Geçtiğimiz hafta Ankara’nın göbeğinde gerçekleşen bombalı saldırı bizleri derinden yaraladı. Terör örgütü TAK’ın üstlendiği saldırıda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, kalanlarına ve insanlarımıza baş sağlığı diliyorum.

Türkiye’de son dönemde, neredeyse her kanlı eylemin sonunda “Orta Doğulu olma” söylemi bu saldırının ardından da dile getirilmeye başlandı. Sosyal medyada, basılı medyada “Orta Doğulu oluyoruz.” cümlelerine çok fazla rastlar olduk. Bu söylemde ise fikri olarak en az bu saldırıları yapanların yol açtığı yıkımlar kadar büyük yıkımlar saklı.

Bu söylemlerin arkasındaki algıyı analiz ettiğimizde ise çok ilginç bir mantıksal silsile ile karşılaşıyoruz.

Öncelikle, söylemin ilk iddiası “Orta Doğu” isminin savaşlara, kana, göz yaşına denk olduğudur. Yani Orta Doğu dediğimiz yerde bu tarz eylemler çok normal karşılanmaktadır. Terör eylemi mi oldu, bir insan mı öldü, Orta Doğuluyuz ya ondandır gibi yetersiz bir açıklama yapılır oldu. “Orta Doğu” coğrafyası, sanki havasından veya suyundan terör ve ölüm üretiyor gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor. Yıllardır Avrupalı Oryantalistlerin tavrı, bugün “yerel Oryantalistler” üreterek yeni söylemler inşa ediyor. Asaf Hüseyin’in “Oryantalizm, İslam, İslamcılar” kitabında belirttiği gibi bu tip söylemleri üreten fikir sistematiği, emperyalizmin işgallerine, yıkımlarına meşruiyet alanı açtı. Bu meşruiyet alanı, ürettiği söylemlerle insanların algılarını kontrol ederek ve yöneterek bu bölgedeki ölümleri normalmiş  gibi bizlere kabul ettirmeyi maalesef başardı.

İkinci olarak, Orta Doğu coğrafyasının yanında insanlarını ilgilendiriyor. “İnsanlar eşittir. Bazıları daha eşittir.” cümlesi minvalinde bu topraklardaki insanların yaşama hakları “daha eşit insanlara” göre daha kısıtlıymış gibi bir hava oluşturuluyor. Ankara’da yaşanan bu patlamaya yaklaşım tarzında da bu bölgenin insanlarının ölümü, kanı ve göz yaşı olağanmış gibi bir hava çiziliyor ve ölümle sulanan topraklardaki ölümler “Orta Doğu” yaftası takılarak normalleştirilmeye başlanıyor. Dolayısıyla Orta Doğulu insanlar, Avrupa’dakiler veya ABD’dekiler gibi yaşama hakkına sahip değilmiş gibi bir algının oluşmasına sebep oluyor. Bu görüş, son patlama olayı gerçekleştikten sonra “modernite” dayatmalarının etkisi ile oluşmuş ve bu toprakların “beyazları” tarafından da savunulmaya başlanmıştır.

Üçüncü olarak, Türkiye’de bu tip bir yaklaşımın revaç bulmasının arkasındaki imâ, “üstünlük” algısının bir neticesi olarak görülebilir. “Biz, yani daha Batılılar, Orta Doğulular gibi değiliz ve yaşamaya hakkımız var, ama Orta Doğulular, yani daha az eşit insanlar, medeniyet anlamında oldukça geri konumdalar.” Bu varsayım, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde Orta Doğuluların ölümünü meşrulaştırmasının yanı sıra “daha eşit ve Batılıların” üstünlüğünü de vurgular nitelikte. Yani mevzunun bilinçaltında “üstünlük” ve “gerilik” gibi vurgular yer alıyor.

Sonuç itibariyle, sorunların temelinde suçun değil, suçu meşrulaştırma çabasının olduğunu düşünüyorum. İnsanların “Orta Doğulu” olma kıstası ile ölümleri yorumlama çabası maalesef üzüntü verici ve zayıf bir mantıksal çıkarıma dayalı. Bundan ziyade, meselenin temelindeki sorunlara yoğunlaşmak gerekmektedir. Daha birkaç yüzyıl önce Avrupa’da insanlar birbirlerini keserken, boğazlarken Orta Doğuluların nasıl bir toplumsal özelliğe sahip olduğu özel olarak incelenmelidir. Fakat Oryantalistlerin, kendi ürettikleri coğrafi terim olan “Orta Doğuyu” yine kendi ürettikleri söylemlerle inceleme gibi bir alışkanlığı var ve ne yazık ki bizim de zihin kodlarımıza sirayet etmeye başlamış görünüyor.

Kaynakça

Hussain, A. (1984). Orientalism, Islam, Islamists. Amana Books.

Leave a Reply