Rachel Corrie’nin bu cümlesi, tüm bir Batı dünyasının yıllardır hasretini çektiğimiz özeleştirisini ihtiva etmekte. Zulmedenlerin içinde yaşayanların bu özeleştiriye olan ihtiyacı, insanın suya, ekmeğe ihtiyacı nispetindedir. Çünkü insan, o nispette hakperesttir. Bu mevzunun Müslüman, Hıristiyan veya Musevi olmakla çok bir ilgisi yoktur. Bugün gördüğümüz üzere birçok İslâm lideri “Filistin meselesini” görmezlikten geliyor olmasına rağmen bir Hıristiyan da bu hadiseye o nispette sahip çıkabilmektedir (bkz. Venezuela). Zulmün dini, dili, ırkı, vatanı net bir şekilde yoktur. Yani “Ama o Müslüman, ama o Hristiyan..” gibi bir tutum söz konusu olamaz.
Filistin meselesini zâlim-zulüm-mazlum perspektifinde ele aldığımızda, karşımıza –büyük resme bakalım- İsrail mevcut yönetimi zulmeden taraf olduğunu açık bir şekilde her defasında göstermektedir. Bu açık zulüm inkâr edilemez ki zaten Türk solu ve sağını birleştirebilen nadir olaylardan birisidir. Zulme sessiz kalmak ise zulme ortak olmak gibidir.
Fakat bu mevzuda dikkatli olunması gereken bir nokta daha var: İsrail yönetimi zulmü mü, Musevi zulmü mü, Yahudi zulmü mü? Bu konuda şöyle bir örnek verelim. İsrail’de etkili muhalif partilerinden bazıları Filistin meselesinde iktidara ciddi mânâda karşı durmaktadır. Onların da Yahudi ırkına mensubiyetleri söz konusu olduğundan bu zulme “Yahudi zulmü” demek ırk düşmanlığı içeren bir nefret söylemidir. “Musevi zulmü” demek ise ayrı bir nefret suçudur ki Hz. Musa’nın tebliğ ettiği, tahrif olmadan önceki hak dine saygısızlıktır. “Ehl-i kitaba hakaret etmeme”1 düsturu da bu konuda gerekeni anlatıyor.
Zâlim bahsini kapatmadan önce, zâlime karşı zulmetmek ile ilgili de birkaç şey söylemek icab ediyor. Bu konuda mevzuyu somutlaştırmak için Filistin meselesini tekrar ele aldığımızda Filistinli mazlumların yalnızca ufak bir kısmının bu konuda sınıfta kaldığını söylemek gerek. Son yaşananlarda da görülen Sinagog saldırısı, nefretin ne boyutlara ulaştığını göstermektedir. Bunu gerçekleştiren de kim olursa olsun -zulüm altındaki Filistinliler- bile olsa zulümdür, cinayettir. Ellerinde silah bulunmayan, bir ibadethanede ibadetleri ile meşgul olan masum insanlara silah doğrultmak, orayı bombalamak, oraya saldırmak canilerin işidir. Bu saldırıyı gerçekleştirenlerin zulüm altında olması, kendilerinin zulmedebileceğinin meşruiyetini sağlamaz. Bu sinagog zulmünü, Müslümanlar’ın emredilen nassları çerçevesindeki değerleri de, Batı’nın seküler değer ölçüleri de, insani evrensel kurallar da meşru saymaz.
Meselenin bize bakan yönü ise özeleştiridir. Bağlı bulunduğumuz medeniyetin mensuplarını, herhangi bir gayrimeşru işle meşgul olmasına rağmen sırf bizimle aynı fikirleri paylaştığını söylediği için aklayıp paklayacak mıyız, yoksa Rachel Corrie gibi zâlimlerin şeytanlıkları karşısında -bizim his ve fikir dünyamızdan diye- ses çıkaracak mıyız? Bu meselede özellikle Müslümanlar’ın kendilerine düşen özeleştiriyi yapmaları gerektiğine inanıyorum. Firavun’a -ki o, bugünkü İsrail’den daha zâlimdi- yumuşak sözle öğütte bulunulması gerektiğini emreden2, savaş ortamında kilisedeki papazlara dokunulmaması gerektiğini nasihat eden3, bir insanın öldürülmesini tüm insanlığın ölümü sayan4 bir dinin mensupları kendi içlerindeki zulmedenleri de elbette aklamamalıdır.
Müslümanlar’ın özeleştiriden kaçınmalarının en önemli sebebi ise İslâm’ı gündelik politik üstünlük sağlama argümanları için kullanarak “ideolojileştirmektir”. Bunu bilerek veya bilmeyerek yapanlar, özeleştiriyi düşmana(!) karşı güçsüzlük alâmeti olarak görmeleridir. Oysa ki bir an önce İslâm’ın ideolojiler üstü bir yaşama şekli (lifestyle) olduğu bilincine vararak hareket etme farkındalığına ulaşmamız gerekmektedir.
Kanaatim odur ki, Filistin davasına en çok zarar verenler de İslâm’ın emirlerini yanlış okuyarak kendi dünyasındaki insanların gayrimeşru zulümlerini aklama çabasında olanlardır. Bu yüzden tüm Müslümanlar’ı bu cümleyi söyleyebilme cesaretini göstermeye çağırıyorum: “Zulüm bizdense ben bizden değilim.”
Yazıyı ırkına, dinine, diline bakmadan zâlimlerin zulümleri karşısındaki dik tavrıyla hafızamıza kazınan Rachel Corrie’nin mektuplarından bir kesit ile bitirmek istiyorum:
“Neden barış hâlâ bir hayal dünyada ve neden savaş bu kadar yakınımızda bir gerçek? Neden her gün kırk bin çocuk ölüyor? Yırtılan ozon tabakası, ölen balinalar, kesilen ağaçlar… Aklımda bin çeşit şey var. Ama bunların hepsinin önünde gelen şey, barış!..”
Kaynakça
- Münazarat, Said Nursi.
- Tâhâ – 44. Nahl-125
- İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-kübrâ, I/357-8
- İsra, 32. Maide, 32.