İki yıl…
Nasıl bir şey yıldırım hızıyla aklınızdan silmeniz koca iki yılı? Bir düşünelim mi ne yaptık iki yıldır?
Gündelik hikayelerden başlamak gerekirse benzer şekillerde ağzınızda o kesif tatla uyandığınız sabahınız vardı mesela. Suyun soğukluğunun diri güzelliğini nadiren fark ettiniz. Kahvaltı ettiniz zaman zaman zorla, bazen de koca öğlenler sığdıramadınız sayısız çayınızın yanına. İşe gittiniz mesela, lanet ettiniz kravatınızın sıkılığına, giydiğinizde fark ettiğiniz çorap kaçığına, müdürünüzün çekilmez bedenine yerleşmiş meymenetsiz suratına. Okula gittiniz her sabah üşenmeden. Bazen ders için bazen de sırf o derse gitmemek için gittiniz okula. Futboldan bahsettiniz, okuduğunuz bir kitabı anlattınız, dinlediğiniz şarkıları paylaştığınız insanların sizin gibi duymaması kudurttukça zihninizi küfürler ettiniz içinizden. Akşam oldu, eve gittiniz, fark ettirmeden odanıza geçtiniz ve harcadınız zamanı olması gerektiği gibi. Ya da belki bir bara takıldınız evden önce insanları izlediniz nasıl bu kadar kopuk olduklarına anlam veremeden. Tanımasanız da çok tanıdık geldi yüzler sanki daha önce görmüş gibi. Kim bilir belki de iki yıl içinde yaptığınız yüzlerce metro yolculuğundan birinde karşılaşmışsınızdır.
Aşık oldunuz mu? Fark ettiniz değil mi nasıl güzel olduğunuzu ve nasıl güzel olduğunu onun. Peki gerçekten yaşayabildiniz mi? Yani yeterince yavaş mıydı sizce? Mesela iki yıl içinde öleceğinizi bilseydiniz öyle mi yaşardınız? Sözcüklerle aranız bozuldu mu mesela? Kavgalar sığdırdınız zamana, tripler attınız geceler boyunca, dudak büktünüz, canını yaktınız durduk yere…Bazen taktikler yaptınız, tiyatral bir boyut kattınız öpüşmelerinize. Yaşamanın ötesinde berisinde dolanıp durdunuz. O küçük dünyanızı nasıl da büyüttünüz, yaşayamadığınız kadar yaşamayı seçebilecekken yaşadıklarınızdan vazgeçtiniz. Olsun! Yaşadınız…
Belki bir ormana girmişsinizdir hafta sonu. Kıyafetiniz de pek uygun değildi ama işte o sinir bozucu enerjik arkadaşınız zorla tuttu kolunuzdan soktu ağaçların arasına. Üstüm başım rezil oldu diye düşündünüz, o an evde yatıp uyumak vardı koca sabah, öğlene bahşetmek gerekirdi sabah kahvesini belki de ne gerek vardı şimdi ormana, sabah yürüyüşüne, popülist fiziksel aktiviteye. Dolu dolu hayıflanmaya fırsatınız oldu yani.
Sonra bir gece kavga ettiniz. Eminim ki sağlam motivasyonlarınız vardı kavga için ve ettiniz işte çok da düşünmeden. Ağız, burun, kan, revan…Kızanlar, üzülenler oldu da doğrusu pek pişman olmadınız. Bazen çizgi ihlali yapmanız gerekir kaza olmasın diye.
Belki ilk defa belki de artık solucan yumuşaklığına gelen bir refleksle oyunuzu kullandınız. Oy verdiğiniz partiyi de pek beğenmiyordunuz ya mecbur kaldınız verdiniz. Ya da tam tersi bayılıyordunuz iktidar partisine yine kafamıza konsunlar istediniz. Öyle ya da böyle herkesin aynı şekilde basabildiği o mührü daire içine denk getirdiniz büyük bir titizlik içinde. Sonra geçtiniz ekran başına baktınız değişen bir şey yok, yüzde yetmiş açılan sandıkla uykuya daldınız güzelce. Ya da bu iki yıl yaşayan insanlar olarak ilk defa seçim heyecanını tadan 90’lar çocukları oldunuz.
90’lar çocukları demişken…Ağaçlara çıktınız, sarıldınız belki. Sonra ağaçlarınıza dadandı kargalar, inmediniz. İyi direndiniz kendinizce. Devrim mevrim yoktu kafanızda da reflekslerinizi keşfettiniz ilk defa. Annenizin adının ‘anne’ olmadığını öğrenmek gibiydi. Birlikte olmanın güzelliğini iliklerinize kadar hissettiniz. Sonra işler değişti biraz, yine şikayetlendiniz. Belki de çok haklıydınız kim bilir.
Bir taksiye atladınız gece vakti bilmediğiniz bir şehirde. Yabancı olduğunuzu anlayan taksi şoförü dolandırırken tüm şehri size güzelce muhabbet ettiniz üstüne. Eve gitmenin huzuru pişmanlığınızı bastırdı belki.
Bazen bir baktınız ki üniversite kantininde goy goy yapmaktan ibaret olmuş hayat. Yan masada da konuşuyorlar işte ezilenler, azınlıklar, işçiler, lgbt hakları falan, ilginizi çekti, birkaç kitaba sarıldınız keşfettiniz merkezdeki saklı caddeyi, oralarda dolandınız bir müddet. Sokaklara fırladınız sonra. Gördünüz ki işler öyle kolay ve temiz değil. Sakinleştiniz biraz ‘hassasiyet’ kelimesini ağzınıza dolamak kaydıyla…
Anneniz, sevgiliniz, kız kardeşiniz çok özeldi her zaman da bir küçük ‘erkek adam’ olarak kadın hakları dendiğinde gerildiniz. Yahu gerilmek de istemiyorum ama ne oluyorsa uzak durmak gerekiyormuş gibi geliyor şu feministlerden dediniz. Tanımlayamadınız, açıklayamadınız durumu. Sonra bir ‘adam’ daha çıktı dedi ki ‘marjinal’ hah dediniz evet işte bu da çok marjinal. Orta yolda hakçı hukukçu oldunuz rahatınıza baktınız.
Ya da tam tersi oldu belki ve varlığınızı başkalarının varlığında buldunuz, hakkınızın teminatının onların hakları olacağını düşündünüz. Son iki yılınızı örneğin bir mücadeleye adadınız. Her anınızı dolu yaşadığınızı düşünürken günde sekiz bardak su içmeyi unuttunuz mesela.
Diyetlere kaptırdınız yılın en az 8 ayı. Bozdunuz, yine başladınız, olmadı tekrar. Derken bir gün anladınız ki ne güzelmiş evin yanındaki köfteci. Belki de öyle olmadı. Müthiş vücudunuz gurur verdi. Yürüyüşünüz bile değişti. O güzellikle yürüdünüz sokaklar boyu.
Fotoğraflar çektiniz. Dünyanın size sunduğu yüzlerce açıdansa ön kameradaki ile yetindiniz. O mutlu etti belki. Ya da sırf paylaşabilmek için sizden akıllı telefonlarınızda fotoğrafı severmiş gibi yaptınız. Çoğu zaman yanınızdakilerin nasıl gülümsediğine bile dikkat etmediniz. İki saniye sonra bir uygulamada sunulmaya değer olup olmadığını değerlendirmekle geçiyordu saniyeleriniz. Ve iki yıl böyle çektiniz fotoğraflarınızı. Ya da İstanbul’un ara sokaklarına daldınız ve o açılara kaptırdınız saatlerinizi. Gözünüzün bir adım önünden baktınız dünyaya. Neyin gerçek olmasını dilemenizin bir önemi yoktu da dilediniz yine de.
İki yıl önce bugün öldünüz!
Bunların hiçbiri olamadı!
Nefesinize el koydular, sesinizi çaldılar, gününüzü gasp ettiler, geleceğinize hükmedip yaşamınızı elinizden aldılar!
Tüm bu saçmalıklar iki yıl önce Berkin için sona erdi.
Aldığımız her nefeste Berkin ve tüm katledilen çocuklar var, aldığımız her nefeste hayatları çalınan kadınlar var, aldığımız her nefeste bize ait olmayan bir katliam var.
Unutmamak Üzere…