Perestroyka, 1980li yılların başından itibaren ekonomik ve siyasal sistemin yeniden yapılandırılarak, devlet mekanizmasının hantallıktan kurtarılarak, verimsiz işleyen devlet kurum ve işletmelerinin daha liberal bir bakış açısı ile merkezden bağımsız, kar amaçlı üretim odaklı sistemlerin araştırılıp bulunması ve yeniden inşasıdır. Gorbaçov ekonomiyi serbestleştirerek SSCB’nin de bütünlüğünü korumak istemiş; ancak SSCB’nin dağılmasını engelleyememişti.
Yeni kurulan tüm devletlerin başkanları eski SSCB’nin; KGB, EDK ve DUMA’nın da eski yöneticileri olduğu bir gerçektir. Böylece Moskova’nın etkinliği de devam etmiştir. Bu dönemde Ronald Reagen’in danışmanları, Amerika’nın büyük think tank kuruluşlarının uzmanları Gorbaçov ve ekibine akıl hocalığı yapmıştır. Bu işbirliğinin ardından karşılıklı olarak nükleer silahsızlanma anlaşması imzalanmıştır. Bu iyi niyet süreçleri 90 yılında Gorbaçov’a Nobel Barış ödülünü getirmiştir. Böylece Batı, yeni Rusya’yı akredite ettiğini göstermiştir.
Siyasi terminoloji diliyle SSCB’nin dağılmasından sonra iki kutuplu sistem çökmüştür.
Yukarıdaki cümlelerim bundaki sonraki kuracağım cümlelerde toplumun her zaman restructing’e, yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğuna dair bir destek, zemin olsun diye kullandım.
Büyük toplumsal inkılaplarda ve devrimlerde geleneksel, yüzyıllarca devam etmiş sistemin çok kısa bir süreçte tatbik edilmesi toplumsal huzursuzluk ve rahatsızlıklara sebep oluyor. 5-6 yıllık bir süreçte harf inkılabı, halifeliğin kaldırılması, kıyafet devrimleri, tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumun tüm katmanlarının içine sindire sindire kabullenmesini getirmedi. Toplumsal referanslar ve normlar piramitin tepesinden dibine kadar dikte ettirmekle değil; tabandan tavana toplumsal ihtiyaç, istek ve bekleyişlerle herkesin hakkını gözeterek tatbik edilirse sağlıklı olabilir.
…Ve arkasından gelen tek partili uzun bir Milli Şef dönemi. O dönemin meşhur şairleri Tekin Alp (Moiz Kohen), Kemalletin Kamu ve Behçet Kemal Çağlar…
Vefat ettiği 1948 yılına kadar 17 yıllık meşhur Milli Şef’in Ankara Valisi’nin Nevzat Tandoğan bir grup solcu ve sağcı gence azarlar gibi “Size de ne oluyor… Siz kimsiniz… Komünizmi de şeriatı da getireceksek biz getiririz…” diye söylediği rivayet edilen elitist, tepeden bakıcı, üstten inmeci ve dikte ettirici bir yapı…
….Ve arkasından gelen “Yeter Söz milletindir!” sloganıyla iktidara gelen bir Demokrat Parti… 10 yıllık iktidar ve muktedirlerin memnuniyetsizliği ve arkasından gelen 5 yıllık bir dönem… 1965 Adalet Partisi iktidarı… Arkasından gelen 1971 muhtırası… 80 darbesi… Milli şef döneminin istibdadını kullanan, sürekli flasback yaptırtan, mağduriyet üzerine siyaset yapan sağ parti iktidarları…
1987 yılından başlayarak rahmetli Turgut Özal’ın Gorbaçov’u yakından takip ettiğini düşünüyorum. Bu süreçte serbest konuşma, düşünme ve ifade özgürlüğü rahatça kullanılmaya başlandı. Devlet kanadında birtakım fikirlerin oluşması için ilk tohumların atıldığı dönemdi aynı zamanda Özallı yıllar. Liberal demokratlar herkes için demokrasi isteklerini, özgürlüklerin kısıtlanamayacağını dile getirmekten çekinmiyorlardı.
Turgut Özal toplumun önünü açma adına şu anda popüler birçok gazeteciyi yurtdışında hem lisan hem de CNN, BBC gibi uluslararası otorite, ekol olmuş basın kuruluşlarına eğitime gönderdi. Bu okumuş çocukların toplumun önünü açması için her türlü desteği verdi. Onların toplumsal ifade kabiliyetinin önünü açtı.
Ve gelelim 1991 yılına… İlk defa Mehmet Altan köşe yazısında 2. Cumhuriyet fikrini dillendirdi. 2. Cumhuriyetçi fikirlerin temsilcilerinin az olması ve aydın olmalarıyla sınırlı olmalarından dolayı toplumsallaşamıyor. Konjonktürden dolayı da üstü örtülmüş gözüküyor. Mehmet Altan köşe yazısında, “Toplumsal tezler eğer ayağı yere basıyorsa ve doğru çözümler getiriyorsa ilk önce çok tepki çeker, herkes bir şekilde bunu eleştirir, ürker, çekinir. Sonra o dönem biter ve 2. Cumhuriyet hafif hafif merak edilmeye başlanır. O merak edilme sürecinde yaygınlık kazanır, sonra da kabul dönemi gelir” diyor.
Türkiye’nin siyasi, ekonomik, kültürel, dış politik, stratejik ve aklınıza daha ne gelirse; bu tür konularda söz söyleyebilen, fikirleri olanlar ikinci cumhuriyetçiler olarak anılabilirler. Mehmet Barlas, Etyen Mahçupyan, Mehmet Altan, Eser Karakaş, Şahin Alpay, Ahmet Hakan, Ali Bayramoğlu… İslamcı kanatta da Abdurrahman Dilipak, M. Şevket Eygi, Ali Bulaç, Ali Karahasanoğlu, İbrahim Karagül, Fehmi Koru ve Ahmet Taşgetiren ve son demlerde batı medeniyetinin yetersizliği ile ilgili orjinal fikirleriyle Yusuf Kaplan bu işe teşne olabilirler…
Ve gelelim 28 Şubat sürecine… Detayına girmek istemiyorum şimdilerde yazılıp çiziliyor, ciddi bir toplum mühendisliğinden bahsediliyor. 28 Şubat’tan benim aklımda kalan en önemli söylem Ahmet Taşgetiren’in bir köşe yazısı. Taşgetiren köşe yazısında özetle şunları söylüyor. Bir apartmanın dindar teyzesi ve amcası konumundaki kimseler apartman sakinlerine, genç kızlarına ve delikanlılarına ayrı ayrı nasihat edebiliyorlardı. Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi egzajere edilmiş karikatürize figürlerle dindarlar itibarsızlaştırılmış ve bu fikirler ile toplum mühendisliği yapılmaya çalışılmıştır.
Ve gelelim 2002 yılı Ak Parti iktidarı… 7 Şubat 2001 Anayasa kitapçığı meselesi, arkasından gelen Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik buhranı gecelik faizlerin %7500 olduğu zamanlar… Akabinde kim gelse bundan kötü olmaz imkânlarıyla yakalanan %34.5luk bir başarı… İktidarın oluşturduğu tabii yıpranma ile karşılaşmayıp sırası ile 46,5 ve 49,9 ile taçlandırılan bir Ak Parti iktidarı, %58,5 ile sağlanan Anayasa oylaması başarısı…
Tüm bu başarılara rağmen dindarların ve İslamcıların kendini ifade etme, giyim kuşamına karışılmaması, meclise milletvekillerinin başörtüleri ile girmesi ve muhalefetin buna zımnen onay vermesi toplumsal bir rahatlamaya sebep oldu.
Ve gelelim günümüze… Gezi olayları, öğrenci evleri meseleleri, yolsuzluk iddiaları, paralel yapılanma gibi toplumsal gerginlik, başkalaştırma, ötekileştirme gibi sıfatlarla adlandırılan her türlü saflaştırma topluma patinaj yaptırıyor. Patinaj yapan toplumların fertlerinin güzel fikirler üretmesi, milletin önünü açacak fikir adamı, bilim adamı, müteşebbis yetişmesi zordur.
Şimdi topyekün yakınlaşma zamanı. Neredeyse savaşın eşiğindeyiz. Soma olayları toplumsal yakınlaşmaya getirdi. Yakınlaşma için illa bir deprem mi olması gerekiyor? Gorbaçov’a verilen Nobel barış ödülü gibi bir barış ödülü de benden. 21 yaşında bir Bilkent öğrenicisi olarak toplumunun tam ortasındayım, tam göbeğindeyim. Bir Türk kızıyım, bir mestureyim, okuryazarım… Bizlerden de aferin almak o kadar kolay değil… Benden size bir postula… Araştırmaların, yeni bir medeniyet inşasının ilk adımı olarak toplumsal barış projelerini kuvveden fiile dönüştürme zamanı… Yeni bir medeniyet projesi ile ilgili olarak Numan Kurtulmuş, Ali Bulaç, Ahmet Taşgetiren, Yusuf Kaplan, Fehmi Koru, İbrahim Karagül gibi isimlerin dominant bir rol oynayacağını düşünüyorum. Bu işleri tek başına bir iktidarın yapması mümkün değil. Geniş toplumsal yakınlaştırma hareketleri, toplumun akil adamlarının sosyoloji bilgisi ile teçhiz olunmuş, kanaat önderlerinin meseleye vaziyet etmesi ile olur.