Bildiğiniz gibi geçen hafta, Türk Dış Politikası açısından son derece yoğun bir haftaydı. Papa Francisco’nun ve Rusya devlet başkanı Vlademir Putin ‘in ziyaretleri gerek Türkiye’nin gerekse bölgenin geleceği adına çok önemli mesajlar içeriyordu. İslam Coğrafyasında kargaşanın hakim olduğu bir dönemde ülkemize gelen Papa, Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret ederek Hristiyan Dünya’sında her hangi bir anlaşmazlığın olmadığını gösterdi. Ayrıca, Türkiye- Ermenistan sınırının açılması konusunda verdiği mesajla da Ermeni meselesi konusunda Katolik devletlerin bakış açısının kolay kolay değişmeyeceğinin sinyallerini verdi. Gelelim Putin’in ziyaretine; ABD ve AB’nin Rusya’ya ambargo uygulama kararı almasının ardından yapılan bu ziyaret, kuşkusuz ekonomik temelliydi. Ancak, bana göre bu ekonomik ittifakın gelecekte politik bir ittifaka dönüşmeyeceği anlamına gelmiyor.
1923 yılında kurulan Cumhuriyet, atası Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından çok büyük dersler çıkartmıştı. Bunlar; Misak-ı Milli sınırları dışında kalan topraklarda herhangi bir hak iddia etmemek, Pan-islamizm( İslam Birliği) politikası gütmemek, dış borç almamak ve kapitülasyon vermemek, Türkiye ‘ye yönelik doğrudan bir tehdit olmadıkça savaşa girmemek, Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünden ödün vermemek, dış tehditlere karşı ülkenin çıkarları doğrultusunda uluslararası ittifaklara girmek ve o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti gibi kollektif sistemlere üye olmak. 1945-1960 yılları arasında Türkiye, artan Sovyet tehdidine karşı, Batı ile yakın ilişkiler içerisine girdi ve son olarak Kore Savaşı’na asker yollamasının karşılığı olarak en sonunda NATO ‘ya kabul edildi. Bu dönemden sonra, Marshall Planı yardımları ve Eisenhower Doktrini’nin de etkisiyle, dış politikamız Batı ekseninde gelişti.Ancak 1960-80 yılları arasında, Küba Krizi neticesinde bizden habersiz olarak Jüpiter füzelerinin ülkemizden çıkartılması kararının alınması, U2 ajan uçaklarının yine bizden habersiz olarak İncirlik üssünden kalkıp Sovyetler sınırında ajanlık faaliyetlerinde bulunması gibi bağımsızlığımızı ve ülke toprakları üzerindeki devlet otoritesine zarar veren gelişmeler ışığında ve son olarak 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs ‘a müdahalesi sırasında uygulanan ambargo neticesinde dış politikamız Batı merkezli olmaktan çıkmıştır. NATO üyesi müttefik sayılan bir ülkeye karşı uygulanan bu ambargo bardağı taşıran son damla olmuş ve Türkiye Cumhuriyeti ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi yoluyla başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere diğer coğrafyalarla da etkileşim içine girmeye başlamıştır.
Bana kalırsa bugün de benzer olaylar yaşanmakta. Gezi olaylarının ve 17 Aralık’ın Batı medyası tarafından yoğun olarak eleştirilmesi, Doğu Akdeniz’de yeni keşfedilen doğal gaz rezervleri neticesinde tekrar başlatılan Kıbrıs barış sürecinde Batı’nın Türkiye ‘nin çıkarlarına karşı tavır alması ve Batı’nın yine Ortadoğu’da Türkiye’nin zararına olacak hamlelerde bulunması gibi sebeplerle, dış politikamız yeni bir açılımın içerisine girmiş durumda. Eşzamanlı olarak Kırım’ın Rusya topraklarına katılması sonucu ABD ve AB ‘nin Rusya’ya ambargo uygulaması ile de Rusya yüzünü tekrar Doğu’ya çevirmiş durumda. Putin’in, Türkiye ziyaretinde ikili ekonomik ilişkilerin 2020 yılına kadar 100 milyar dolar gibi bir seviyeye çıkartılması, Türkiye’nin Rusya’dan doğalgazı %6’lık bir indirimle alması ve ticarette dolar etkisini kaldırmak için milli paraların kullanımına ilişkin görüşüldü. Özetle, Rusya petrol ve doğalgaz başta olmak üzere yeni ihracat pazarı arayışında, Türkiye ise enerji ithalatında avantaj kazanmak ve ihracatını artırmak yolunda başarılı bir adım attı.
Bana kalırsa bu güzel ilişkiler politikaya da yansıyabilir. Evet, iki devlet arasında Suriye ‘deki iç savaş ya da Kırım ‘ın Rus topraklarına katılması gibi konularda görüş ayrılıkları mevcut. Ancak görünen o ki bu politik anlaşmazlıklar bu sıcak görüşmelerin gerçekleşmesine engel olmamış. Türkiye Batı’nın kendisine karşı olan nahoş hareketlerinin neticesinde dengeyi korumak adına Rusya ile yakınlaşırken, Putin’de yeni pazar ve müttefik arayışına girdi. Batı şu an için sadece gözlem yapsa da, ilerleyen süreçte Türkiye’yi daha da zora koşacak hareketlerde bulunabilir. Türkiye’nin NATO üyeliğinin sorgulanması, AB müzakereleri, zaten çok da yolunda gitmeyen Kıbrıs müzakereleri, 2015’de yüzüncü yılına girecek olan sözde Ermeni Soykırımı, Türkiye’nin aleyhine gelişecek olan Ortadoğu’daki dengeler ve ilerleyen süreçte Putin- Erdoğan ikilisinin arasının bozulması yönünde tekrar gündeme getirilebilecek olan Orta Asya Türkleri ve Çeçenler bunlardan sadece birkaçı.Batı, gelişen Rusya’ ya karşı kendi üstünlüklerini her şekilde hissettirdikleri mevcut uluslararası sistemi korumak adına her şeyi yapacaktır. Burada, Türkiye Coğrafik konumuyla her iki taraf içinde son derece önemlidir. Türkiye’nin iç politikasını da olumsuz yönde etkileyebilecek yukarıda bahsettiğim muhtemel dış sorunlar karşısında Türkiye, Batı ile Rusya arasında çok ince bir denge kurmalıdır.
RESİMLER
www.t24.com
www.dünyabülteni.net