Masanın başına oturmuş merhamet neydi diye düşünüyorum. Olaylar karşısında bizlere ezberletilen acımayla karışık merhamet duygusunu değil; gerçek merhameti düşünüyorum. Kendimi zorluyorum daha ince düşünmek için, olmuyor… Her ayetin her harfin incelikle yazıldığı, merhamet ve adaletin en mucizevi örneği olan Kuran-ı Kerimi okuyan bir ümmet olarak ne zamandır duygularımızı basma kalıplara sokmuştuk… Belki de barış ve huzur dolu toplumların temeli olan, en ufak taviz bile verilmemesi gerekilen Kuran ahlakını elimizin tersiyle ittiğimiz için bu kadar huzursuzdu kalbim…
Kalb, bir halden başka bir hale, bir durumdan başka bir duruma geçen, yani inkılab eden demektir. İnkılab kelimesi bizim jenerasyonun çok aşina olduğu bir kelime değil. İnkilab kelimesini bilmeyince de kalb kelimesinin o kökten türetildiğini bilmemiz de mümkün olmayacaktır.
Kalbin sürekli halden hale geçiyor olması tüm insanlığımızla ilgili duygularımızı içine almaktadır. Resulullah (sav) şu duayı çok yapardı: “Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!” bir gün kendisine: “Ey Allah’ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?” denildi ve Bize şöyle cevap verdi: “Evet! Kalpler, Rahman’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir.”
“Allah, ihlaslı bir mü’minin kalbinde bir ev yarattı. Sonra onun kapısını kilitleyip anahtarını, ne Cebrail’e ne de Mikâil’e ve ne de başkasına verdi; bizzat kendi elinde tuttu. Ve buyurdu ki: Bu benim hazinemdir, nazargâhım ve marifet meskenimdir. Mesken de güzel, sakini de. Kul, her ne zaman onu günahlarla kirletip fesada verirse, Mevlâ’sı onu mağfiretiyle ıslah eder. Şeytan, her ne zaman bedenini günahlarla kirletirse Rahman onu marifetiyle süsler.”
Bir başka hadisinde de parmağını kalbinin üzerinde tutarak: Takva buradadır der ve bu sözü üç sefer tekrar eder. Bundan da anlaşılıyor ki, en mühim şey kalbin salâhı ve nefsin tezkiyesidir, ibadetlerin en büyüğü ve sevapların en çoğu bu yoldadır vesselam.
Kalb Yunus’un diliyle gönül diye anılmaktadır, burası nazargâh- ı ilahidir. Kalpte fıtrattan getirdiğimiz; bizim de temayüz ettirmek zorunda olduğumuz duygularımız… Merhamet… İman (kulluk şuuru)… Adalet…
Merhamet rahmet kökünden türemiştir. Hakk’ın rahmet kelimesinden gelen biri “Rahmân” ve diğeri “Rahîm” olmak üzere iki ismi vardır. Rahmân, rahmeti çok ve sonsuz olan; Rahîm ise, çok merhametli olan demektir.
Rahman kelimesinin bu dünyada tüm mahlukata merhamet eden; Rahim ise ahirette yalnız mü’minlere merhamet edendir. “Allah mü’minlere karşı çok merhametlidir” buyurur. (Ahzap 43)
Derler ki insan âlemin küçük bir minyatürüdür. Allah’ın isimleri de insan ruhunda toplanmıştır. Az veya çok bütün isimlerin tecellisi insanda görünür. Eğer insan bu isimlerin hakkını verir ve kendini geliştirirse o güzel esmalar onun ruhunda yer eder.
Rahman ismi insanın bu dünyadaki mahlukata merhametini yani tabiatın korunması, tüm canlıların hayat hakkına saygılı olma, insanların öncelikle barınma ve yeme içme ihtiyaçlarının karşılanması konusunda hassas ve duyarlı olabilmeyi içine alan bir şekilde tecelli eder.
Keşke Rahman isminin Allah’ın kullarının gönlündeki tecellisi tam olsa ve Müslümanın Müslüman kanı akıtması dursa.
Rahman ismi nefislere, Rahim ismi kalplere hitap eder, iman nurunu ve hidayeti nakşeder. Yani Rahman maddî ve cismanî ihtiyaçlarımıza, Rahim ismi ise manevî, kalbi ve de ruhi ihtiyaçlarımıza cevap veriyor.
İman kelimesi mutmain olma yani… Tatmin olma… Akıl muhakeme eder, kalbe havale eder ve kalb mutmain olur denilmiştir. İman, emn kökünden bir mastardır. Birini sözünde tasdik etmek, onaylamak, kabullenmek, itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek ve güvenilmek anlamlarına gelir. Türkçedeki inanmak kelimesi tam olmasa da bunu aşağı yukarı karşılar. Allah’ın buyruklarını yerine getirerek, O’nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip bağlanmak ve yaşamaktır.
Maide suresi 3. Ayette: Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslam’ı seçtim buyrularak da bu zamanda İslam’dan başka bir dinin bağlısı ve taklitçisi olmanın yetmeyeceği tartışılmaz bir gerçektir.
Adalet kelimesini kökü ‘adele’ fiilidir. Bu da düzeltmek, eğri bir yoldan doğru bir yola yönelmek, eşit ve muadil olmak, dengede tutmak, dengelemek, tartmak gibi anlamlara gelir. Doğruluk ve düzgünlük kavramları, sapmazlığı ve şaşmazlığı ve tüm norm haline getirilmişleri de içerisine alır. Adaletin anlam sahası içinde doğruluktan söz ederken; haksızlıktan uzak olma, hakkaniyet sahibi olma manalarına da ifade etmiş oluruz.
Adl ismi Allah ‘ ın güzel isimlerinden birisidir. Adil olmak en üst yöneticilerden başlayarak, aşağıya doğru , ailenin anne ve babasına kadar adl ismi hürmetine adaleti gözetmek zorundayız. Öte yandan, adalet insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir. Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur.
Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre ise adalet; en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Hipokrat tıp ve felsefe alanında yepyeni mefhumlar serdetmiş bir filozoftur .Tıp ve felsefe gibi birbirinden bağımsız gibi görünen iki kavramı tek bir potada eriterek insanlara yeni erdem tanımları getirmiştir. Deontoloji… Adeta bir slogan gibi teğet geçilen bir kavram…Hipokrat “bir toplumda tıp ve adalet dağıtan adamlar ahlaken düşüşe geçerse o toplumun çöküşü çok kısa zamanda mukadderdir’’ diyor.
Tüm değindiğim bu konular adalet kavramının toplumun her kesimine, entelektüellerine, sosyal bilimcilerine erdem lambası tutan tek ortak paydadır.
Adalet kavramı tam ve düzgün yapılır; ve bireyler tarafından da anlaşılır ise o toplumların önü çok açıktır.