”Ölenler ile öldürülenler üzerine konuşulan bir tarihten ziyade, kalanlar ve yaşayanalar üzerine konuşan bir tarihi daha çok önemsiyorum”
Hrant Dink
Hrant göçüp gideli 8 yıl oldu fakat davada somut bir ilerleme yok. Bunun neden böyle olduğu konusunda yüzlerce neden sıralayabiliriz. Niyetim nedenleri sıralamak değil, asıl amaç ölümler üzerinden yükselen klasikleşmiş bir siyasi tavrı eleştirmek, tıpkı Hrant’ın yapmaya çalıştığı gibi. Aksi takdirde her yıl aynı şeyleri dile getiren tekrarlara düşmekten kurtulamayacağız. Bu sebeple, nedenlerin temeli üzerine konuşmak var olanı görmekten çok daha değerli diye düşünüyorum.
Toplum olarak duygularımız, düşünme alışkanlıklarımız ve düşünce kurma biçimlerimiz bize Osmanlının son döneminden kalan eski refleksler, bu refleksler bugünkü toplumun DNA sını oluşturuyor. İttihat ve Terakkinin temellendirdiği devlet terörü de bu DNA’ya korku faktörünü eklemekte. 1915’te Ermeni toplumunu tek potada eritmeye çalışan bu ideolojik tavır halkına da susmayı ve korkmayı bir erdem olarak aşıladı. O günlerden bugünlere Dersim, Maraş, Sivas, Roboski ve niceleri bu DNA’nın yaşanılan acılara karşı verdiği reflekslerin değişmediğini bize gösterdi. Her iktidarın içindeki ittihatçı bakış açısı Türkiye’nin geleceğini şekillendirmeye devam ediyor. Bu bakış açısının son örneğini Hrant davasında çok iyi görebiliyoruz çünkü bahsettiğim kadim refleksler her dönem kalıcı
Hrant davasında yargılama süreci bir suçun sümen altı edilmesi için 8 yıl sürdü ve sürmeye devam ediyor. Azmettirici Erhan Tuncel’in bugün dışarıda olması buna en büyük kanıt. İşin acı tarafı toplumun yönlendirici kesimleri olan STK’lar, siyasi partiler gelişmelere birebir tanık olmalarına rağmen yeterince bu süreci dile getirmiyorlar. Arkasında yatan nedeni çok uzakta aramıyorum yazının başında da bahsettiğim gibi resmi devlet tutumu suskunluğu ve kabullenmeyi de resmileştirdi. Sanırım birçoğu da içinde bulundukları bu durumun farkında değil, çünkü bu vicdani bir kilitlenme ve insanların bilinçaltlarında hala diri durumda
”Bir suçu vatan için yapıyorsak, o artık suç olmaktan çıkar” bakış açısı ve mantığı, yaygın ve köklü olmaya devam ettiği sürece, Türkiye Cumhuriyeti’nden bir hukuk devleti olmayacaktır. Yapılması ve aşılanması gereken tek şey suçun her nasıl şekilde ve kimin için işlenirse işlensin suç olarak değerlendirilmesi gerekliliğidir. İttihat ve Terakki’nin temellendirdiği ve bize miras kalan bu siyasi tavrı kırmak ancak onunla yüzleşildiği zaman aşılacaktır.
Çözümsüzlüğün üzerine büyüyen bir ülkede gerçekleri tartışmak görüldüğü gibi kolay olmuyor. Buna kalkışanlar ise devlet eliyle susturulup marjinalleştiriliyor. ”Akıl” dediğimiz kavramın hiçlikle eşdeğer olduğu günümüzde 100 yıllık devlet geleneğini benliklerden atmak çok zor. Özellikle siyaset kurumu kendi varlığını bu yanlışlar üzerine şekillendiriyorsa.
Cinayetlerin meşru olmadığı bir ülkede barış içinde yaşamak dileğiyle.