İki binli yılların başlarından itibaren dağdan düze inmeyi bir amaç haline getiren PKK, bu amaca yönelik attığı adımların meyvelerini toplamaya başladı. Zaten üzerine çalışılan bu proje, çözüm süreci denilen zaafiyet sürecinin başlamasıyla bir o kadar daha hızlandı. Şehrin ortasında pusuya düşürülen polislerden ve mayın döşeli asfaltlardan bahseder oldu gazete sayfaları. Ancak aynı amacın en hazin sonucu bugün ne yazık ki üniversitelerde yaşanıyor. Terör örgütü PKK, sayısız kısaltma ve sivil toplum kuruluşu altında kampüsleri günden güne kuşatıyor ve buna engel olmak da bizzat bize düşüyor. Zira bu tehlikeyle yaşayan bizleriz. Her gün biraz daha ölen, bizleriz. Öz yurdumuzda garib, öz vatanımızda parya olmanın eşiğinde yaşayan bizleriz. Biz, kim miyiz?
Türkiye’nin en başarılı, adından söz ettiren ve köklü üniversiteleri bugün bir şekilde PKK ile bağlantısı bulunan bu örgütlerin, toplulukların işgali altında. Sosyal medyada yayınlanan fotoğraflar, videolar ve buralarda okuyan arkadaşlarımızdan dinlediklerimiz bu işgali gözler önüne seriyor. Okuduğumuz her haberde biraz daha sıkılıyor yumruklarımız. Nevruz’u bile tüm heyecanıyla kutlayamadan donuyor yüzümüzde gülüşlerimiz. İstanbul’dan, Hacettepe’den, ODTÜ’den haberler geliyor. Teröristbaşı posterleri örtmüş, bölücü sloganlar susturmuş Nevruz’un şenliğini. Baharın adı kanlı ellerle lekelenmiş. Terör örgütü marşları eşliğinde “baharın gelişi” kutlanmış, inanabiliyor musunuz? Müdahalelerin ise tamamı faşist, gerici, zorba… Peki ya bir eğitim kurumunda, kültürel bir bayramın adı kullanılarak terör örgütü propagandası yapmanın başına getirilecek sıfat nedir, bilen var mı?
Susuyoruz değil mi? Bizden yana hep bozulmayı bekleyen bir sessizlik var hüzünle karışık. Haberler İstanbul’dan da gelse susuyoruz, Dicle’den de, Ankara’dan da… Statlara terör örgütü ve ele başlarının isimleri yazılıyor. Sınıflar basılıyor, öğrenciler yaka paça dersten çıkartılıyor. Sıralardan barikatlar kurulup tahtalara, duvarlara sloganlar yazılıyor. Öz yönetim panelleri ve ilanları düzenleniyor. Ve zafer çığlıklarıyla paylaşılıyor sosyal medya hesaplarında. Gurur duyuluyor. Rektör duysa, basın duysa ne çıkar? “Karşıt görüş” dedin mi akan sular duruyor cânım ülkemde. “Sağ-sol kavgasıdır canım.” deyip geçiliveriyor bir magazin kanalına. Ne yazık ki mesele bu çeşit bir geçiştirmeyle açıklanabilecek kadar basit değil. Bugün üniversitelerde yaşanan tam anlamıyla bir hak davasıdır, var olma mücadelesidir. Evet, kavgadır ama aynı zamanda kavgadan çok daha fazlasıdır.
Yaklaşık on ay evvel Ege Üniversitesinde yaşananlar birkaç günlüğüne meşgul etmişti medyayı. İşte biz bu mücadelenin aslını orada gördük. Fotoğraflarla hedef gösterilen, tehdit edilen, sınavlara, derslere sokulmayan öğrenciler tanıdık. Ders işlenemeyecek hale getirilmiş sınıflar, can güvenliği bulunmadığını beyan eden öğretim görevlileri gördük. Mezuniyetine üç ay kala şehit edilen öz ağabeyimizle tanıştık. Kahrolduk, öfkelendik. Sonrasında ne oldu söyleyeyim. Rektörü aradık, kendisi telefonlara çıkmamayı tercih etti.
Mevzuyla ilgili son yaşanan olay ise herkesi hayrete düşürecek cinsten oldu. Türkiye’nin en iyi okulu olarak bilinen, başarılı ve seçilmiş öğrencilerle varlığını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi’nde PKK’nın kuruluş yıl dönümü bayraklarla, marşlarla kutlandı. Belgesel gösterimi amacıyla okuldan talep edilen salonda, bölücü sloganlar yankılandı. Görüntüler yine efsanevi bir gururla servis edildi. Bomboş salonda, bir grup karşıt görüşlü(!) öğrencinin katil bir örgütün kuruluş yıl dönümünü kutlamasına, yaklaşık dört bin imza ile itiraz edildi ve nihayet rektörlük olayın soruşturulacağını internet sitesi üzerinden duyurdu. Bize de şükretmek düştü. Üniversitelerde hızla büyüyen bu tehlike, ne benim bu köşeme sığar ne de okumaya vakit bulunur. Son yıllarda yaşanan olayların çoğu aynı şiddette, aynı nefrette ve aynı iki yüzlülükte. Ne var ki tüm çabalara rağmen gizlenemeyen bir şey var: Samimiyetsizlik. Çünkü yurtsever bir ağız, on binlerce kişinin katilinin özgürlüğü için açılmaz. Demokrat bir genç, kimsenin yaşama, eğitim gibi temel haklarını zorla elinden almaya çalışmaz. Barış diye kalkan bir el, silah tutmaz. İnsanların ölmesini gerçekten dert eden bir kalp, katile selam durmaz.
Yapıldı mı? Hem de hepsi. Tek tek.
Bitirmeden evvel, yazının başında bir soru sormuştum: “Biz kimiz?”.
Adımızın önemi yok. Vallahi biz bu değiliz.