İçindeki İnsanlığı Bulmak İsteyenlere Livaneli’den “Huzursuzluk”

Doğma büyüme bir Ankaralı olarak İstanbul’da geçirdiğim son iki ay beni fazlasıyla değiştirdi. Öncelikle bu şehrin -denizine rağmen- Ankara’daki sakinliğe dair tek bir iz dahi taşımadığını söylemem lazım. Ancak tüm karmaşasına ve de şanı yürümüş trafiğine rağmen burada benim en çok dikkatimi çeken, sokağa adımımı attığım anda Türk vatandaşlardan çok Arap ve Suriyelilerin olmasıydı. Tüm bunları düşünüp nedenini bulamazken ve İstanbul’dan ayrılmama iki hafta kalmışken, Zülfü Livaneli’nin “Huzursuzluk” adlı eserini aldım elime.

“Huzursuzluk”, incecik bir kitap. Gerçekten huzursuzluk duygusunun ta kendisi gibi, belli belirsiz bir varlığı var. Mavi sayfaları ve de buna uygun kapağı ile sürekli size kendini hatırlatan ve de kenara koysanız da tekrar okumaya devam etmenizi sağlayan bir gücü var sanki. İstanbul’da gazetecilik yapan İbrahim anlatıyor bize öyküyü. Çocukluk arkadaşı Hüseyin’in Amerika’da öldürülmesinin ardında yatan sırrı çözmeye çalışırken kendini upuzun bir hikayenin içinde buluyor ve bu hikaye terör örgütünden kaçan ve Türkiye’ye sığınan insanlarla dolu bir kamptaki Meleknaz adlı kızda son buluyor. Kitabın asıl kahramanı size tüm hikayeyi anlatan Hüseyin gibi geliyor başta ama asıl kahraman Meleknaz. Çünkü Meleknaz, sokaklarda üç çocuğuyla oturduğunu gördüğümüz, yağmurun altında saatlerce ona yardım edecek birini bekleyen ve hikayesini hiçbirimizin bilmediği, son zamanlarda sayısı binleri hatta belki on binleri bulan kadınlardan yalnızca biri.

Terörizmden kaçarken yakalanan, işkence gören, bir eşyaymışçasına oradan buraya savrulan ve tüm bu kötü geçmişten doğan kör bir bebeğin annesi olan bu kadının onu bu hâle getiren tek özelliği, toplumlar tarafından yüzyıllar boyu yanlış anlaşılmış bir dine mensup olması. Sanılanın aksine inananlarına “Yezidi” değil, “Ezidi” denilen bu dinin inananları asırlarca şeytana tapmakla suçlanmış. Oysa taptıkları tek şey, hem iyiliği hem de kötülüğü içinde barındırdığını düşündükleri bir hayvanmış: tavuskuşu! Kısacası insanların gaddarlığından ve de git gide kaybetmekte olduğumuz iletişimden dolayı yüzlerce insan katledilmiş. İşin en acı tarafı da şu; bu hikayedeki Meleknaz gerçek olmasa da, sokaklarda, savaşın olduğu yerlerde ve de buralardan kaçan insanların arasında bir değil, binlerce Meleknaz var.

27 Temmuz 2017 Perşembe günü İstanbul’da felaket bir dolu yağışı vardı. Bir elin yumruğu kadar dolu taneleri camları parçaladı, insanlarla dolu Taksim birdenbire sadece akıp giden sularla ve de kopan yapraklarla kaplandı. Ben bunları bir binanın üçüncü katından izledim. Çıkmak için de yağmurun iyice dinmesini bekledim. Sonrasında ayakkabılarım ıslandığında da belediyeden tutun aklınıza yetkili kim gelirse hepsine güzel güzel söylendim.

Ama sonra kaldığım yere doğru yürürken, her gün önünden geçtiğim Suriyeli anneyi gördüm. Adının ne olduğuna dair bir fikrim olmasa da, fark ettiğim tek şey, her gün yanından geçmeme rağmen hikayesini asla merak etmemiş olmamdı. Onu buraya itenlere değil, ayakkabımın suya batmış oluşuna kızmamdı. Yanından geçip giderken üzülmekten başka bir şey yapmamıştım o ana dek. Görmezden gelirsem hem onun acısını hem de benim içimdeki insanlık acısının geçeceğini varsaydım. Oysa kucağında üç tane çocuğuyla bu kadın kim bilir kaç saattir o dolunun altındaydı ve kim bilir çocuklarının canı yanmasın diye kendi canı nasıl yanmıştı.

İşte o an uzun süredir ilk kez, bu karmaşa ve sular seller ortasında ayakkabısız yürüyesim geldi.

O kadın orada çıplak ayaklarla otururken ben ayakkabı giymeye utandım.

Livaneli’nin Meleknaz’ı suratımı kıpkırmızı yaptı.

Bazı sorunların çözümlerini düşünsek de bulamıyoruz, biliyorum. Ama “Huzursuzluk”’ta Meleknaz’ın sokaklarda olmadığını, çocuğuna bakmak için çalıştığını ve de en çok ona acıyan, ona merhamet ettiği için iyilik yapan insanlardan uzak durduğunu biliyorum. Bir de tabi “başka dinden bir kıza nasıl yardım edersin, onunla nasıl evlenirsin,” diyenlerin İbrahim’i öldürdüğünü. Ama belki bir değil de on tane İbrahim olsa, en azından bir Meleknaz kurtulurdu. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun, insanlar başkalarına saygı duymayı ve de onları da hayata olabildiğince bağlamayı öğrenirdi. Bu yüzden günün kargaşasında kendini ve de insan olmanın aslında ne demek olduğunu unutan bizlere küçük bir hatırlatma için çok güzel bir kitap bu.

Önce düşüncelerimizdeki, sonra da her gün önünden geçtiğimiz sokaklardaki Meleknazları ve daha nice insanları, yaşadıkları adaletsiz hayattan kurtarmak için güzel bir adım…

 

GÖRSELLER:

http://d1q4va98ktzv8u.cloudfront.net/wp-content/uploads/2015/11/untitled-7-960×620.jpg
http://www.dogankitap.com.tr/images/kapak/huzursuzluk_o.jpg
http://image.cdn.iha.com.tr/Contents/store/img/488000/488828.jpg

 

Leave a Reply