NEW YORK’UN SOSYETİK 400’LÜSÜ: ASTOR AİLESİNİN YARATTIĞI SOSYETİK DÜZEN

Amerika Birleşik Devletleri, ülkeyi birleştiren Amerika İç Savaşı sonrası yeni bir döneme girmişti. Ülkenin kuzey ve güney kesimleri tek bir bayrak ve sınır içerisinde birleştikten sonra ülke, ekonomik bir kalkınma yaşadı. Demiryollarının gelişmesi ve ticaretin artması ile birlikte belirli aileler, servetlerine servet katıp New York’da müsrif bir hayat sürmeye başlamışlardı. New York’un Altın Çağı (Gilded Age) olarak da bilinen bu dönemde, isimleri günümüze de ulaşan bazı figürler belirdi.

Bu figürlerden en bilineni Astor Ailesi ve özellikle Caroline Astor’dı. Caroline Astor, aslen Avrupalı ve varlıklı bir ailenin kızıydı ve kendisi gibi varlıklı William Astor ile evlendi. William Astor’ın dedesinden kalan kürk ticaretinden gelen maddiyat ve Caroline Astor’ın entelektüel ve sosyal birikimi, onları New York’un Altın Çağındaki en bilinen ve hatrı sayılan aile yaptı. New York’un bu gözde ailesinin evi ise günümüzde de yüksek kesimin yaşadığı 5. Cadde’deki bir malikaneydi.

Bay ve Bayan Astor

Caroline Astor, sosyetedeki adı ile Mrs. Astor, New York’taki kulüplerin, derneklerin ve davetlerin aranan ve onay beklenen yüzüydü. Etkinlik veya davet kimin olursa olsun, Caroline Astor’a sorulmadan davet listesi hazırlanmazdı çünkü o herkesle muhattap olmaz yalnızca kendi kabul ettiği sayıda insanlarla görüşürdü. Bu sayı ise 400’dü.

Caroline Astor ve onun gibi hanımların varlık anlayışı biraz farklıydı. Her zengini aralarına kabul etmez, yalnızca soyu saygın bir geçmişe dayanan ve entelektüel birikimi sağlam aileler ile görüşürlerdi. Onlar bu grubu ve kendilerini, “eski para” olarak tanımlar ve “yeni para” olan kimseyi aralarına kabul etmezdi.

Astor malikanesinde kocaman bir balo salonu vardı. Caroline Astor burada verdiği davetlerde kendi çevresini ağırlar ve bu çevre yaklaşık 400 kişiden oluşurdu. İşte New York’un sosyetik 400’lüsünün ismi buradan geliyordu. Bu meşhur ailelere örnek olarak Vanderbilt Ailesi, Heinz Ailesi, Rockefeller Ailesi, Carnegie Ailesi ve Morgan Ailesi verilebilir.

Bu aileler bıraktıkları eserler ile günümüz New York’unda izlerini göstermeye devam ediyor. Her ne kadar müsrif ve umursamaz görünseler de dünyaya yeni açılan bir ülke olan Amerikaya karşı çok inançlılardı. Gelişen ekonomileri ve Avrupai vizyonları ile yeniden inşa edilen bu ülkeye katkılarını sunmak adına çeşitli bölgelerde okullar, vakıflar ve sanat evleri açtılar. Toplumun en üst kesimi olan bu 400’lünün ülkelerine ve onun vatandaşlarına olan katkıları, bugün bildiğimiz Amerikan kültürünün temellerini oluşturdu. Bu yenilikler dünya çapında da yer almış olacak ki, bu dönemde Avrupa’dan Amerika’ya çok büyük bir işçi göçü yaşandı.

Bu inanç ve cömertlik tek jenerasyonda kalmadı ve Astor ailesinin genç mensuplarından olan John Jacob Astor, bugün New York Kütüphanesi olarak bilinen kuruluşun temelini oldukça cömert bir bağış ile attı. Geçmişte birçok aydının esinlenme noktası olan bu kütüphane, etkilerini günümüzde de hâlâ göstermekte. 

Mrs. Astor’un Balo Salonu

Bu kadar etkili ve köklü ailelerin şimdi nerede olduklarını merak etmemek ise mümkün değil. Bu kültürü korumak ve gelecek nesillere bilgi aktarımında bulunmak amacıyla bir gazeteci, bu belirgin ve etkili ailelerin isimleri ve hatıratlarını içeren bir eser yayınlamıştır. İlk 1887’de The Social Register adıyla yayımlanan bu eser, zaman zaman el değiştirmesine rağmen varlığını korumuş ve günümüze kadar ulaşmıştır.

Bu eserdeki listeye girebilmek, anonim bir komitenin onayına dayanıyordu ve “yeni para” olarak kabul edilen hiçbir aile kesinlikle kabul edilmiyordu. Günümüzde ünlülük statüsünün eğlence sektörüne kayması ile bu liste etkisini ciddi şekilde kaybetti ancak bu ailelerin günümüzdeki jenerasyonları hâlâ sosyete balolarında, avcılıkta, polo oyunlarında ve Ivy League okullarında yerini almaktadır. Bu listeye erişim sağlamak ise özel izinlere tâbi tutulmaktadır.

Bu yazı boyunca New York’un sosyete 400’lüsü ve özellikle Astor Ailesi’nin günümüz Amerika’sına sağladığı sosyal ve kültürel katkıları ele aldık. Bu elit grup, her ne kadar ayrıştırıcı ve tabaka odaklı olsa da, ülkelerine ve onun potansiyeline inanmış ve büyük bağışlar ile ona destek olmuştur.

Başta Mark Twain olmak üzere çeşitli yazar ve tarihçiler, Amerika’nın bu dönemini Gilded kelimesi ile tanımlamayı seçmiştir. Gilded kelimesi etimolojik olarak altın kaplama yani içten yozlaşmış ve çürük bir şeyin dışarıdan parlak ve çekici durması anlamına gelir. O dönem aydınları üst tabakanın katkılarını yeterli görmemiş olacak ki onları ve o dönemi bu kelime ile tanımlamayı seçmişler.

Günümüzdeki varlığını daha sessiz ve mütevazı sürdüren bu 400’lünün soylarının hâlâ hayırseverlik ile uğraşmakta olduğu biliniyor. 19 ve 20. yüzyıllarda bu 400’lü arasına girmek isteyen sayıca aileler olmuş fakat uzun bir süre kabul edilememişlerdir. Bu durum bir sürü dizi ve kitaba da konu olmuştur.

Okuduklarını görsel bir çerçevede birleştirmek isteyen okurlarımıza önerilebilecek en gerçekçi dizi The Gilded Age olacaktır. Bu konuda okumalarını genişletmek isteyenlere ise Matthew Josephson’ın The Robber Barons kitabı tavsiye edilebilir. 

KAYNAKÇA

Leave a Reply