Malum, zorlu zamanlardan geçiyoruz ülke olarak. Sabahtan akşama dakika başı apayrı gündemlerle sarılmış durumdayız. Ortada bir kan davası var, hesaplaşmalar sürtüşmeler uzayıp gidiyor. Siyasete, gündeme hiç ilgimiz olmasa dahi, arkadaş ortamlarındaki günlük sohbetlerimize, ailemizle konuşmalarımıza yansıyan çözülmemiş sorunlarımız var. Şahsen karşılaştığım bir durumu bu sorunlu halimizle fazlasıyla bağdaştırdım. Televizyona çıkan, özellikle şov dünyasında iş yapan birçok insanın aynı dertten muzdarip olduğunu gördüm. Kendilerini anlatamıyorlar, düz konuşmaktan kaçınıyorlar, kaçamadıklarında cezalandırılacaklarına dair korkularla seslerini kısıyorlar. Tabii bu durum her seferinde sözlerine daha fazla dikkat etmelerine, ve seyircileriyle aralarında kurmak isteyebilecekleri samimiyeti kaybetmelerine sebebiyet veriyor. Örnek vermezsem olmaz.

Medyadaki otosansür Makina Kafa’ya da sıçramış durumda.

Okan Bayülgen’in 21 Mart tarihli Makina Kafa programında hem Bayülgen’in hem de ağırladığı konukların, özellikle muhalif duruştaki insanların hep bir mesaj verme, ancak bu mesajı bir türlü düz konuşarak veremeyip alttan alta verme durumları var. Tamam, mesaj alınıyor, ancak rahatsız edici bir şekilde. RTÜK’e, YSK’ya sürekli gönderme yapılıyor ancak sansürün kendisine eleştiri yapılırken otosansür akıl almaz derecede öne çıkıyor. İnsanlar içlerinden geleni konuşmaktan korkuyorlar, korkutuluyorlar. Halbuki biz hep samimi olana yöneldik, samimi olanı izledik bugüne kadar. Her ne amaçla ve tedbirle olursa olsun, televizyonda otosansür görmekten rahatsız oluyor insan.

Erkan Tan’ın yayında bir anket yayınlamasından ötürü aldığı 13 günlük program kapatma cezasına değindi Bayülgen Medya Arkası’nda. Ortada bir haksızlık olduğu açık, ve Erkan Tan’ın sınırları zorlayarak “Ey Yüksek Seçim Kurulu” kıvamında yüksek sesli sitemleri var. Seçim zamanı bunları görmeye alışkın olduğumuzdan mıdır bilmem, bunu içselleştirmişiz, gülmek için bile kullanabiliyoruz. Yalnız, televizyonda yayınlanan güldürü amaçlı şov programlarında otosansürü görmeye bu kadar da alışkın olmamalıyız. Hele de ülkemiz mevzubahisse siyaseti ima ile dahi olsa eğlenceye yedirebilmek şu durumda mümkün değil. Mesela Amerika Birleşik Devletleri’nde siyaset talk-show programlarının ana malzemesiyken, Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız bu durumu benim aklım almıyor.

Değindiğim konuyla alakalı olmasa da gündemin üst sıralarına yerleştiği için NTV haber spikeri Erhan Ertürk’ün Berkin Elvan’ın annesinin sözlerine uyguladığı otosansüre bir parantez açmak istiyorum. Televizyonun, üstelik her zaman gerçeği olduğu şekliyle sunmayı gerektiren televizyon haberciliğinin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir andı. Erhan Ertürk’ü Ali Kırca’yla beraber atv’de haber sunduğu dönemden beri takip eden, hatırlayan biriyim. Onun mesleğini hakkıyla icra etme niyetinden ve mesleğine olan bağlılığından şüphe duymak benim haddime değil, ancak kanal yöneticilerinden aldığı bir direktifle veya kendi iradesiyle uyguladığı otosansür maalesef hem kendi meslek hayatında hem de kanalın imajında kötü bir iz bırakacak.

Hamdi Alkan’ın Reyting Hamdi’deki Demirel tiplemesi

Siyaset çok hassas bir noktaya getirdi bizleri. Ne yazacağımıza, ne diyeceğimize dikkat etmekten ne demek istediğimizi bile şaşırır hale geldik. Sansür asla bir çözüm olmadı bu durumlara, aksine körüklediğine şahit oluyoruz bazı zamanlarda. Eskiden sadece argoya yönelik bir sınırlama vardı, ya da çıplaklığa, müstehcenliğe. Televizyonda Olacak O Kadar’da Levent Kırca’nın, Reyting Hamdi’de Hamdi Alkan’ın çok yakın zamana kadar yaptıkları siyasi mizahı da eminim hatırlayanlarımız vardır. Şimdiyse öyle tabularımız var ki, kaç yıl geçmesi lazım bu tabuları yıkmak için, bilemiyorum. Yazıktır, günahtır hepimize. Elbette her şeyin bir sınırı vardır, bazı şeylere kolay kolay yol açılmamalıdır, ama bu kadarı da insanlara kendi dilini unutturur, maazallah insanlar aklını oynatıverir. Biz neden bir şov programında insanların dillerinin içlerine kaçmasını seyredelim ki? Ya da onlar için endişe duyalım? Neden her kelimede her cümlede “aman şunu demesin, derse başı belaya girer” endişesine kapılalım izleyici olarak? Şöyle bir gerçek de mevcut, hayatımızın her anında izleyici olmuyoruz, yazıp konuşan, şarkı söyleyen, bizleri güldüren insanlardan biri olabiliriz gelecekte. O zaman geldiğinde aklımıza bu tür oto-sansür manzaraları yerleşmiş olarak, kendimizi binlerce kez sınırlamış vaziyette işimizi icra ettiğimizde, o işi gerçekten hakkıyla yapmış olacak mıyız? Bu sorular böyle uzar, gider.

Fikirler, kelimeler çok güçlüdür, birçok şeye kadir olabilirler zaman zaman. Ancak korkunun ecele hiçbir zaman faydası olmamıştır. Susturmak, susmak zorunda bırakmak hiçbir şeyi istenilen noktaya getirmez. Fikirler akıllarda var oldukça, insanlar düşünme yetisini kaybetmedikçe, dediklerinin kırpılması vaziyete etki etmez, aksine bazen yangına körükle gitmektir sansür. Ve en tehlikelisi de otosansür, yani insanları kendileri olmamak, düşündüklerini aktaramamak zorunda bırakmaktır. Bu ülkenin kendini tutan, konuşamayan, yazamayan insanlarla ileriye gidemeyeceği muhakkaktır. İster muhalif olsun ister iktidar yanlısı, kimse bu insanlık dramına maruz bırakılmamalı, insanların eğlenmek için müracaat ettikleri her evdeki televizyonlara ve aynı zamanda bütün medyaya otosansür laneti bu kadar salıverilmemeli.

Ünlü Fransız diplomat Talleyrand şöyle der: “La parole a été donné à l’homme pour déguiser sa pensée” (Konuşma yetisi insana düşüncelerini saklamak/değiştirmek için verilmiştir). Bu görüşe her durum için katılmak istemesem de, son günlerde kullanmak zorunda kaldığımız yeteneğimiz budur.

Leave a Reply