İktidarsız Değiliz Ama Nekrofili Olduk

Türkiye’de çok büyük kırılmalar yaşanıyor. Şu an geldiğimiz noktayı herkes kendi bulunduğu konuma göre tahlil etmeye çalışıyor. Benim gördüğüm ise Türkiye’nin şu an büyük bir cenaze evi olduğu ve geleneğin aksine cenaze evinin matemi yerine, nekrofili kahkahaların evden yükseldiği. Geldiğimiz noktayı açmak zorundayım çünkü aynı olaylar toplumun farklı kesimlerinde çok farklı yankılar uyandırıyor. Farklı yankılar derken, temelden birbirine zıt iki tepkiden, iki duygu boşalmasından bahsediyorum. 2013 yazında Berkin çocuğun öldürülmesinin acısı bir tarafta yaşanmaya çalışılırken diğer tarafta evlat acısı yaşayan anne seçim meydanlarında yuhalatıldı ya da sosyal medyada 15 yaşında bir ‘terörist’in katli meşrulaştırıldı. 2015’in ilk yarısında Suruç’ta insanlarımız terör eylemiyle katledildi, katledilen insanlarımızı başka insanlarımız hain ilan ederek yaşanan terörü sevinçle karşıladı. 2015 Ekim’inde insanlarımız Ankara’da demokratik bir eylem yaparken cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eyleminde can verdi, başka insanlarımız terör kurbanı olan kişiler için saygı duruşunda bulunmayı reddederek, saygı duruşunu yuhaladı. Geçtiğimiz ay yine Ankara’da askeri personele karşı bir terör eylemi gerçekleşti, bir kısım insanlarımız bu katliamı kahkahalarla karşılayabildi. Bu tür nekrofili belirtiler, toplumun beraber yaşamaya devam etme iradesini ortadan kaldıracak kadar tehlikeli olmaya başlamıştır. Üstelik tüm bunlar adını duyunca korktuğumuz koalisyon dönemlerinde değil, iktidarsız olmadığımız bir dönemde yaşandı.

Kısa bir süreç içerisinde bu olayların yaşanması Türkiye’de toplum sözleşmesini geçerli kılacak bir zeminin kaybolduğunu ya da zaten hiç oluşmadığını bizlere gösterdi. Medyada bu olaylar değerlendirilirken ya da bizler kendi aramızda bu yaşananları değerlendirmeye çalışırken Recep Tayyip Erdoğan’ın kullandığı söyleme, seçtiği üsluba dikkat çekildi. Sorunun, bizim kuşağın en önemli siyasi figürü olan bu kişinin söylemlerinden kaynaklandığı belirtildi. Bu noktada benim görüşüm ise bu siyasi figürün ayrıştırıcı söyleminin bu kırılmanın yaşanmasında sadece katalizör etkisi yarattığı yönünde: bir siyasetçinin kullandığı söylemler ne kadar sert olursa olsun insanların birbirlerinin ölümlerine sevinmelerine sebep olacak yeterli bir delil olamaz. Önemli bir toplumsal sorunu yalnızca bir kişi üzerinden açıklama gayreti sorunun derinine inmemizi engelleyen bir yanılsamadır.

Tayyip Erdoğan ve kod birliğimizin bozulması

Yukarıda verdiğim örnekler henüz yaşanmamışken Alev Alatlı, toplumumuzun yaşadığı bu kırılmayı tespit etmek için ‘kod birliğinin bozulduğundan’ bahsediyor.1 Bu sosyolojik tespit toplumumuzun yaşadığı derin sancıları açıklama hususunda, suçu yalnızca bir siyasi figüre atmaktan daha akılcıdır. Bir siyasi figürü bunca bozulmanın, kırılmanın sebebi olarak görmek, olguları doğru bir şekilde neden-sonuç konumlandırması yapamamaktır. Tayyip Erdoğan ve söylemi bu toplumsal kırılmanın nedeni değil, sonucudur. Evet, bu siyasi figür toplumun kod birliği olarak öngördüğü ‘ulus’ kavramına karşı çıkan ikinci cumhuriyet hareketinin güncel önderidir ve toplumun bazı alışkanlıklarını derinden sarsan söylemler ve eylemler gerçekleştirmektedir; fakat bu söylemlere, eylemlere zemin hazırlayan, karşımıza çıkan her olayda toplumumuzda iki ana damarın oluşması ve birbiriyle zıtlaşmasıdır. Tayyip Erdoğan ise bu zıtlaşmadan siyasi çıkar sağlayan sadece bir figürdür. Tayyip Erdoğan’ın toplumun bir kesimine hitap ederken diğer kesimleri ötekileştirmesi hali hazırda bir kod birliği sağlayamamış oluşumuzdandır: sadece Erdoğan değil, diğer siyasetçiler de bir söylem geliştirirken ister istemez toplumun belli kesimlerine kucak açarken, diğer kesimleri ‘kudurtmak’ zorunda kalıyor. Bu yüzden siyaset kurumu yaşanan bu kırılmaları çözecek durumda değildir: yaptıkları siyaset bizi birbirimizden ayırmış olan çizgileri kalınlaştırmaktan başka bir işe yarayamaz. Önemli olan var olan bu çizgileri ortadan kaldırmaya yönelmek ve toplum sözleşmesini tekrar geçerli kılacak bir zemin hazırlamaktır. Bunu yapacak olanlar ise siyasetçiler değil, toplum hareketlendiricileridir.

Kimdir bu toplum hareketlendiricileri?

Toplumun hali hazırda var olan sorunlarını tespit ederek bunları aşmak adına ideoloji üreten kesimdir. Şerif Mardin’e göre modernleşme hareketleri sırasında Namık Kemal yazılarıyla bunu yapıyordu.2 Karl Deutsch’un ‘toplumsal seferberlik’ dediği, girift olan sosyal yapıların farklılaştıktan sonra yeni araçlarla toplanması ve bir bütün olarak harekete geçirilmesi olayı3 bugün toplumumuz için sosyolojik bir çözüm olarak düşünülebilir. Ne var ki, bu toplumsal seferberliği sağlayacak toplum hareketlendiricileri en iyi ihtimalle şu an aktif değillerdir.

Türkiye ‘de yaşayan insanların bugün yaşadığı bu ayrışma, bir kesimin diğer bir kesimin ölümlerine sevinmeleri durumu, siyasetin çözebileceği bir sorun değildir. Siyasetçiler sadece kendi siyasi mevcudiyetlerini koruma amacında olan geçici figürlerdir. Bu figürler yerine geldikleri düzeni eleştirerek görev devraldıkları için rövanşist olmaları gayet doğaldır. Çözülmesi gereken asıl sorun rövanşizmin vardığı noktanın nekrofililiğe dönüşmesidir. Bu durumu Montesquieu ‘Doğu despotizmi’nin kaynağı olarak gördüğü devletle bireyin arasına giren yapıların eksikliği ile açıklıyor.4 Bu eksiklik toplum kesimlerinin birbirleri ile olan ilişkilerini hukuki zemine taşıyan devlete olan güveni oldukça zedeliyor. Bu güvenin zedelenmesi ise doğrudan insanların birbirleri ile arasına setler örmesine sebep olmakta ve siyaset katalizörü bu setleri sağlamlaştırarak toplumda nekrofili belirtilerin artmasını tetiklemektedir.

Toplum hareketlendiricileri tespitlerini yoğunlaştırdıkları noktalarda toplumun tamamına hitap etmek zorundadır. Bunu mümkün kılan zemin ise toplumun geniş bir kesiminin kod özelliklerinde benzerlikler olması, beslendikleri kaynaklar arasında tutarlılık olması gerekmektedir. Ne var ki Türkiye’de bugün insanların beslendikleri kaynaklar, kültürlerini oluşturan kitaplar arasında uçurumlar vardır. Bizlerin birçok konuda hemfikir olmasına elbette gerek yok; fakat toplum olarak ortaya bir sözleşme koyabilmek için bazı temel ortaklıklara ihtiyacımız var. Ne yazık ki geldiğimiz noktada beslendiğimiz tek ortak kaynak popüler kültürdür: reytingi yüksek diziler, programlar; bazı fanzin ya da dergi furyaları dışında toplumdaki bir kuşağın okuyup dinlediği kaynaklar arasında hiçbir birlik yok. Popüler kültürün ise sadece furyalar halinde devam ettiğini düşünürsek kodlarımızın bu furyalara bağlı olarak sürekli değiştirilmeye müsait hale geldiğini ve birlikte yaşamaya devam etme irademizin bu kaygan zeminde düşe kalka paramparça olduğunu görebiliriz. Ayrıştırıcı söylemlerin yıllardır tek başına iktidar olarak devam edebilmesi de cenaze evimizin iğrenç kahkahalara boğulması gibi bu gerçeklerin sadece sonuçlarıdır.

 

 

Kaynakça

1 Leyla Tavşanoğlu, Cumhuriyet, Alev Alatlı Röportajı, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/415780/Kod_birligi_bozuldu.html

2 Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi-Makaleler 4, İletişim Yayınevi

3 Karl Deutsch, Nationalism and Social Communication

4 Montesquieu, Persian Letters

Leave a Reply