Başkent Ankara, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin, bir milletin kurtuluş mücadelesinin en güzel sembolü hem de ülkemizdeki pek çok güzel şeyin nasıl mahvedildiğinin harika bir örneğidir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın imarı, devlet bütçesinden karşılanmıştı. Hatta Fransız yazar Benoist Mechin’e göre Ankara, sadece bir şehir değildi. Bir inancın eseriydi ama bunun için Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu için 600 yılda harcadığından daha fazla para harcamak gerekmişti. Peki Neden Ankara seçilmişti ? Aslında bu sorunun yanıtını Falih Rıfkı Atay, çok sade bir şekilde yanıtlamıştır. Ankara Kurtuluş Savaşı’nın idare edildiği yerdi. Hatta meclise karşı çeşitli bölgelerde ayaklanmalar olurken Ankara, Mustafa Kemal’e bağlı kalmıştı. Demiryolu burada sona eriyordu. Atay’a göre aslında Mustafa Kemal Atatürk Ankara’yı merkez seçmiş değildi, Ankara’da kalmayı tercih etmişti. Zaten şehir rekabetlerini önlemenin çaresi de bu idi. Atatürk, Ankara’nın modernleşmesini istiyordu. Ankara yeni Cumhuriyet’in değerlerini temsil etmeli çağdaş bir başkent olmalıydı.
“Artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve ustalık, yüksek medeniyet, hür fikir ve zihniyet istiyor.”- Mustafa Kemal Atatürk
Bu amaç doğrultusunda iki başarısız plan denemesinin ardından ciddi bir planlama arayışına girişilmiştir. Bir yarışma düzenlenmiş ve üç şehir planlamacısı Fransız mimar L. Jausseley,Alman mimarlar, Prof. J. Brix ile Prof H. Jansen Türkiye’ye davet edilmiştir. Yarışmanın sonucunda
Jansen Planı Ankara için en uygun plan seçilmiştir. Jansen planına göre otomobiller için ayrı yayalar için ayrı yollar yapılacak, evlerde, otellerde araba sesi duyulmayacak, sokakta benzin zehri solunmayacaktı. Çocuk arabasıyla rahatça gezilebilecekti. O kadar detaylıca düşünülmüş bir plandı ki dar sokakların dönüşleri dik açıyla yapılacaktı. Arabalar dönüş yaparken mecburen hız kesmek zorunda kalacaklardı.
Ankara’nın imarı sürecinde en çok da yeşillendirme üzerinde durulmuştu. Atatürk Orman Çiftliği bu amacı gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. AOÇ ile hem şehre yeşil alan kazandırmak hem de Osmanlı döneminden kalan sosyal yaşantı anlayışının değiştirilmesi amaçlanmıştı. Osmanlı döneminde sosyal yaşantı anlayışı, erkek egemen bir anlayış üzerine kuruluydu. Merkezi yönetimden kadılara mesire alanlarında kadınların kılıkkıyafetinin nasıl olması gerektiğinden, nasıl konuşmaları gerektiğine kadar emirler gönderiliyordu. AOÇ ile bu anlayış da yıkılmak istenmiştir. Çiftlik içerisinde kadınlar erkeklerle eşit olarak sosyal yaşantıya katılabiliyordu.
Araştırma yaparken bu alanlardan en çok dikkatimi çeken havuzlar olmuştur. Nitekim şu fotoğrafa baktığım zaman AVM’lere hapsedilmiş bir neslin ferdi olarak sorunun Ankara’nın coğrafyasından kaynaklanmadığını düşünüyorum. İnsan zekası azmettiğinde bozkırdan başkent, bataklıktan şehre nefes olacak bir çiftlik yaratabiliyor.
Peki buradan bu hale nasıl geldik ? Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde “Yenişehir tarafında geniş topraklar aldığımız vakit kanununa bir tek madde koymayı hatıra getirememiştik.” demiştir: “Bu arsalar, bina yaptıracak olanlara, yaptıracakları binaya lazım olduğu kadar ev alındığı yıl kullanılmak şartı ile satılacaktır.” Belki bu bir madde bir çok şeyi farklı kılabilirdi ama zihniyet aynı kaldığı sürece görüyoruz ki maddeler de çok bir şey fark ettirmiyor. Falih Rıfkı’ya göre bu devletin kusuru değildi. Tecrübesizliğiydi.
“Bu memlekette nelerin ne kadar bilinmediği anlaşılmadıkça, Cumhuriyet’in başardığı işler hakkında iyi bir fikir edinilemez.” -Falih Rıfkı ATAY
Anlaşılan plan daha oluşmadan önce bile spekülasyonlar başlamıştı. Daha sonraları şehir planında evsiz fakirlere verilmek üzere ucuz arsalar ayrılmıştı. Bu arsalar insanlara parasız da verilebilecekti. Ancak yapılacak evler, bir mühendis kontrolünde yapılacaktı. Belediye, bu görevi yerine getirmemiştir. Dışarıdan gelenler, Ankara Kalesi çevresine yerleşmiş, böylelikle gecekondu mahallesi oluşmuştur. Modern bir Başkent sevdası böylelikle sekteye uğratılmıştır. İşin daha da acı kısmı ise o dönemin şartlarında bütün bu yaşanılanlara rağmen bozkırın ortasında bir başkent kurmayı başarmış insanlardan bugün adeta intikam alınıyor olmasıdır. Başarılı olunsaydı belki Ankara bugün bambaşka bir başkent olacaktı, olamadı. O dönemden bize kalan en güzel yerler de bir şekilde talan edildi ve halen edilmektedir. Bu da o dönem modern bir başkent hayal eden insanların hayaline ortak olan benim gibi vatandaşları eminim üzüyordur.
Bana kalırsa bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlamak için illa çok iyi bir ekonomi bilginizin olması gerekmez. Bir insana verilen değere bakmamız yeterlidir. Bütün önceliğin araba sahibi insanlarda olduğu, bebek arabasıyla dolaşmaya çıkmanın, tekerlekli sandalyeyle alışverişe gitmenin zulüm olduğu bir ülkede insana verilen değer de haliyle çok fazla olmasa gerek. Zaten insanın, vatandaşın öncelikli olduğu bir toplumda Atatürk Orman Çiftliği gibi alanlar oluşturulur, Ankara’ya giriş-çıkış kapılarına milyarlar harcanmaz. Bana kalırsa asıl amacın vatandaş olduğu bir ülkenin başkentinde bir Belediye Başkanı 21 yıl görev yapmamalı. Ne acıdır ki bu ülkede güzel bir amaca yönelmiş çoğu girişim rantçı insanlar tarafından sekteye uğratılıyor. Şehirlerimizle birlikte biz de farkında olmadan yozlaşıyoruz. Ne bir estetik anlayışımız var ne de realist bir tutumumuz. Ankara, bu ülke de hem güzel işlerin başarılabileceğine hem de bütün bu güzelliklerin hiç acımadan yok edilebileceğine en güzel örnektir. Bu nedenle de durumumuzun somut bir modelidir.
KAYNAKÇA
http://www.europeana.eu/portal/en/record/2058607/cdm_ref_collection_AEFA_id_614.html
Atay, F. R. (2004). Çankaya: Atatürk’ün doğumundan ölümüne kadar. İstanbul: Pozitif Yayınları.
Kaypak, Ş. (2014). ATATÜRK’ÜN KENT VE KENTLEŞMEYE BAKIŞI. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(27).
Tankut, G. (1981). Cumhuriyet Döneminin İlk Toplu İmar Deneyimi: Ankara. Amme İdaresi Dergisi, 14(4).
Kimyon, D., & Serter, G. (2015). Atatürk Orman Çiftliği’nin ve Ankara’nın Değişimi Dönüşümü. Planlama Dergisi, 25(1), 44-63.