Finlandiya, bir diğer adıyla bataklıklar ülkesi anlamına gelen Suomi; küçük, gri, bataklık, coğrafi özellikleri bakımından sordukları zaman yaşamak istemeyeceğiniz; öte yandan ise eğitim sistemindeki başarılarıyla ve estetik mimarisiyle bilinen bir ülke. “Bunu nasıl başardılar?” diye merak ediyor insan. Bana kalırsa tek bir neden var: Çalışkan olmak. Ancak çalışkan olmak tek başına yetmez. İnsanların yaptıkları işleri mutsuz ve umutsuz yaptıkları bir ülkede, hiçbir alanda tam verimlilik alınamayacağından gelişme söz konusu olmaz. Önemli olan insanların liyakat esasına göre en çok yapmak istedikleri ve uygun oldukları işlerde çalışmalarıdır. İşini en iyi yapan insan, bir ülke için en gerekli insandır.
Grigoriy Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli kitabında Finlandiya hakkında “Her bir toprak parçasını kullanılabilir hale getirmek birkaç kuşağın emeği sayesinde mümkün olmuştur.” ifadesi geçmektedir. Bu cümle benim ilk paragrafta neler anlatmak istediğimi açıklıyor aslında. Verimsiz topraklara sahip bu ülke, neredeyse kendi kendine yetebilecek hale gelmiştir. Yetmemiştir, insanda baktığı zaman estetik bir zevk uyandıran mimari yapıların çokça bulunduğu bir ülkeye dönüşmüştür. Modern mimari alanında büyük isim olan Alvar Aalto’nun eserlerinden olan Helsinki kültür Evi ve mimarı Gustav Nyström olan Turku’da bulunan resim müzesi örnek olarak gösterilebilir.
Bir politika yazısında bu kadar mimariden bahsetmemin sebebi siyasette benimsenen anlayışın, kullanılan üslubun hayatımızın her alanına etki ettiğini düşünmemdir. Mimari de bu alanlardan sadece biridir. Selçuklu’dan, Osmanlı Devleti’nden Bizans’tan bize kalan sürekli övündüğümüz yapıların çevrelerine estetikten yoksun, baktığınız zaman uzaklaşmak istediğiniz binalar, gökdelenler inşaa ettik. Bu da yetmedi, tarihi yapıları restore ediyoruz derken mahvettik. Bazılarını yıktık, tahrip ettik. Acaba Finlandiya’da hani o kuşaklar boyu bir karış toprağı yaşanabilir hale getirmek için çalışan insanlar, bizim ülkede olsaydı bu yaşadığımız şehirler nasıl görünürdü ? Bu anlamda en çok acı çeken şehir tabiki İstanbul. Üç imparatorluğa başkentlik etmiş, yaşlı ve yorgun metropol, içinde yaşayan kalabalığı da yormaktadır. İnsanlara çalışma azmini verebilmenin bir parçası da yaşadıkları çevreyi onlara göre planlamak, onlara nefes aldırabilmektir. Finlandiya’dan örnek gösterilen yukarıdaki resimlere bakıldığında gözü yoran tek bir detay yoktur. Araştırma yaparken yıllar öncesinden bir etkinlik haberi ile karşılaştım. Hatta haberin başlığı: “Alver Aolto Ankaradaydı.” Mimarlar odası Ankara Şubesi, Finlandiya Büyükelçiliği’nin de katkısıyla Alver Aolto’nun mimari anlayışını konu alan birtakım etkinlikler düzenlemiş. Bu etkinliklerden isim olarak benim en çok dikkatimi çeken “Yaşamak için Daha Narin Yapılar” isimli sergi oldu. Türkiye’de düzenlenen bir mimarlık sergisi için ne kadar da yerine bir isim. Biz şehirleri gökdelenlere boğarken daha mı çok yaşıyoruz ya da sadelikten uzak, karman çorman plaza kültürünün istila ettiği şehirlerde gerçekten yaşıyor muyuz ? Bu karışıklığın içinde insan neden kendinde daha çok çalışma azmi bulur veya neden çalışmak ister ? Sokaklarda insanların yüzüne baktığınız zaman kaç insanı gülerken görüyorsunuz ? Herkesin mutsuz ve yorgun olduğu bir ülkede yaşamayı kim ister ? Ben şahsen ülkeme şık ve sade tasarımların hüküm sürdüğü şehirleri yakıştırıyorum. Biz hiçbir şeyin çirkinini hakketmiyoruz. Buna hastanelerimiz, adliyelerimiz, Belediye binalarımız ve benzeri her yapı dahil ve tabiki oturduğumuz evler…
Çalışkan bir halkın okuma alışkanlığının olması gerektiği hiç şüphesiz. Okuma oranına göre yapılan ülke sıralamalarında her zaman ilk onda görebileceğiniz bir ülke olan Finlandiya’da başarı, tesadüf değildir. Sınav sistemini kaldırdıktan sonra sistem arayışına giren bizim gibi ülkelerde ise başarısızlık, asla şanssızlık değildir. Bir parça toprağın yaşanabilir kılınması için çalışan kuşakların olduğu Finlandiya ile eğitim sisteminde plansızca değişiklikler yaparak kuşakları harcayan Türkiye arasındaki yıl farkını hesaplayabilir misiniz ? Grigoriy Petrov, kitabında Finlandiya eğitim sisteminden bahsederken okullarda özel bir ders programının uygulandığından, sabah 8:00-10:00 arasındaki iki saatlik dersin ardından ara verildiğinden ve derslerin 14:00-16:00 arasında olmak üzere yeniden başladığından bahsetmekte ve bundan dolayı da öğrencilerin havasız sınıflarda mahsur kalmadıklarını ifade etmektedir. Unutmadan söyleyeyim Grigoriy Petrov 1925 yılında vefat etmiştir. Bu eğitim anlayışının Finlandiya’da ne zamandan beri varolduğunu siz hesap edin. Yine kitapta yer alan ve dikkatımı çeken başka bir ifade Finlandiya’da yaşayan halkın eğitime bakışıyla ilgiliydi. Finlandiyalılara göre okul Finlandiyalıların temel zenginliğidir. Rusların sahip olduğu zengin maden yatakları, altın rezervleri Finlandiya’da yoktur. Tabiat bakımından ise oldukça fakir bir ülkedir. Bu eksikliği ise vatandaşların ülke kalkınmasına sağladığı azami katkı kapatacaktır. Dönüp kendimizi sorguladığımızda geleceğimiz olan çocukları, gençleri bu azimle doldurmuyor, tam tersi ezberci ve gereksiz bilgilere mahkum ediyor, hayata alıştırmıyor, tembelliğe ve mutsuzluğa sürüklüyoruz. Belki nüfus bakımından dezavantajımız var. Finlandiya’da olduğu kadar nitelikli bir eğitim sağlamak çok zor. Ancak şu an en önemli sorunun yeterince düşünmeden, tartışmadan sistem ve müfredat değişiklikleri yapmak olduğunu düşünüyorum.
Şehirlerimizi işgal eden zevksizlik bir seçimdir. Geçmişle barışamadığımız için müfredatlar, sistemler değiştirmemiz ise adeta bir cinayettir. Bu ülkenin daha fazla rezidansa değil, bilgi üretmeye ihtiyacı var. Düşünen, üreten genç beyinlere ihtiyacı var. Ülkeden kaçma planları yapan gençlerle dolu, geleceğini harcayan, çirkin binalar krallığı olmak istemiyorsak bu ülkede insanlara değer vermek zorundayız. Bunun için önce geçmişimizle barışmalıyız. Tarihimizle övünüyorsak eğer gerçekten bize miras kalan eserlere “Orada olmasaydı da alışveriş merkezi yapsaydık.” gözüyle bakmamamız gerek. Ya da hem geçmişimizle övünüp hem onunla kavga etmekten zevk aldığımız için çocukları üç sene içinde yeniden değiştireceğimiz eğitim sistemlerinde harcamamız gerekir. Bataklıklar ülkesini beyaz zambaklar ülkesine dönüştüren halkın ruhunu bir gün bu topraklarda da görmek umuduyla…
KAYNAKÇA
Fotoğraflar
http://www.nba.fi/fi/ajankohtaista/tiedotearkisto?Article=5779
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Kulttuuritalo_Helsinki_28_toukokuuta_2013.JPG
https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Turku_Art_Museum.jpg
Petrov, G. (2017). Beyaz zambaklar ülkesinde. Koridor Yayınları.
http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=29&RecID=386