Günlerdir, haftalardır hatta aylardır gündemimizden düşmeyen bir mesele var; malumunuz referandum. “Güçlü bir Türkiye” için evet mi, hayır mı? Parlamenter rejim, gerçekten istikrar ve kalkınma için yeterli olmadığından mı sistem değişikliğine gidiliyor? Sistem değişirse sorunlar bir anda düzelecek mi? 17 Nisan ve sonrası Türk iç ve dış politikası açısından nelere gebe? Bu sorular ve çok daha fazlası her gün sokaktaki esnafın, ev hanımının, bürokratın, işçinin, öğretmenin,öğrencinin,sanatçının kısacası halkın sıkça sorguladığı, kendine dert ettiği bir mesele haline geldi.
Benim için de sandıktan ne çıkacağı oldukça önem taşıyor ancak benim başka bir derdim daha var. Bugüne kadarki en büyük kutuplaşma bu referandum süreciyle başladı. Gün geçtikçe körüklendiği de aşikâr. Zaman zaman hepimiz kendimiz gibi olmayana karşı istemli ya da istemsiz mesafeli dururuz, hatta belki yargılarız. Fakat halkı birbirine karşı bu kadar nefret ve düşmanlığa sürükleyen bir süreç hiç yaşanmamıştı.
Peki biz bu hâle nasıl geldik? Açık konuşmak gerekirse; “Evet” diyenleri vatansever ilan edip “Hayır” diyenlere “terörist, Fetöcü, bölücü” gibi sıfatlar vererek, “Kandil de hayır diyor” diye ülkenin yumuşak karnı olan teröre bolca vurgu yaparak, neden hayır dediğini anlatmaya çalışan akademisyen,avukat ya da başka meslek gruplarından insanların yolunu keserek, evet bildirisi dağıtanlara dokunmayıp hayır bildirisi dağıtmaya çalışanlara engel olarak o bildirilerin dağıtılmasına izin vermeyerek,hayır afişlerini indirerek… En önemlisi de “Evetçi cephe ve Hayırcı cephe” olarak insanları cepheleştirerek… Bu saydıklarımın hepsi hayır diyenlerin yaşadığı mağduriyetleri içeriyor çünkü ben bugüne kadar evet dediği için mağdur olmuş, zarar görmüş birini görmedim. Mesele burada evet- hayır propagandası yapmak değil, mesele halkın karar vereceği böylesine önemli bir oylamada kendisi gibi düşünmeyene saygı duymamak ve her türlü engelleme girişiminden kaçınmamak ve bu da ne yazık ki yalnızca sistemin değişmesini istemeyenlere yapılıyor. Eğer Cumhurbaşkanı, neden hayır denmesi gerektiğini il il gezerek anlatan Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun bu tavrını eleştiriyor ve kendisinin bunun için doğru bir isim olmadığını söylüyor, üstüne “Bedelini ödeyecek.” diyorsa burada bir problem var demektir. Baştan aşağı anayasal değişiklik içeren bu denli hayati bir konuda Feyzioğlu’nun konuşmasından daha doğal ne olabilir ki?
Sosyal medyada oldukça konuşulan etkili paylaşımlar yapılıyor, hepinizin dikkatini çekmiştir. Bunlardan bir tanesi de Güçlü Meclis Platformu tarafından neden hayır denilmesi gerektiğini anlatan videoydu. Konuşmayı yapan da Ali Gül Önce gözaltına alındı ardından da tutuklandı. Gerekçe, Cumhurbaşkanına hakaret. Bu videonun bu kadar sansasyon yaratmasından sonra iktidara yakın medya kuruluşları tarafından adeta hedef gösterilen Gül’ün tutuklanmasında bu videonun hiç payı yok yani öyle mi?
Benim, sizin hepimizin ağrına giden bir şey var, olmalı. Madem bu ülke demokrasiyi güçlendirmenin derdinde, -siyasilerin söylemi böyle çünkü- madem bir halk oylaması yapılacak ve halkın fikri alınacak o zaman bu yaşananlar neden yaşanıyor? Bu baskı, bu yıldırma politikaları neden? İsteyen istediğini söyleyemeyecek ise, hayır diyen otomatik fişlenecek ise neden oy pusulasında hayır diye bir seçenek var ki? Referandumun anlamı ne o zaman?
Eğer ben bu ülkenin bir vatandaşı isem ve fikrim soruluyorsa özgürce evet diyebildiğim gibi hayır da diyebilmeliyim, fikirlerimi söylemekten korkmamalıyım. Özellikle bu ülkenin aydınlık geleceği olan gençler… “Umudum gençliktedir” diyen bir Atamız var bizim. Ona borçluyuz hepimiz. Ona olan minnetimizi, bağlılığımızı, sevgimizi de onun fikirlerine olan bağlılığımız, demokrasiden ve cumhuriyetten sapmayışımız ile, cesaretimizle, fikirlerimizi özgürce söyleyebildiğimiz sürece gösterebiliriz. Biz, ancak böyle biz olabiliriz.