyük bir kısmı ülkemizde. Büyük bir zenginlik olarak görüp borcam üretiminde kullandığımız bu maddenin yan etkilerini biliyor muyuz? Bor madeni gerçekten insanın sinirini bozuyor. Bir maden düşünün, “bu madenle roket yakıtı yaparsınız, Ay’a gider, Mars’tan yazlık alırsınız” diyorlar. Sen de alıyorsun madeni. Üzerinde çalışıyorsun, didiniyorsun. Çıka çıka borcam çıkıyor. Düşündükçe Neil Armstrong’a yumruk atasım geliyor.

İki Kıtayı Birleştirme Görevi

Bildiğiniz gibi Asya ve Avrupa kıtaları İstanbul üzerinde birbirlerine çok yakınlar. Haliyle İstanbul’u sınırlarında bulunduran ülkeye, dünyada genel olarak “hadi çocuklar, birleştirin buraları, ehiehi” gözüyle bir bakış vardır. Böyle görevler insanı çileden çıkartıyor, strese sokuyor gerçekten. O yüzden İstanbul trafiğinde çok kavga oluyor zaten. Bu soruna da çözümüm var tabi benim. Boğazı dolduralım. Efendi gibi tümden birleştirelim şu kıtaları.

Dört Mevsimin Yaşanması

Sürekli mevsim değiştirmek nedir gerçekten? Tam kalın kıyafetlere alışıyoruz, montla çıkııyoruz dışarı, bir bakıyoruz bahar gelmiş. E ne yapayım şimdi ben bu montu? Ya da tam sıcak diye t-shirt’le salıyoruz kendimizi dışarı, bir de bakıyoruz kar yağıyor. Yemin ediyorum çileden çıkar insan. Buna çözüm olarak, yaşanan mevsim sayısının kademeli olarak düşürülmesi ve en son sadece kış mevsiminin yaşanması gerektiğini savunuyorum.

Diğer Ülkelerin Üzerimizde Emelleri Olması

Siz de üzerinizde sürekli bir ağırlık hissetmiyor musunuz? Hissediyorsunuz tabi. Çünkü küçücük ülkemizin üzerinde nereden baksanız 20-25 ülkenin emeli var. E haliyle insan yurt dışına çıkınca kendini hafiflemiş hissediyor, sinir stres kalmıyor adamda. Ülkenin emel yükünün hafifletilmesi için ise emelin vergiye bağlanması fikrini öneriyorum. Bir de bu işin bir düzeni olsun artık. Emeline ulaşan çıksın arkadaşlar. Kasıyor sonra ülke. Dolar da ondan yükseliyor bakın. Demedi demeyin.

Leave a Reply