“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” denilerek kurulan meclisimiz, yüzyıllarca bir imparatorluğa payitahtlık etmiş, doğasıyla, tarihiyle, kültürüyle devleşmiş İstanbul’da değil, Anadolu’nun bozkır bir kasabasında yıkılmakta olan bir devlete, hapsedilmek istenen bir millete umut olmuştur. Bu yüzden 23 Nisanlar’dan anlamamız gereken sadece çocuklarımızın güzel eğlenceli vakit geçirmesi olmamalıdır. Ulusal Egemenlik diye başlayan 23 Nisan’ın belki de en güzel yanı egemenliğimize nasıl, hangi şartlarda kavuştuğumuzu bir kez daha hatırlamaktır. İlk meclisin başardıklarını gördükçe aslında bugünün ezbere cümlelerle kutlanacak bir gün olmadığı daha net karşımıza çıkmaktadır.

250px-First_TBMM

23 Nisan 1920’de kuruluşunu kutladığımız meclisimizin kazandığı zaferi ne kadar ansak , anlatsak azdır. O dönemin koşullarında Sakarya Meydan Muharebesi’nde durdurulan Yunan ilerlemesinin ardından bir karşı saldırının Türk ordusu tarafından yapılamayacağı mecliste çoğunluk tarafından düşünülmekteydi. Kimilerine göre ise milletvekilleri aldatılıyordu, ordu ilerleyemezdi. Meclisin içinde savaşın kazanılamayacağını düşünen, Mustafa Kemal Paşa’nın ikinci bir Enver Paşa vakası olduğunu ve ülkeyi felakete sürüklediğine inanan muhalif bir kesim vardı, bir yandan İstanbul hükümeti henüz varlığını korumaktaydı. İşte zafer böyle bir ortamda kazanılmıştır. Savaşı kazanması ile gurur duyduğumuz meclisimizin rejimi de üzerinde durulması gereken bir diğer konudur ve genellikle ihmal edilmektedir. Oysa Türkiye’de uzun yıllar parlamento bir çok anlamda 1920 meclisinin gerisinde kalmıştır.

Rejimden bahsetmek gerekirse Meclis Hükümeti Sistemi’nde yasama ve yürütme erkleri bir mecliste birleşmiştir. Bu hükümet sistemin temeli J.J. Rousseau’nun millet iradesinin ve egemenliğinin bölünemez olduğu görüşüne dayanmaktadır. Egemenlikte olduğu gibi onun temsilinde de bir bütünlük söz konusudur. Ona göre halka yol gösterecek yüksek zekalı birine ihtiyaç vardır. Bu yüksek zeka ise yasa koyucudan başkası değildir. “İnsanlara yasalar koymak için tanrılar gerek.” diyen Rousseau’ya göre yasa koyucu tanrısal bir varlıktır. Bu anlayışa göre her alanda millet iradesini açıklayacak olan meclistir. Yasama organının yanında yetkilerini yasamadan alan, kanunları uygulamakla görevli bir yürütme organı mevcuttur. Bu sistemde yürütme yasamanın Fransa’daki deyimiyle adeta bir “görevlisi”dir. Türkiye’de 1921 Anayasası madde 2’ye göre yürütme ve yasama yetkileri meclisin elinde toplanmıştı. İstiklâl Mahkemeleri’nin kurulması da Meclis’in yargılama yetkisine de haiz olduğunu göstermektedir. Üç erkin de meclisin elinde bulunmasının dört farklı sonucu olmuştur. Cumhurbaşkanı’nın görev süresi Meclis ile aynıydı, Meclis sürekli toplanmaktaydı, fesih yetkisi bulunmamaktaydı onun yerine seçim yenilenmesi söz konusuydu ve tek meclis bulunmaktaydı.

Tarihteki örnekleriyle karşılaştırıldığında ilk meclisimiz bir istisna oluşturmaktadır. Nitekim Fransız ihtilali döneminde kurulan Milli Konvansiyon Meclisi, birliğin temsil ediliği çok güçlü bir meclisti. Bu güç yasama, yürütme ve yargının mecliste olmasından kaynaklanıyordu. Meclise hükmeden lider bu üç erki de kontrol edebiliyordu. Bu meclis çok uzun süre varlığını devam ettirememiştir. Tarihte bir diğer örnek ise Sovyet rejimidir. Sovyetlerde de tam bir birleşme sağlanamamıştır. Milletvekilleri daha çok zorunda oldukları için bir araya gelmiştir. Oysa ilk meclisimiz, ülkenin kurtuluşu gayesinde birleşmiş çok farklı düşünen mebuslardan oluşmaktadır.

16 Nisan 2017’de oyladığımız Anayasa değişikliği ile meclisten birtakım yetkiler de alınmış oldu. Nitekim Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile yasama yetkisini yürütme ile paylaşacak olan meclisin elinden yürütmeyi denetleme mekanizmaları alınmıştır. “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme ve denetim yolları” kenar başlığının 98.maddeden kaldırılması da aslında bunun bir göstergesidir. Meclis Hükümeti Sistemi gibi bütün güçleri elinde toplamış bir meclis elbette günümüzde mümkün değil, ancak insan nereden nereye demeden edemiyor. Olağanüstü savaş döneminde bile bütün yetkilerin mecliste toplandığı bir dönemden ülke yönetilemiyor denilerek tüm yetkilerin yürütmede toplandığı bugünlere… Bir diğer değişle  çok güçlü yasamadan çok güçlü yürütmeye…

23 Nisan vesilesiyle ilk meclisimizi gerek zaferleriyle gerek rejimiyle hatırlatmış olduk. Bir kez daha Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun.

 

KAYNAKÇA

Teziç, E. (2015). Anayasa hukuku: (genel esaslar). İstanbul: Beta.

Ortaylı, İ. (2016). Türkiye’nin yakın tarihi  İstanbul: Timaş.

Kaboğlu, İ. Ö.  (2014) Anayasa Hukuku Dersleri. İstanbul: Legal Yayınları.

Atay, F. R. (2004). Çankaya: Atatürkʼün doğumundan ölümüne kadar. İstanbul:Pozitif.

Leave a Reply