İnsanların en temel özelliği onun toplumsal ve siyasal bir varlık olmasıdır. Dünyaya gelişiyle birlikte kendisinde var olan refah, mutluluk ve güven içinde yaşama ihtiyacı bireyi diğer bireylerle bir araya gelerek toplum adı verilen bütün içerisinde, ortak amaç ve ihtiyaçlarını gerçekleştirme durumu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Dolayısıyla doğasından kaynaklanan bir gereklilikle toplumsal yaşama dâhil olan birey, oluşan bu yapı içerisinde diğer bireylerle çeşitli ve sayısız ilişkiler kurmakta ve böylelikle doğumuyla başlayan ve yaşamı boyu devam eden bir etkileşim süreci içerisinde yerini almaktadır. İnsanoğlunun toplu halde yaşamaya başlamasıyla birlikte söz konusu toplumsal bütün içerisinde düzenin temini, ortak amaçların gerçekleştirilmesi için iş bölümü ve kurumsallaşmanın sağlanması gibi pek çok sorun ile karşı karşıya kalmakta, bu durum ise, siyaset olgusunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

 

Siyasetin, karmaşık bir yapıya sahip olması neticesinde günümüzde, siyasal analizlerin yapılmasında diğer bilimlerin verilerinden de büyük oranda yararlanılmaktadır. Özellikle psikoloji biliminin insan davranışına özgü tespit ettiği kuralların siyasal davranışlarında açıklanmasında da kullanılmaya başlanması ile birlikte siyaset çok yönlü bir olgu olarak, gerek bireylerin ve gerekse sistemlerin ilgi alanına girdiği görülmektedir. Başlangıçta sadece yönetici ve yönetim şekline ait olgularla açıklanan siyaset, uygulama sürecinde ise topluma ve bireye olan geniş etkisi nedeniyle çok farklı boyutlarda incelenmesi kaçılmaz hale gelmiştir. Oluşturduğu bu etki nedeniyle siyasetin, siyasal hayatta bireyleri ilgilendiren sorunları, sorunların oluşturduğu ortamı, toplumsal yaşam ve yapıyı, toplumsal ilişkileri, siyasal yapı ve kişileri, siyasal yaşamda aktif olmaya çalışan grup ve örgütleri, siyasal sistemin işleyiş ve kararlarını, sistemlerin değişim ve gelişimini, kısaca birey hayatını kuşatan hemen hemen her konuyu kendisine çalışma alanı olarak seçtiği görülmektedir.

 

Devlet dediğimiz aygıtın temel misyonu, ait olduğu toplumun inanç ve kültür temelinde şekillenen ihtiyaç, talep ve beklentilerini karşılamaktır. Bireysel ve toplumsal haklar ve mükellefiyetler de bu temelde anlam ve pratiğini bulur. Her millet bu vakıa temelinde siyasal örgütlenme noktasında belli bir model benimsemiş ve uygulamıştır.

 

İslam’ın siyasal bir sistem öngörüsü var mıdır? Bu soru modern dönemde yaygın olarak “yoktur” şeklinde cevaplandırılmış olsa da, Kur’an ve Sünnet üzerine ibtina eden ilimler ve tarihsel tecrübe bunun aksini söylemektedir.

 

Modern bakış açısının yukarıdaki cevabı, Sünnet’i görmezden gelme tavrının tabii bir yansımasıdır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Modernistler kendi tercihlerini “Kur’an’ın gereği” diye sunma illüzyonuna başvururken, küllî bir hakikati tekil/cüz’î/sübjektif bir istidlale kurban ediyorlar. Zira biliyorlar ki Sünnet bu alanda meydanı onların vehimlerine terk etmemiş, Efendimiz (s.a.v) “Kur’an’ı beyan” görevi çerçevesinde bu noktada da bize “olması gereken”i göstermiştir.

 

İslam ümmetini, siyasal-toplumsal bir bütünlük içinde bir arada tutmaktan ve Müslümanların maslahatlarını gerçekleştirmekten başka bir misyonu olmayan Hilafet –yıllar yılı bu topraklarda yeni nesillere “cüzzamlı” bir kavram olarak propaganda edilmiş olsa da– İslamî ilimlerin ve tarihsel tecrübenin ortaya koyduğu en temel hakikatlerden biridir. Söz konusu propagandanın ezici etkisi altında bu Ümmet yıllar yılı, “Hristiyanları, Yahudileri, Budistleri, Hinduları… bir arda tutan merkezî yapıları var da Müslümanların neden yok?” sorusunu diline almaya dahi cesaret edemedi.

 

Bu noktada “demokrasi şirktir” sakızını çiğnemenin bir anlamının olmadığını yüksek sesle konuşmak durumundayız. 70’li-80’li yılların “tercüme furyası”nda bu toprakların müktesebatına sırt dönen bir kısım yazar-çizerlerin diline pelesenk olan bu slogan, itiraf edelim ki konu hakkında derinlemesine yapılmış çok yönlü tahlillerin neticesi olmayıp, Kur’an ve Sünnet’i “gâvur işgali” altındaki coğrafyalarda bir “kurtuluş ideolojisi” üretme refleksiyle okuyan belli bir çizginin ortaya koyduğu bir tespittir.

 

Demokrasi bir “şablon”dur. İçini siz doldurursunuz. Bu ülkede 12 Eylül anayasasına “evet” diyenlerin ne büyük bir yekün teşkil ettiği hafızalardadır. Buna mukabil, şimdilerde 12 Eylül anayasasının kökten değişmesini isteyenler çoğunluğu oluşturuyor.

 

Ancak burada bir probleme işaret etmemiz gerekiyor: İslamî ilimlerin ve tarihsel tecrübenin ortaya koyduğu pratik bugün bir takım tekinsiz çevreler tarafından gündeme getirilmekte ve alabildiğine istismar edilmektedir. Mesele Müslümanların –en azından ekseriyetin– ortak iradesinin temsil edilip edilmediği sorusunun cevabında gizlidir. Bugün icraatlarını ve bağlantılarını ibretle müşahede ettiğimiz arızalı birçok yapının en temel açmazı budur. Varlığını Müslümanlarla mücadeleye adamış kökü dışarıda yapıların Müslümanları temsil ve Müslümanların maslahatlarını deruhte etme iddiası inandırıcı bulunup ciddiye alınabilir mi?

 

 

 

Leave a Reply

1 comment

  1. ünal boz

    Demokrasi şablon mu/model mi/simgesel mi? Her bilinçte bu kelimelere dair bir anlam birliği yoksa seç seç al kilosu on pare etmez.
    Şablon;çok tekrarlandığında anlamını yitiren basmakalıp söylemlerdir.
    Model;gözlenen olguyu betimleyen matematiksel bir inşa anlayışıdır.
    Simgesel;gerçekliğe aşkın bir düşünme biçimidir.