Genel seçimin ardından siyasi iradenin yakın geleceği hala netlik kazanmamışken, bu boşluğu kendi menfaatine kullanmaktan çekinmeyen terör gruplarının eylemleri iyice hızlandı. Öyle ki, barajı aşmasıyla birlikte süreci daha demokratik bir seviyeye çekmesi beklenen HDP dahi söylemlerini tehdit ekseninde şekillendirdi.
Kendi topraklarımızda, Suruç’ta, bizim gençlerimize saldıranlar bir tarafta; bizim güvenlik güçlerimizi, sağlık personelimizi, yani yine bizim gençlerimizi haince katledenler bir tarafta belirdi.
24 Temmuzda DAEŞ’e karşı başlatılan hareketi her görüşten insan alkışlarken, 30 yılda binlerce katlin sorumlusu olan başka bir terör örgütü PKK’nın vurulması ise cihangir yazarlarımızı “insancıl muamele” çağrısına sevk etti.
Öyle ki, ölen polislerimiz sanki bizim evlatlarımız değilcesine, AK Parti barış ortamını (!) bozup bizi savaşa çekiyor eleştirileri başladı.
Çözüm Süreci Neydi?
Meşhur filmin sahnesi gibi, çözüm süreci sevgiydi, emekti. Devletin bugüne kadar yok saydığı, zulmettiği halka borcuydu. Muhatabı halktı. Kürt halkının kendisine temsil yetkisi verdiği siyasetçilerdi. Muhatabı PKK değildi. Hatta öyle ki, ilk şartı koşulsuz silah bırakmaydı.
Başta Erdoğan olmak üzere siyasi irade bu süreci sahiplendi. Ama PKK’nın çizdiği senaryodan başkasını oynamayan, belki de oynayamayan HDP, süreci Türkiye’nin ortak menfaatlerine doğru yönetmek yerine kendine çıkar yollar aradı. Öyle ki malum terör örgütü, her fırsatta tehdit söylemlerini daha ileri taşıyıp süreci hükümet açısından tek taraflı bir noktaya getirdi.
Çözüm sürecinin ilk şartı olan silah bırakmayı bir kenara bırakalım, terör örgütü yalnızca 7 Haziran’dan bu yana 121 silahlı saldırı 15 adam kaçırma 17 haraç alma dâhil 281 terör eylemi organize etti.
O Dağlarda Kim Vardı, Biz Kimi Vurduk?
Terör operasyonlarının kararlılıkla devam edeceği sinyali her seferinde verilirken, bir kısım medya ise hükümeti “barışı sabote etmekle” suçladı.
O dağlarda barış yaşamıyordu, o dağlarda bu sürece katkı sağlayan hiçbir unsur yaşamıyordu. O dağlarda yaşayan, sürecin her zayıfladığı anında ortaya konan kozdu. Çözüm süreci bu toprakların projesiydi, o dağlarda ikamet etmiyordu. Dolayısıyla, o dağlarda vurulan silahlı bir terör örgütüydü, çözüm süreci değil.
Önümüzdeki günlerde, HDP gerçek manada barışa sahip çıkmaya karar verir mi bilinmez. “İnsan eksenli söylemlerini” yalnızca PKK vurulduğunda ortaya koymaya devam mı edecek? Yoksa bu ülkenin bir unsuru olan Kürt vatandaşlarının hakkını bu ülkenin siyaset arenasında aramaya mı karar verecek? HDP’nin bir Türkiye partisi olarak, PKK’nın yaptığı eylemlere “terör eylemi” diyebildiğini görebilecek miyiz?
PKK’ya yapılan operasyonlar ne denli etkili olur zamanla göreceğiz, ancak içerisinde bulunduğumuz zaman dilimi bize şunu öğretecek: Kürtler sadece ortak kavmiyet düşüncesiyle, ekseriyeti Kürtlerden oluşan bir “terör örgütünü” haklı telakki etmek mecburiyetinde değil. Kürt siyaseti, çözüme ulaşmak adına, kendi içerisinde eleştirel davranmaya başlamalı ve bu ülkenin çözüm sürecine, bu ülkenin insanı adına sahip çıkmalıdır. Yoksa eleştirdikleri “Faşist” düşüncenin kötü bir taklidinden tek bir adım bile ileri gidemeyecekler. Kim bilir, önümüzdeki günler çözüm sürecinin gerçek muhatabı olan Kürt halkının “ara elemanları” by-pass ettiği bir gelecek getirebilir.
Can Ulusoy
epey sorunlu bir yazı keza analizler tek tarafa yoğunlaşmış durumda. Bana Hdp’nin dile getirdiği bir tehdit örneği verebilir misin bu son süreçte? Savaş çığırtkanlığı yapıp terörü yaratan akp midir yoksa hdp mi?
Ömer Faruk Akbal
30 Yıllık terör mazisi olan PKK eylemleri hakkında “terörü yaratan AKP midir yoksa HDP mi?” diye soru sormak en basit ifadeyle sığ bir yaklaşımdır. Dİğer taraftan HDP tehdit söylemlerinde bulunuyor iddiasında bulunsam pek tabii o şekilde ifade edebilirdim. HDP söylemlerini bir tehdit unsuru olan PKK ekseninde şekillendiriyor. Bu ise arkasında olduğum bir önermedir.