Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi beşi kalıcı olmak üzere on dört farklı üyeden oluşmaktadır. Bu beş üye hepimizin bildiği gibi sırasıyla Birleşik Devletler, Rusya Federasyonu, Fransa, Birleşik Krallık ve Çin Halk Cumhuriyeti.
25 Ekim 1971 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan oyların 3’te ikisini alarak geçen 2758 numaralı karar ile Çin Halk Cumhuriyeti Çin’i temsilen Güvenlik Konseyi’ndeki koltuğuna oturdu. Peki, bu tarihten önce Güvenlik Konseyi nasıl şekillenmişti?
İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan ülkelere baktığımızda Çin Halk Cumhuriyeti’nin değil, Çin Cumhuriyeti’nin adını görürüz. Bir diğer deyişle, İttifak Kuvvetlerinin oluşturduğu Güvenlik Konseyi’nde Çin topraklarını Çin Cumhuriyeti temsil ediyordu.
Asya’daki ikinci cumhuriyet olma özelliğini taşıyan Çin Cumhuriyeti, 1912 yılında Xinhai Devrimi’nde Qing ailesinin 268 yıllık saltanatının sona ermesiyle tarafından Nanjing’de (南京) kuruldu. Çin topraklarında kaosun hâkim olduğu bu dönemde, merkezi sistemin yozlaştığını gözlemleyen insanların, özellikle sosyalist kesimin, sığınağı haline gelen Çin Cumhuriyeti’nde lider Chiang Kai-Shek (蔣中正) sosyalistleri ve diğer karşıt görüşe sahip insanları partiden uzaklaştırdı. Fakat bu durum, 1927 yılında başlayıp 1949 yılına kadar devam eden Çin İç Savaşı ile sonuçlandı. Sosyalistlerin Mao Zedong (毛澤東) ve arkadaşlarının etrafında birleşmesiyle kurulan Çin Komünist Partisi (中國共產黨) ile Chiang’ın liderliğini yaptığı Milliyetçi Parti (國民黨) arasında gerçekleşti. Savaşın gidişatı her ne kadar Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı esnasında Çin topraklarını işgaliyle sekteye uğramış olsa da, Komünist Parti’nin zaferiyle sonuçlandı. Chiang’ın komutası altındaki Milliyetçi Parti üyeleri ise anakaraya oldukça yakın bir konumda bulunan Tayvan’a sığınmak zorunda kaldı. Başlangıçta geçici üs olarak kullanılması düşünen Tayvan, Chiang’ın Mao’nun komutasındaki gücü dengeleyecek bir strateji geliştirememesi nedeniyle anayurt haline geldi.
Tayvan’ın 1951 yılında imzalanan San Francisco Anlaşmasına göre Çin’e iade edilmesi gündemdeydi. Ortada ise büyük bir sorun vardı: Çin hangi hükümet tarafından temsil ediliyordu, yani Tayvan kime aitti? İç savaşın galibi olan Çin Halk Cumhuriyeti mi, yoksa hâlihazırda, iki seneyi aşkın süredir Tayvan’da bulunan Çin Cumhuriyeti mi? Sorunun cevabı ise anlaşmanın kendisinde gizliydi. Zira anlaşmayı imzalayan isim Chiang Kai-Shek’den başkası değildi. Çin Cumhuriyeti’nin lideri ‘hakkı olmadığı halde’ anlaşmayı imzalayan kişidir.
90’lı yılların başına kadar hem Çin Halk Cumhuriyeti hem de Çin Cumhuriyeti kendilerinin Çin’in tek temsilcisi olduklarını iddialarını sürdürdüler. Hatta bu tartışma o kadar şiddetli bir boyuta ulaştı ki, Tayvan’daki Çin Cumhuriyeti BM Güvenlik Konseyi’ndeki ve BM’deki koltuğundan çekildi. Her ne kadar 90’lı yıllarda anayasada yapılan değişimle Tayvan hükümeti Çin üzerindeki olan haklarından vazgeçtiğini belirtse de, Çin kanadından herhangi bir geri adım gelmiş durumda değil.
Tayvan, gerek askeri önemi gerekse yer altı zenginlikleri bakımından Çin Hükümeti için büyük önem taşıdığı bir gerçek. Uluslararası arenada tanınmaya başladığı 60 yılların sonundan itibaren, Çin Hükümeti Tayvan’ın kendilerine ait olduğunu kabul edilmesini diplomatik ilişki kurmanın ilk şartı olarak sunmaya devam etmesi, bu konunun onlar için önemini ortaya koymakta. Tayvan ise bu konuda gelgitler yaşamaya devam ediyor.
Dünya haritasında 35.801 km2 (Konya’dan küçük) bir alan kaplayan Tayvan, kendine özgün yapısıyla oldukça ilgi çekiyor. Global ekonomilerden biri olarak addedilen bu ‘ülke’ bir çok tartışmaya konu olmaya devam edecek gibi gözüküyor.
yusuf
kardes 蒋介石 degil mi Can Kay Sek? 蒋中正 yazmissin?
Hasan Huseyin Ozutemiz
Hocam ikisi de kullanılıyor, yazının sizin oralara ulaşması beni sevindirdi.