Son hadiselerin gösterdiği bir sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde her an herhangi bir vatandaş her şeyle karşılaşabilir. Devletin en üst adalet organlarından birisi olan bir adliye sarayı basılarak savcının rehin alınması ve sonrasında katledilmesi, bizi bu sonuca götüren olaydır. Kaldı ki bu neticeye ulaşmak için bu olaya da gerek yoktu. Birkaç yıldır işlenen cinayetler (Berkin, Gezi cinayetleri vs.) de açık bir şekilde bu noktaya işaret etmekteydi. Son olarak savcı katliamı, toplum güvenliğinin ciddi bir tehdit altında olduğunu gösterdi. İşin garip tarafı; bazı çevreler bu saldırıyı, Berkin Elvan’ın katliamının rövanşı gibi lanse ederek meşru görme eğiliminde. Maalesef son cümledeki iddia, bu yazının yazarının herhangi bir iddiası değildir, bilakis 1 Nisan’da Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nün bir tartışma programında HDP çizgisindeki bir üniversite öğrencisi tarafından seslendirilmiş bir görüştür.
1 Nisan günü Türkiye’deki sol fraksiyonların tartışıldığı programda mevzu ile ilgili yapılan sunumun ardından tartışma konusu olarak Türkiye’deki sol fraksiyonların birleşebilmesi ve/veya dönüşebilmesi ve bunun ne şekilde gerçekleşip gerçekleşemeyeceği belirlendi. Tartışma ufuk açıcı, üzerinde düşünülmesi gereken yorumlarla başladı. Hakkında yeterli bilgimin olmadığını hissettiğim sol cereyan ile ilgili en azından bir fikir verme açısından önemli bir başlangıç yapılmıştı. Maalesef karşıtlık üretmekte pek mahir olduğumuz şu dönem, bu siyasi tartışma programına da tesir etti. Ve söz döndü, dolaştı, DHKP-C terör örgütünün gerçekleştirdiği terör saldırısına geldi. İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde Berkin Elvan davasının savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın odasında rehin alındığı ve neticesinde katledildiği terör saldırısı, bir arkadaşımızın bakış açısına göre meşru ve amacına ulaşmış bir eylemdi. Arkadaşımızın görüşlerini ciddi anlamda saygı duymakla birlikte garipsedim.
Meselenin ideolojik bir tarafı olmadığımı ve bir vatandaş gözüyle meseleyi yorumlayacağımı belirtmek isterim. Yorumlarım HDP çizgisindeki o arkadaşlara soracağım bazı sorular çerçevesinde olacaktır:
- Berkin Elvan’ın katledilişinin ardından Berkin gibi bir küçük, günahsız, masum bir çocuğun yetim kalmasına sebebiyet veren bu hadisenin meşruiyeti nedir?
- Savcının devletin temsilcisi olduğu için katledildiği ve bundan dolayı bunun meşru olabileceği görüşünün mefhum-u muhalifi –tasvip etmesem de- öldürenler tarafından aynı garip tavırla Berkin’in taşeron terör örgütlerinin temsilcisi olarak görülmesi bu katliamı meşru yapar mı?
- İnsancıl, barış yanlısı partiniz HDP’nin uzantısı olarak bu kanlı cinayeti savunmanız çelişki doğurmuyor mu? Ayrıca HDP’nin olaylara karşı tavrı bu eylemde olduğu gibi kanlı bir eylemi destekleme yönünde mi, yoksa gerçekten barış elçiliği mi yapıyor?
- Toplumsal, hukuki ve sosyal meşruiyet icabı ‘gayrimeşru’ olarak görülen savcı cinayetini destekleyerek hangi toplumdan hangi insandan oy istenilebilecek?
- Bu terör eyleminin sol menşeili insanların bir kısmı tarafından meşru görülmediğini biliyor musunuz?
- Tüm bunların ışığında tartışma sorumuza geri dönmek istiyorum. Türkiye’deki sol fraksiyonların birleşebilmesi için somut manada ne yapmak gerekmektedir ve Türkiye’deki bu sol topluluklar neden toplum nezdinde ciddi bir kitlesel destek alamıyorlar?
Cevap açık değil mi?
Son olarak Berkin’in ailesinin yaptığı, ders niteliğindeki açıklamayı tüm insanlarımızla paylaşmak istiyorum. Her birimizin çıkarabileceği birçok şey olduğuna eminim. Bu metne en çok ihtiyaç duyanlar da savcı katliamını meşru görenler olacaktır:
“Aşık Veysel ‘Koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa’ demişti. Hiçbirimiz aynı durumu, aynı olayı aynı yorumlamıyoruz. Kalbimiz farklı şeyler dese bile bir şekilde bulunduğumuz taraf o duruma farklı yorum yapmamızı sağlıyor. Berkin vurulduğunda ve öldüğünde böyleydi, savcı Mehmet Kiraz ve iki genç öldürüldüğünde de böyle oldu.
Tertemiz duygularıyla ayrım gözetmeksizin insanların acılarını sahiplenenler, destek olanlar, adaletsizliğe, hukuksuzluğa tertemiz duygularıyla karşı çıkan dostların her zaman başımızın üstünde yeri vardır.
Bunun dışında kalanların görüşüne saygı duyamıyoruz artık. Saygı duymadıklarımız için Berkin, Ceylan, Uğur, Nihat, Burak, Yasin, Mehmet Kiraz, Bahattin, Şafak sadece bir sonraki ölüm olana kadar geçerli gündem ve siyaset malzemesidir. Yeni ölümler yeni gündemler…
“İsimler ölüp gider. Onlar için önemli olan sadece ölenin siyasi kimliği, o yoksa etnik kimliği, o da tutmazsa mezhebi… Çocuk olduğu için, genç olduğu için, kadın-erkek olduğu için hepsinden önemlisi insan olduğu için sahip çıkmayanlar yönlendiriyorlar hayatı. Artık yeter. Biz Berkin’e yetiştiremedik gözyaşlarımızı, ancak siz başkalarının gözyaşları aksın ve siyaset yapalım diye bekliyorsunuz. Meclis’te olsun olmasın, sağ ya da sol görüşlü, iktidar partisinden Meclis dışı muhalefetine, çoğunuz aynısınız. Bu hayat çok acı, çünkü sizler günlük siyaset yapasınız, gündeminiz dolu olsun diye bizler evlatlarımızı, eşlerimizi, babalarımızı, annelerimizi toprağa veriyoruz.
Burak Karamanoğlu hayatını kaybettiğinde babasını aradım. Eşimden başka kimseye sormadım. Eşimle konuştuk ve evlat acısı yaşayan bir babayı aramak zorundayız, bu insanlık görevidir dedik. Alkışlayan oldu, karşı çıkıp eleştiren oldu, bundan yararlanmaya çalışanlar oldu. Alkışınız, eleştiriniz sizin olsun. Biz evladını kaybetmiş bir babayı aradık, tıpkı İbrahim Aras’ın, Nihat Kazanhan’ın ailelerini aradığımız gibi.”
“Ben Sami Elvan, dün yaşananları ilk olarak sosyal medyadan öğrendim ve yıkıldım. Eşim, ben, ailem yıkıldık. Nasıl olabilir böyle bir şey dedik! Daha önce defalarca, Berkin’i öldürenlerin isimleri belli olsun, yargı önüne çıkarılsınlar diye gittiğim o binada bulunmayı çok istedim. Orada olmam dün avukatların ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün talebiyle sağlandı ve adliyeye girebildim. O odada kimse zarar görmesin diye elimden geleni yapmaya çalıştım. Savcı beyin ve o gençlerin kılına zarar gelmesin diye çok gayret ettim. Dün 1 değil, 2 değil, tam 3 kez daha Berkin’in acısını yaşadım o odada yaşananlarla. Ben kattan ayrılana kadar içeridekilerin sağ olarak çıkması ihtimali vardı. Ancak şu an hepsinin cenazesi var ekranlarda. Bu davanın beklediğimiz bir cezayla sonuçlanacağına zaten inanmıyorduk. Gezi davaları ortada. Öldürülen ve sakat kalan kardeşlerimizin açılmayan, sürüncemeye bırakılan davaları ortada. Dün itibarıyla bizim davamızın adil bir yargılama ile sürdürüleceğine olan inancımız iyice bitmiştir.”
“Şimdi savcı Mehmet Kiraz’ın ailesine başsağlığı diliyoruz ve biliyoruz ki küfreden, hainsiniz diyen, helal olsun diyen bir dolu insan çıkacak. Umurumuzda değil ne dediğiniz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak en içten duygularla ve tüm samimiyetimizle Savcı Mehmet Kiraz’ın acılı ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, acılarını paylaşıyoruz, çok üzgünüz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak Bahattin’in ve Şafak’ın ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, çok üzgünüz…
Cumhurbaşkanı’ndan sivil toplum kuruluşuna, medyasından sokağına, siyasetleriniz, politikalarınız, çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun. Çocuğumuzu bize geri getirebilen var mı? Varsa öyle birisi o çıksın ve konuşsun ne derse, ne isterse yapmaya hazırız. Yok değil mi?
Susun artık. Berkin öldü. Biz her gün yeniden yeniden öldük.”
“Biz yokuz artık. Eğer dava açılırsa ve yargılama yapılırsa, dosyamızı aile olarak sadece kendimiz takip edeceğiz. Hiçbir avukata ve hukuki desteğe ihtiyacımız yok. Bu bir tepki değil. Bu hukukla aramızda artık kimse olmasın diye… Kimse bizim acımızı tam anlamıyor, kaldı ki nasıl anlatacaklar bunu mahkemeye… Biz bugüne kadar olduğu gibi orada olacağız ve davamızı takip edeceğiz. Sadece daha önce evladını kaybetmiş anne, babalar, aileler bizimle birlikte katılmak isterlerse davaya onları kabul edeceğiz. Sonuçta hiçbir şey çocuğumuzu geri getirmeyecek. Tek çabamız başka çocuklar ölmesin, başka analar ağlamasın diye sürecek. Bugüne kadar yüzlerce insan Berkin için gözaltına alındı, soruşturma yaşadı, tutuklandı, okuldan ve işten atıldı, yaralandı. Yeter artık. Kimse zarar görmesin. Görüşü, inancı, konumu, kim olduğu önemli değil. İnsan olan kimse artık zarar görmesin.
Ben Gülsüm Elvan, ben Sami Elvan…
Bundan sonra da kimsenin burnu kanamasın, analar ağlamasın diye elimizden geleni yapacağız. Evladını, eşini, babasını, annesini kaybetmiş ailelerle yan yana olacağız. Kan akmasın, silahlar sussun, barış ve adalet olsun, çocuklar öldürülmesin diye hayatımızın sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Bugüne kadar hiçbir çıkar gözetmeden bize destek olan tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Bugün Abdullah Cömert’in ailesinin yanında Balıkesir’de olamadık üzgünüz. Bugünden sonra sosyal medya hesaplarımızı kullanmayacağız. Bu açıklama son mesajımızdır.”