Her birimiz, elimizdeki imkânları en iyi şekilde değerlendirmek ve kendi çıkarlarımızı korumak için karşımız çıkan seçeneklerden hep en mantıklı görüneni seçip yolumuza devam ederiz. Ne de olsa hedefimiz ne kadar yüksekse -o hedefe ulaşamasak bile- ulaşacağımız nokta da o kadar yüksek olur. Peki ya rekabet halinde en mantıklı seçenek nedir? “A Beautiful Mind” filminde geçtiği gibi:
‘En iyi sonucu almak için gruptaki herkesin, kendisi için en iyi olanı yapması gerekir.’ Doğru… Ama eksik. Çünkü en iyi sonucu almak için gruptaki herkes hem kendisi hem de gruptaki diğerleri için en iyiyi yapmalı[1]
Başka bir değişle hem grubun hem de kişilerin iyiliği için iş birliği yapılmalı. Ancak karşılıklı menfaatlerin daha net bir şekilde kesiştiği durumlarda rekabet karmaşıklaşıyor. Çünkü herbirimiz başkalarının acılarından kazanç elde etmeye başlıyoruz ve şöyle düşünüyoruz: “Başkaları biraz acı çekebilir ama ne de olsa hem kendimizi korumamız hem de kârımızı arttırmamız lazım”. Aslında o kadar basit değil. Gelin küçük bir örnekle inceleyelim.
Tutsak ikilemi [Prisoner’s dilemma] oyun teorisi içinde analiz edilen ünlü bir örnek. Bu örnek iki mantıklı insanın -ellerindeki en iyi seçenek işbirliği yapmak olduğu halde- neden işbirliği “yapmayabileceğini” basit bir şekilde ortaya koyuyor. Tutsak ikileminde iki zanlı bir soruşturma kapsamında polis tarafından gözaltına alınır. Polis her iki zanlıyı ayrı ayrı hücrelere koyup bir anlaşma sunar. Anlaşmaya göre zanlılardan biri diğerinin aleyhinde tanıklık eder diğeri ise sessiz kalırsa, tanıklık eden serbest kalacak susmayı tercih eden taraf ise 10 yıl hapse mahkûm edilecektir. Eğer ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık etmez sessiz kalırlarsa her ikisi de 1 yıl hapis cezasına, eğer her ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık ederse her iki zanlı da 5’er yıl hapis cezasına çarptırılacaktır.
Doğal olarak iki şüpheli de her durumda kaybını en aza indirmeye çalışacak. Ahmet’in gözünden bakalım. Eğer Mehmet sessiz kalmayı seçerse Ahmet aleyhte tanıklık ederse 1 yıl hapisten kurtulacak dolayısı ile Mehmet’in sessiz kaldığı durumda aleyhte tanıklık etmek daha mantıklı olacak. Mehmet, aleyhte tanıklıkta bulunursa, Ahmet için aleyhte tanıklık etmek 10 yıllık hapsi 5 yıla düşüreceği için yine daha mantıklı. Dolayısı ile her durumda aleyhte tanıklık etmek daha mantıklı gözüküyor. Ancak bu durumda şöyle bir ikilem ortaya çıkıyor: Toplam alınacak cezaya baktığımızda ikisinin de sessiz kaldığı durum, toplamda 2 yılık bir ceza ile sonuçlanırken “mantıklı” bulduğumuz seçenek toplamda 10 yıllık bir mahkûmiyetle noktalandı. Ayrıca kişi başı 2 yıllık süremizi kendi ellerimizle 5 yıla çıkarttık. Bu yalnızca iki kişilik bir örnekti. Gelin daha geniş daha pratik bir perspektiften bakalım.
Şu ülkede aslında hepimiz bir yukarıdaki durum ile neredeyse aynı pozisyon içerisindeyiz. Ben vergi verdikçe bu ülke büyüyecek, bu ülke büyüdükçe ben daha fazla kazanacağım. Bunu görmezden gelerek kısa yoldan kazanç elde etmek için kaçırılmaya çalışılan bir miktar verginin aslında kazançtan çok, zarar getirdiğini görmek lazım.
Veya torpille adam almak…
Veya zimmete para geçirmek…
Veya adam kayırmak…
Aslında çok basit gözüküyor değil mi? Yani “daha kârlı olan: kendi çıkarımızın yanında, içinde bulunduğumuz ortamı da düşünerek hareket etmeliyiz”. Ama uygulamada nedense bu ilkeye sadık kalmıyoruz. Olaya biz öğrencilere daha yakın gelebilecek bir konuyu ele alalım: Kopya. Sadece 1 sınavdan hakkımız olmadığı halde geçmek için kopya çekmeninin uzun vadede dolaylı sonuçları pek farklı olmasa gerek.
Bu uzayan liste aslında “Almanlar hem 1. hem de 2. dünya savaşına girdiler. Biz 2. dünya savaşına girmememize rağmen onları yakalayamadık” gibi sitemlerin asıl sebepleri. Aslında ülkemiz adına yakındığımız problemlerin kaynakları da biziz çözümleri de… Herkes kapısının önünü süpürse bütün sokak tertemiz olur. Ülkemizi geliştirmek için tek yapmamız gereken herkesin üstüne düşeni hakkıyla yapmasıdır.
[1]bkn.:http://gazetebilkent.com/2014/12/21/her-koyun-kendi-bacagindan-mi-asilir/#sthash.vcQuLS9J.dpuf
https://www.youtube.com/watch?v=fTRcDV2IpI0