Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet son dönemlerde önemli bir gündem maddesi haline gelmiş durumda. Bu minvaldeki ilk röportajımız kadına şiddetin abideleşmiş ismi Çilem Doğan ile geçtiğimiz Cuma günü gerçekleştirdik. Sıradaki durağımız ise çok aktif şekilde kadına şiddet davalarını takip eden Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Türkiye temsilcisi Sayın Gülsüm Kav oldu. Yoğun gündemi arasında fırsat bulup bize vakit ayırdığı için kendisine çok teşekkür ederiz.
GazeteBilkent: Genel temsilcisi olduğunuz Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu son zamanlarda çok aktif, biraz bahsedebilir misiniz platformdan?
Biz 2010 yılında Türkiye’de kadın cinayetlerinin aslında tanımlanması gereken bir olgu olduğunu düşünerek kurulduk. Kadına şiddet veya cinayetin, Türkiye’nin modernleşmesine bağlı olarak törel sebeplerle, aile meclisi kararlarıyla gerçekleştirilen bir eylem olmaktan ziyade, bir erkeğin kendi isteği doğrultusunda bir kadına yönelik uyguladığı gündelik bir hadise olarak yorumladık. Şiddet ve cinayet; evli kadınların, boşanmaya karar vermiş ya da ilişki teklifini reddetmiş, sevgilisinden ayrılmaya kalkışan kadınların genelde başına gelen şeydi. Başlarken çok yolumuzu çizmiş değildik ama acılı bir ailenin acısını paylaşmanın yanında magazinleştirilen olayların arkasında kadınların önemli bir toplumsal sorunu olduğunu ortaya çıkarmak istedik. Gerçeği ortaya çıkarmak için adına “kadın cinayetleri”ni alıp ümitli bir ifadeyi de “durduracağız” ekleyerek platformu kurduk. Sonraki zamanlarda da işlevimiz kalmasın ve dağılalım isterdik ama ne yazık ki ihtiyaç oldu. Birbirini izleyen olaylara çok rastladık. Mesela Ayşe Paşalı, Özgecan gibi tüm toplumun tanıdığı isimler olmakla beraber her yıl en az 300 kadın kardeşimiz hayatını kaybediyor cinayetten.
GazeteBilkent: Platformun yapılanması nasıl? Kimlerden oluşuyor mesela, akademisyenler veya şiddet gören kadınlar mı?
Bu kadar işin yürütülmesini sağlayan çelik, çok çalışan bir kadro var. 7/24 işleri sürdüren temsilcilerimiz mevcut. Bir dönem önce bir tür forumlar gibi daha esnek örgütlenme biçimimiz vardı ama artık iyice kurumsallaşınca, işler artınca seçimle her ilde kurumlarımızı oluşturduk. Kadına ait hiçbir şey bize yabancı değildir diyerek her türlü davaya el attığımızda platformun yapısını da sağlam kurma bölümüne geldik. Hak kaybına uğrayan, şiddet görmüş kadınlar da faaliyetlere katılıyorlar ama onlara çok fazla görev yüklemek de istemiyoruz çünkü bir kısmı zaten hala güvenlik meselesiyle uğraşıyor, diğer bir kısmı da sağlığını kaybetmş durumda, tedavi görüyor. Destek aldığımız akademisyenler de var ama biz biraz daha sahanın içinde kalmaktan yanayız. Bunu saha içindekilerden daha iyi kimse bilemiyor çünkü.
GazeteBilkent: Dışardan baktığınızda Türkiye’de Kadın Hareketleri ne durumda?
Türkiye’de feminizmin, kadın hareketinin toplumsallaşmaya, kökleşmeye ihtiyacı var. Türkiye kadın hareketi topluma hitap etmiyor. Geniş kesimlerden kadınları kapsamıyor sadece kendi dar çevresine sesleniyor, bir tür kimlik mücadelesi olarak kalmış durumda. Bazı kadın örgütlerine dair bir eleştiri de şu; mesela kendileri fon kurup sığınma evleri falan açmaya çalışıyorlar ama bunlar çözüm değil bizim için; hem çok parçalı hem de aslında bununla ilgili asıl görev yapması gerekenleri, devleti görevsizleştirmeye başlıyor. Kadın örgütleri görevi yapmak yerine ilgilileri görevini yapmaya zorlamalı.
GazeteBilkent: Yani anladığım kadarıyla size Türkiye’deki mevcut aile yapısı ile bu hareket arasında ciddi uçurumun kapatılması gerektiğine inanıyorsunuz?
Evet evet. Bu toplumu değiştirmek isteyen kadın hareketinin kendisine kapıları kapatmak yerine bu toplumu ikna edecek bir siyasete, mücadeleye ihtiyacı var. Kadın hareketini kazanmak istiyorsak, toplumu arkamızda görmek istiyorsak söz konusu toplumun bize kapıyı kapatmamasını sağlamak lazım. Toplumu bu hareketin onlar için önemli olduğunu, onlarla ilgili olduğuna ikna etmek gerekiyor. Türkiye kadın hareketinin tabi ki büyük katkıları, etkileri var. 200’lerin başında sadece kendine ve kendine benzeyen kadınların sorunlarına hitap eder, onu sahiplenir durumdaydı. Oysa etik olan bu değildir. Kendin için yaptığın şey etik davranış değildir, yararcılıktır bunun adı. Gerek kadın hareketi gerekse diğer muhalif hareketler etik tutum sergileyebildikleri müddetçe topluma hitap edebilir, kendi coğrafyasına kök salar. Bunu yapamadığı sürece sadece bir kimlik hareketi olarak kalır. Geldiğimiz evrensel noktadan ödün vermeden ama toplumun da kapıyı kapatmasına izin vermeden hareket etmemiz gerek.
GazeteBilkent: Peki Türkiye’de feminist hareket bir yanılgıdan mı ibaret?
Türkiye’deki feminist hareketin de sadece kendi gündeminde kaldığı sürece bir yanılsama gibi görülmesi mümkün oluyor ama tüm toplumun, kadınların, kendilerine benzemeyen kadınların sahip çıktığı sürece bir gerçeklik kazanıyor, diğer türlü biz iyi arkadaşlar olarak birbirimizi ağırlayabiliriz.
GazeteBilkent: Siz bir gelişim görüyor musunuz başladığınız yıl olan 2010’dan beri?
Tabii ki. Türkiye değişiyor ve kadınlar haklarını daha fazla arar hale geliyorlar. İçinde bulunduğumuz tüm koşullara rağmen; Türkiye’deki rejimdeki değişikliği tartışmaları, gerilimli, kutuplaşmış ortama rağmen kadınlar aktif olarak kadın hareketinin içinde yer alıyorlar. Yeni Havvalar diye tabir ediyoruz biz onları. Her kesimden kadın kardeşimiz AVM’lerde dolaşıyor, evindeki televizyondan kadınların hayatlarını izliyor, o beğenmediğimiz evlilik programları bile bir yandan -tabi ki çok dejenerasyon ürünü- ancak öte yandan şunu düşündürüyor: boşanmış biri yeniden evlenebiliyor, hayat bitmiyor. Kadınlar, Yeni Havvalar dediğimiz, değişiyorlar, yeni düzene ayak uyduruyorlar ama yanlarına döndüklerinde eski Âdem olarak yanındaki adam eski olarak kalmış oluyor. Zaten erkeklerin de çok işine gelmiyor bu değişim.
GazeteBilkent: Ama önlenemez bir değişim bu…
Tabi tabi bunu, toplumun bu gerçeğini, erkekler de devletler de ne yazık ki kabul etmiyor şu anda. Kadınların bu gerçeğini, arayışını bastırarak yok edeceğini düşünüyorlar. Halbuki bastırarak yok edilebilecek olsaydı Afganistan’da olurdu. Bakın kadın bir rap grubu yetişti. Biz de olmayacağını anlatmaya çalışıyoruz.
Özellikle son dönemde, OHAL koşullarında, çok paradoksal biçimde örgütlenmeyi arttırdı. Bu bizi çok şaşırttı yani durmadan bize başvurular gelmeye başladı. Eğer siz hitap edebiliyorsanız, en azından belirli bir ölçüde buna çaba gösteriyorsanız toplum da size kulak verir hale geliyor: makul şeyler söylüyor bunlar diyebiliyor. 15 Temmuz dahilinde ve sonrasındaki süreçteki şiddet, güvenlik metası vs. bütün bunların faturası yine hep kadınlardan çıkıyor. Ayşegül’de de, markette doğru yürümedin dayağında da görüyoruz bunları. Dolayısıyla biz de bu kadar ihtiyaç olan günlerde iyi ki kurulmuşuz diyoruz. Bunu kendi kurumumuzu önemsemek olarak anlamayın lütfen ama biz, diğer kadın örgütleri, muhalifler olmasa iyice zincirinden boşanmış gibi bir ortamda olacağız. Bu fren mekanizmasıyle bir düzeyde ancak tutabiliyoruz. Bu da olmasa mücadelede, Ayşegül’e tekme atan adamlar her tarafta olacaklar.
GazeteBilkent: Bu mücadele boyunca köşe taşları nelerdi? Münevver, Özgecan gibi…
2010’da Münevver kurulmasına vesile oldu. Sonrasında aileler bize başvurmaya başladı. Kadın hayatını kaybetmeden bir şeyler yapma konusunda Ayşe Paşalı cinayeti önemli bir viraj oldu çünkü o zamanki mevcut kanunun ne kadar çağ dışı olduğunu gösterdi ve bu kanun yenilendi. Takip eden süreçteyse Türkiyede çok farklı bir siyaset başladı: kahkaha atan kadın, üç çocuk beş çocuk, kürtaj cinayettir söylemlerinin arka arkaya bir anda yükseldiği bir dönem başladı. Siyasetin kadınlara çok fazla müdahale etmesine tanık olduk. Aile bakanlığının isminden kadın ibaresi kaldırıldı. Dolayısıyla bizim aynı zamanda bir kadın bakanlığı istiyoruz çıkışlarımız oldu. Kadınlara saldıran bir siyaset güdüldükçe biz diğer bütün haklara uzanan ihlallere de sahip çıkar hale geldik. Bu dönemde Beş Temel Talep adıyla maddeler oluşturduk ve bütün topluma duyurmaya çalıştık. Özellikle başbakana kadın cinayetlerine karşı sıfır tolerans diye söylemlerde bulunmasına yönelik baskı kurduk ve ilginçtir bazen bizim dediklerimiz oluyordu.
Gezi’den sonra daha da sert bir siyaset başladı, zorlu ve kutuplaşmanın çok yoğun olduğu bir dönemdi. Ceza kanunununda indirimlerin düzenlenmesiyle ilgili yıllar önce bir yasa taslağı vermiştik. Daha sonrasında o teklif Özgecan Aslan cinayetiyle beraber gündeme geldi. Halkımız “Özgecan Aslan Yasası” adını verdi. Buna yönelik her partiden benzer önergeler sunuldu. Hükümette bunu yerine getireceğine dair vaatlerde bulundu ama sonra bir adım atılmadı.
GazeteBilkent: İslami feminizm diye bir kavram meydana geldi son zamanlarda. Konu üzerine kitaplar, yazılar da çıkmaya başladı. Siz ne düşünüyorsunuz İslami Feminizm hakkında?
İslam içerisinden feminizmi sahiplenen bir dinamik çıkması bence olumludur, baştan bunu söyleyeyim çünkü aslında belirli bir yorumuna göre kadınların fıtratı tezine dayalı olarak feminizm büyük günahtır ve kadınların haklarının farkına varması zaten onları makbul kadın olmaktan çıkaran, fıtratlarına uymayan bir şeydir. Bu nedenle İslam içerisinden feministim diyerek yükselmek önemli bir direniş odağıdır ve reform edebilme kapasitesi vardır. Nasıl olur İslamla feminizmle bağdaşmaz demiyorum çünkü İslamın binbir türlü yorumu var. Işid gibi bir yorumu da var ama başka yorumları da var. Diğer taraftan da dinlerin hayatta gördükleri işlev bakımından -bu sadece İslamda değil, klise de bunu yapmış ondan önce Yahudilikte bunu yapmış- hepsinde belirli bir kadın düşmanlığı önde gelen bir şey olarak var. İslamda feminizm diye çıkmak hem büyük bir cesaret hemde büyük bir çelişkiyi barındırıyor. Artık o da rahibin çelişkisi diye bir laf vardır ya o da kardeşlerimizin çelişkisi. Biz onlarla her türlü dayanışmaya açığız. Örneğin Antikapitalist Müslümanlar bizim eylemlerimize destek veriyorlar. IŞID gibi bir İslam yorumundansa böyle bir İslam yorumunu alkışlarım.
GazeteBilkent: Biraz hükümet politikalarına gelelim çünkü çok tepki toplayan açıklamaları, politikaları mevcut. Sizin yorumlarınız ne yönde?
Baştan itibaren kadın erkek eşitliğine inanmıyorlar, zaman zaman açık beyanlarla da bildiriliyor. Cumhurbaşkanı’nın en son “madam gibi ölmek değil adam gibi ölmek” açıklamasından hareket edersek burda yine ölümü kutsaması ayrı bir konu, kutsadığı şeyden de kadınları aşağılayarak dışlaması ve madam diyerek bütük gayrimüslimlere hakaret etmesi apayrı bir konu. Bütün bu türlü söylemler ve sadece söylem düzeyinde kalmayan somut yasa paketleriyle önümüze getirilen uygulamalar aslında en eski kadın düşmanlığından pek farkı yok. Sadece kadınlar için değil genel gidişatta iyi değil. Türkiye bir ortaçağ devletine götürülmek isteniyor. Her otoriter,ilkel rejim kurulurken kadını hedefe koyan örnekler görüyoruz. Eski çağlarda da böyle modern dönemlerdeki diktatörlerde de böyle olduğunu tarih bize gösteriyor. Hitler Almanyası’nda Mussolini İtalyası’nda da bu şekildeydi. Taliban Afganistan’ında da böyle. Çok farklı coğrafyalar ama kadın düşmanlığı konusunda benziyorlar.