7 Haziran Genel Seçimi’nin ardından on iki yıllık tek parti iktidarı sürecine ara vermiş olan ülkemizde gündemi, erken seçim, yeniden seçim ve koalisyon tartışmaları oluşturuyor. Yakın zamanda ikinci bir seçim tecrübe etme ihtimalimiz hala varlığını korurken, koalisyon görüşmelerinde yansıtılan ılımlı hava koalisyon hükümetlerinin olumsuz imajını bir nebze de olsa, daha tartışılabilir hale getiriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümet kurma yetkisini Davutoğlu’na vermesi ile birlikte koalisyon görüşmelerinin ilk müzakerelerini de geride bırakmış olduk. Tekrar seçim ihtimali hala gündemdeyken, sorumluluk altına girmek istemeyen liderler haziran başındaki sert açıklamalarının aksine koalisyon kurmak konusunda daha temkinli açıklamalarda bulunuyorlar.
AK Parti – CHP Hükümeti Ekonomiyi Nasıl Yönetir?
7 Haziran seçimleri ideoloji eksenli seçim propagandalarının yerini proje odaklı söylemlere bırakmasıyla Türkiye siyaseti adına yeni bir dönemi beraberinde getirdi. “Ekonomiyi Kim Yönetirse Mühür Ondadır” yazısı bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi içermektedir.
Seçim söylemlerini ekonomiyi kalkındıracak projeler etrafında şekillendiren AKP ve CHP, koalisyon hükümeti kurması durumunda birbirine ak ile kara kadar zıt ekonomi politikalarını nasıl şekillendirecek?
Bütçe dengesinin hassaslığı üzerinde duran Ak Parti söylemlerine karşı bütçeyi kaynak gösteren CHP vaatleri uygulamada ne kadar yer bulacak? Uygulanması durumunda bütçe açığı ortaya çıkacağı söyleminde bulunan AKP, uygulanmaması durumunda ise seçim ekonomisi güden CHP büyük bir itibar zedelenmesi yaşayacak.
Diğer taraftan halen Türkiye’nin en büyük projeleri olma özelliğini devam ettiren üçüncü köprü ve havalimanı konularında açıkça desteğini belirten AKP ile bu projelerin açıkça karşısında olduğunu dile getiren CHP nasıl bir ortak noktada buluşacak?
Enerji politikası ile paralel şekilde sürekli Türkiye gündemini meşgul eden “Nükleer Santral” konusu hükümetin desteğini almaya devam mı edecek yoksa gereksiz olduğuna mı karar verilecek?
Kılıçdaroğlu’nun 200 milyarlık “mega kent” projesi, projeyi hayali bulan Ak Parti tarafından ne kadar desteklenecek?
İyi kötü uygulanan bütün ekonomi politikalarında zıt tezleri savunan bu iki partinin aynı söylemlerde buluşması, hükümet kurabilmek adına nelerden vazgeçildiği sorusunu sürekli akla getirecek. Bu sebeple, kamuoyunu detaylı bir şekilde aydınlatmadan ortaya konulabilecek “Koalisyon hükümeti ekonomisi” en azından bir partinin ekonomik güvenilirliğini sorgulatacak.
MHP Mesafeli – HDP Olası Görünmüyor
Seçim propaganda sürecini vaatler üzerine kurmak yerine milliyetçi söylemlerde ısrar üzerine kuran MHP ve HDP ise her fırsatta koalisyon hükümetine müdahil olmaya sıcak bakmadığını dile getiriyor.
Olası bir tekrar seçimde hükümetsiz kalınmasının ana sorumlusu rolüne bürünmek istemeyen Bahçeli, üzerine düşen sorumluluğun farkında olduğunu dile getirmesine rağmen, ilk etapta yalnızca bu yükü üzerinden atmak istiyor gibi görünüyor.
Tabanları arasında yapılan yoklamalarda en çok desteklenen olası koalisyon hükümeti olan AKP-MHP, ekonomi politikalarında, CHP’nin aksine temel ayrımlar yaşamıyor. Bu da, hükümetin ekonomi politikası adına, Ak Parti dönemi uygulamalarının devam edeceği sinyalini güçlendiriyor.
Diğer taraftan en zayıf koalisyon ihtimali olarak yorumlanan AKP-HDP veya CHP-HDP-MHP hükümetleri ise bahsi geçen ikilemleri ekonomi adına içerisinde barındırmıyor. Ak Parti’nin CHP dışında kuracağı koalisyon hükümetlerinde mevcut ekonomik politikaları devam ettirmesi, CHP-MHP-HDP hükümetinde ise seçim vaatlerinin uygulanması mümkün olduğu ölçüde hayata geçirilmesi seçmenin en doğal beklentisi olarak görülüyor.
Siyasi Riskin Azalması Gerekiyor
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika’dan oluşan kırılgan beşlinin, ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz artış sürecine girmesinden kaynaklanan sermaye çıkışlarına beklenenden daha fazla direnç gösterdiğini ve sermaye girişlerindeki azalmaya karşın daha küçük emsallerine kıyasla daha az kırılganlık sergilediğini açıkladı. Seçim sonrası belirsizliğin yavaş yavaş ortadan kalktığı günümüz sürecinde ekonomik belirsizliğin tamamıyla ortadan kalkması ise partilerin ekonomi danışmanlarına düşüyor. Seçim süreci boyunca diğer partilerin ekonomi projelerini mümkün görmeyen siyasiler, ortak hareket etmek zorunluluğunda kaldıklarında hangi gerçekliği savunacaklar?
Geçmişte yaşadığımız belirsizlikleri ve getirdiği krizler için ödediğimiz bedelleri unutmadan, ekonomi politikasının geleceğinin netleştirilmesi gerekiyor. Hem yatırımcı hem de seçmen için ekonomik güven ortamının oluşmadığı bir senaryoda, tekrardan sandık başına gitmemiz ise halen en olası senaryo olarak yerini koruyor.