Avrupa Birliği Başarısızlığa Mahkum Mu?

Avrupa pek çoğumuza göre medeniyetin kalbi, refahın ve özgürlüğün sembolü. Alman endüstrisinin kalitesi, Fransız kültürünün zarafeti ve İtalyan mimarisinin estetiği, kıtayı kendisine özgü bir cazibe merkezi haline getiriyor.

Avrupa Birliği sayesinde kıta zorlayıcı jeopolitik konumuna rağmen, bugün hâlâ ABD ve Çin’in yanında üçüncü bir güç olarak varlığını koruyor. Dünyanın en büyük ekonomik bloklarından biri, insani gelişmişlik endeksinde zirveye yakın bir aktör ve milyonlarca insan için daha iyi bir hayat umudunun adresi. Ancak modern dünyanın en başarılı projelerinden biri olarak sunulan Avrupa Birliği’nin bu başarılarının gölgesinde, onu içten içe çürüten ve çözülmesi gereken önemli yapısal sorunları var.

AB’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana barış ve istikrarın temellerinde inşa ettiği zenginliğini koruması; Rus saldırganlığını, ABD’nin kendi kıtasına çekilmesinin yarattığı boşluk ve kendi içindeki ekonomik ile demografik krizlere vereceği yanıtlara bağlı. Tüm bunlarla başa çıkabilmek, toplumsal yapıyı yeniden düzenleyecek reformları ve eskisinden çok daha güçlü bir entegrasyonu gerektiriyor.

AB’nin Kökleri

Avrupa’nın son 80 yılı, önceki yüzyılların kanlı tarihine ironik bir tezat oluşturuyor. Roma İmparatorluğu’nun bölünmesinden İkinci Dünya Savaşı’na kadar kıtadaki uluslar, kısa süreli barış yılları dışında sürekli birbirleriyle savaştı. Kalıcı barış ancak İkinci Dünya Savaşı’nın yaşattığı büyük yıkımdan sonra sağlanabildi. Fakat savaş sona erdiğinde, güç dengesi çoktan yerle bir olmuş Avrupa’dan Atlantik’in karşı kıyısındaki Amerika’ya kaymıştı. ABD; devasa ekonomisi, benzersiz askeri kapasitesi ve kurduğu uluslararası kurumlar üzerinden dünyaya yeni bir sistem ile geldi.

Sovyetler Birliği ve Çin dışında hiçbir ülke ABD’ye gerçek anlamda meydan okuyamadı. Avrupalılar 1950’lere gelindiğinde, bu süper güçlerle ancak birlik halinde rekabet edebileceklerini kabul ederek entegrasyon yoluna girmek zorunda kaldılar. Entegrasyonun ilk adımı, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile ekonomik alanda bir birlikle atıldı.

Avrupa’nın Sorunları ve Draghi Raporu

1951’de Paris’te kurulan topluluk, yıllar içinde genişleyerek bugünkü Avrupa Birliği’ne dönüştü. Ortak pazar, serbest dolaşım ve tek para birimi gibi adımlar kıtaya önemli bir refah artışı getirdi. Fakat Avrupa Birliği hiçbir zaman sıradan bir başarı hikâyesi olmadı; aksine, kurulduğu günden beri krizlerle mücadele ederek bugünlere ulaşan ve henüz bitmemiş projedir. Eylül 2024’te eski Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi tarafından hazırlanan Avrupa Rekabet Stratejisi Raporu, bu krizlerin artık yönetilebilir olmaktan çıkıp “varoluşsal tehdit” boyutuna ulaştığını vurguluyordu.

Draghi’ye göre Avrupa’nın karşı karşıya olduğu temel riskler; Amerika ile arasındaki verimlilik ve teknoloji farkının giderek açılması, dijital devrimin kaçırılması, yüksek enerji maliyetleri, Çin ile artan rekabet ve yetersiz savunma harcamalarıydı.

2000’lerden bu yana Avrupa, ABD ile arasındaki verimlilik açığını kapatmakta başarısız oldu. Bu fark, özellikle ABD’nin 1990’larda dijital devrimin temellerini Silikon Vadisi merkezli inovatif bir ekonomi kurmasıyla derinleşmişti.

Bunun sonucunda günümüzde AB’nin bir yılda ürettiği toplam gelir, Amerika’dan yaklaşık %40 geride. Özel sektörün Ar-Ge yatırımları ise ABD’nin yarısı kadar. Sermaye hâlâ ağırlıklı olarak otomotiv ve ağır sanayiye akarken, Avrupa’dan son 50 yılda 100 milyar eurodan büyük piyasa değerine sahip tek bir yeni şirket çıkmadı. Dünyanın en büyük 50 teknoloji şirketinden yalnızca dördünün Avrupa kökenli olması, kıtanın dijital devrimi kaçırdığının somut göstergesi.

Enerji Krizi

Bunun temel sebeplerinden biri enerji krizi. Avrupa uzun süredir enerjiyi rakiplerine göre daha pahalıya kullanıyor. 2022’de başlayan Ukrayna Savaşı ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, bu dezavantajı dramatik biçimde büyüttü. Avrupa Birliği, Rus gazına bağımlılığını azaltmaya çalışırken enerjiyi ABD ve Çin’e kıyasla yaklaşık üç kat daha pahalıya kullanmak zorunda kaldı. Yeşil dönüşüm hedefleriyle birleşen bu tablo, sanayisizleşme riskini artırdı; üretim maliyetlerini yükseltti ve Avrupa sanayisinin rekabet gücünü aşındırdı.

Ekonomik zorluklar yalnızca güç yarışında geri kalmak anlamına gelmiyor; halkların günlük hayatına yansıyan enflasyon, işsizlik ve refah kaybı, siyasal sistemi de temelden sarsıyor. Bugün pek çok üye ülke, bütçe açıklarını kapatmak için sosyal devleti aşındıran kemer sıkma politikalarına başvuruyor.

AB Ekonomisi

Tüm bu sorunlara rağmen Avrupa Birliği hâlâ dünyanın en büyük ve karmaşık ekonomilerinden birine sahip. Ortak para birimi euro, doların ardından ikinci rezerv para konumunda. Ama oldukça çeşitli ekonomilerin yer aldığı kıtada tek bir para birimine dayalı olarak fiyatları stabilize etmek oldukça zor bir iş.

Birliğin lokomotifi, yüksek katma değerli sanayisiyle Almanya. Fransa ve İtalya daha çok hizmetler ve lüks tüketim üzerinden büyürken, Doğu ve Güney Avrupa’da pek çok ülke nispeten ucuz iş gücü ve sınırlı doğal kaynaklarla bu sistemi besliyor.

Bu kırılgan denge, 2008 küresel finans krizinde sert biçimde sarsıldı. ABD’de patlayan kriz, Avrupa’da Euro Krizi’ne dönüştü; Güney ve Kuzey Avrupa arasındaki gelişmişlik farkı derinleşti. Bu dönemde uygulanan kemer sıkma programları, sosyal devleti yıprattı ve siyasal alanı radikalleşmeye açık hale getirdi.

Aşırı Sağ ve Göçmen Krizi

Tam da bu noktada, aşırı sağın yükselişi devreye giriyor. Son otuz yılda milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı etrafında şekillenen aşırı sağ partiler, Avrupa siyasetinde kalıcı aktörler haline geldi. 2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ, kıtanın en büyük siyasi hareketlerinden biri konumuna yükseldi.

Bugün yedi Avrupa ülkesinde aşırı sağ partiler iktidarda ya da iktidarın belirleyici ortağı. Almanya’da AfD, bazı eyaletlerde birinci parti konumunda ve ülke genelinde oylarını hızla artırıyor. Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi, Macron’un hareketini geride bırakarak ülkenin en büyük partisi haline gelmişti. İtalya’da Giorgia Meloni’nin kökleri neo-faşizme uzanan partisi 2022’den beri ülkeyi yönetiyor. Macaristan’da Viktor Orban uzun süredir iktidarını pekiştirmiş durumda.

Bu yükselişi besleyen ana yakıtlardan biri göçmen krizi. Avrupa’ya göç yeni bir olgu değil; ancak 2015 sonrası yaşanan dalga niteliksel olarak farklıydı. Suriye, Afganistan ve Ukrayna gibi çatışma bölgelerinden milyonlarca insan kısa sürede Avrupa sınırlarına dayandı. 2015–2017 arasında yalnızca AB ülkelerine 2 milyondan fazla mülteci giriş yaptı.

Üye devletler bu akını yönetmekte bariz şekilde başarısız oldular. AB, insan hakları ve sığınma hakkının doğduğu yer olarak tarihsel bir sorumluluğa sahipken mülteci akınına karşı sınır kontrollerinin geri getirilmesi bir çelişki yarattı. Göçmenlerin önemli bir kısmının Müslüman olması, laiklik, kadın ve LGBT hakları gibi Avrupa değerleriyle yaşanan kültürel gerilimleri artırdı. Merkez sağ ve sol partilerin ekonomik kaygılar ile kimlik korkularına çözüm üretememeleri birleşerek popülist söylemlerin eline güçlü bir siyasal koz verdi.

Rus İlerleyişi

Tüm bunlar olurken Rusya da boş durmadı. Putin’in Avrupa ve NATO’ya karşı stratejisi, 2014’teki Kırım ilhakıyla görünür hale gelmişti. Kremlin’in bakış açısına göre birleşik bir Avrupa, Rusya’nın çıkarları için büyük bir tehditti. Bu nedenle Moskova, son on yılda özellikle ekonomik bağımlılık ve enerji anlaşmaları üzerinden Avrupa Birliği içindeki çatlakları derinleştirmeye çalıştı. Brexit, mülteci krizi ve iç siyasi kutuplaşmalar, Avrupa’nın dış politikada ortak hareket kapasitesini zayıflattı. 

2022’de Ukrayna’nın topyekûn işgali başladığında Rusya, Batı yaptırımlarıyla izole edilmeye çalışıldı; fakat tüm baskıya rağmen uzun süreli bir savaşı sürdürebilecek kapasiteye sahip olduğunu herkese gösterdi. Savaş ilerledikçe Rus ordusu da tecrübe kazandı ve konvansiyonel savaş yeteneklerini geliştirdi.

Rusya’nın işgal stratejisinin merkezinde nükleer tehditler yer alıyor. Putin, zaman zaman yaptığı nükleer kullanma imalarıyla Batı’nın Ukrayna’ya vereceği desteğin sınırlarını çizmeye çalıştı. Buna karşılık Rusya savunma harcamalarını hızla artırırken, Avrupa uzun süre ABD şemsiyesine güvenerek kendi askeri kapasitesini ikincil planda tutmuştu. Bu güvenlik mimarisi, özellikle Trump döneminde sorgulanmaya başlandı. Trump’ın Ukrayna lideri Zelenskiy’i tüm dünyanın önünde azarlaması, Washington’ın Ukrayna’yı kendi kaderine terk etmesi ve “dünya polisliği” rolünden giderek uzaklaşması, Avrupa’yı sert bir gerçekle yüzleştirdi: Kendi kıtalarını kendileri savunmak zorundalar.

Bu kırılma, ekonomik ve güvenlik alanları arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu da gösterdi. Avrupa artık yalnızca tedarik zincirlerinde değil, kolektif savunma da dışa bağımlı hale gelmişti. Dolayısıyla Amerika ile yaşanan gerilim, ticaret anlaşmazlığının ötesinde, Avrupa’nın kendi kaderini belirleme kapasitesine dair bir sınava dönüştü.

Amerika Artık Bir Müttefik Değil

İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa, dış politikasını büyük ölçüde ABD’nin dış politikası ile uyumlu yürüttü. Soğuk Savaş sonrası dönemde kıta, adeta Amerika’nın eski dünyadaki bir uzantısı haline gelmişti. 2023 itibarıyla AB ve ABD arasındaki ticaret hacmi 1,3 trilyon doları aşmıştı; taraflar birbirlerinin en büyük yatırımcısıydı.

Ancak 2016’da Donald Trump’ın iktidara gelişiyle Transatlantik ittifakından kriz sinyalleri gelmeye başladı. Trump, AB’yi “ticari rakip” olarak tanımladı, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerini savunma harcamalarını artırmaya zorladı, NATO’nun varlığını sorguladı ve Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi.

Ek olarak AB’nin Dijital Hizmetler Yasası ve rekabet politikaları, ABD merkezli teknoloji devleriyle gerilimi artırdı. Meta, Apple ve Microsoft gibi şirketler, Avrupa’da şeffaflık ve pazar hakimiyeti gerekçeleriyle milyarlarca euroluk cezalara çarptırıldı. Trump yönetimi bu tutumu “haksız ticaret” olarak niteleyip AB’den ithal edilen mallara yüzde 25 gümrük vergisi uygulama kararını açıkladı.

28 Şubat’taki Trump–Zelenski görüşmesi sonrası Washington’ın Ukrayna’dan tamamen çekilmesi, Avrupa’da büyük bir şok etkisi yarattı. AB, buna cevaben 800 milyar euroluk bir silahlanma ve savunma yatırım planı açıkladı. Üye ülkelerden, savunma harcamalarını GSYH’lerinin ortalama yüzde 1,5’i seviyesine yükseltmeleri isteniyor. Ancak bunun önünde ciddi bir engel var: hızla yaşlanan nüfus.

Yaşlanan Nüfus

Avrupa’da doğurganlık oranı 1,5 seviyesinde. Nüfus kendini yenileyemiyor; nüfus piramidinin tabanı daralırken, üstü her yıl biraz daha ağırlaşıyor. Sosyal devlet modeline göre çalışan nüfusun, giderek artan sayıda emekliyi finanse etmesi bekleniyor. Ekonomik belirsizlik, yüksek yaşam maliyetleri, aile ve evlilik kavramına yönelik kültürel dönüşüm, kadınların çalışma hayatına katılımı etrafında süren tartışmalar, pek çok ülkede çocuk sahibi olma kararını erteliyor ya da tamamen ortadan kaldırıyor.

Yaşlanan nüfus, Almanya, İtalya ve Fransa gibi büyük ekonomilerde iş gücü açığını büyütüyor; üretkenliği ve rekabet gücünü zayıflatıyor. Bu eğilim tersine çevrilmediği takdirde, Avrupa ekonomileri uzun süreli bir durgunluk ve hatta resesyon riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Bazı ülkeler için hâlâ geri dönüş mümkün olsa da Almanya, İtalya ve İspanya’nın nüfus artışını yeniden canlandırması istatistiksel olarak son derece zor görünüyor. Buna karşın Fransa ve Polonya, doğurganlık ve göç politikalarını iyi yönetebildikleri takdirde, bu gri tabloyu nispeten lehlerine çevirebilir. Polonya’nın en büyük avantajlarından biri, Ukrayna’dan gelen göçmenlerin iş gücü açığını kısmen doldurabilmesi.

Tüm bu ekonomik ve demografik baskılar, yalnızca sayılardan ibaret değil; Avrupa’nın karar alma kapasitesinin siyasi nedenlerine de işaret ediyor. Kıtadaki yönetim yapısı, halkın beklentileriyle karar vericiler arasındaki uçurumu büyütürken, stratejik vizyonu taşıyacak liderlik figürlerinin eksikliği daha da görünür hale geliyor.

Karizmatik Figür Eksikliği ve Dağılma

AB, tarih boyunca kıtanın büyük kısmını tek bir yönetim altında toplayan Romalılar ya da Napolyon Fransa’sının aksine bunu baskıcı imparatorluklarla değil gönüllülüğe dayalı bir entegrasyon ile yaptı. Ancak bugün birliğin karmaşık bürokrasisi, şeffaflıktan uzak karar alma süreçleri ve vatandaşla arasındaki mesafe, AB’nin Birleşik Devletler’deki gibi federatif tek bir yapı olmasını hayalden ibaret kılıyor.

2016’daki Brexit, AB’deki ayrılıkçı eylemlerin sonuç verdiği ilk örnekti. Eğer Avrupa Birliği karizmatik ve vizyoner bir liderlik üretemezse, bu kırılmanın son olmayacağını düşünenlerin sayısı artıyor. Birlik içinden, özellikle Orta Avrupa’dan yükselen çatırdama sesleri, Slovakya veya Macaristan gibi ülkelerin ileride benzer bir adım atabileceği tartışmalarını güçlendiriyor.

Avrupa Birliği, şüphesiz son 80 yılın en büyük barış ve entegrasyon projesi olarak tarihe geçti. Fakat bugün gelinen nokta, başarıların korunması gereken ve sonsuza kadar süremeyen olgular olduğunu gösteriyor. Enerji krizi, sanayisizleşme, aşırı sağın yükselişi, demografik daralma ve ABD ile mesafenin açılması, birliği modern tarihinin en büyük sınavıyla karşı karşıya bırakıyor.

Bu sınavdan çıkış için Avrupa’nın önünde üç olasılık bulunuyor: Birincisi, federal bir sıçrama yaparak daha derin bir entegrasyona gitmek; ikincisi, gevşek bir birlik haline gelerek esnek dayanışma modelini benimsemek; üçüncüsü ise iç gerilimlerin kontrol edilememesiyle parçalanma riskinin artması. Güçlü bir entegrasyon seçeneğiyse net bir stratejik vizyon ve cesur bir siyasi liderliğe ihtiyaç duyuyor.

Avrupa, Tito, Atatürk veya De Gaulle gibi vizyoner bir figürün eksikliğini derinden hissediyor; Macron gibi aktörler bu boşluğu doldurmaya çalışsa da henüz tatmin edici bir liderlik ortaya koyabilmiş değiller. Kıtanın geleceği, bugünden atılacak adımlara bağlı. Birlik küreselde gücünü koruyabilecek mi yoksa eski ihtişamını kaybederek tarih sahnesinde yerini mi alacak? Bu sorunun cevabını zaman gösterecek.

Kaynakça:

Van Hulst, N. (2024, 9 Mayıs). Anatomy of a fall: Europe’s deindustrialisation. Illuminem. https://illuminem.com/illuminemvoices/anatomy-of-a-fall-europes-deindustrialisation Ghizoni, S. K. (t.y.).

Creation of the Bretton Woods System. Federal Reserve History. https://www.federalreservehistory.org/essays/bretton-woods-created​ Green, R. (2024, 30 Eylül).

The year of elections: The rise of Europe’s far right. International Bar Association. https://www.ibanet.org/The-year-of-elections-The-rise-of-Europes-far-right​ Fiveable. (t.y.).

North European Plain. Fiveable. https://library.fiveable.me/key-terms/introduction-world-geography/north-european-plain Birleşmiş Milletler. (2024, 19 Eylül).

Avrupa ve Mülteci Krizi: Medeniyetimize Bir Meydan Okuma. Birleşmiş Milletler Akademik Etki. https://www.un.org/en/academic-impact/europe-and-refugee-crisis-challenge-our-civilization Altieri, C., Di Nino, V., Fidora, M., Furbach, N., Gunnella, V., Rodríguez, M. S., & Schuler, T. (2024, Eylül).

Past and future challenges for the external competitiveness of the euro area. Avrupa Merkez Bankası Ekonomik Bülteni, Sayı 6. https://www.ecb.europa.eu/press/economic-bulletin/articles/2024/html/ecb.ebart202406_01~3639959dc2.en.html​ Draghi, M. (2024, 9 Eylül).

Avrupa’nın Gelecekteki Rekabetçiliği: Mario Draghi Raporu. Avrupa Komisyonu. https://commission.europa.eu/topics/eu-competitiveness/draghi-report_en Müller, M. (2024, Mayıs).

The rise of the far right in the European Union: Gaining power not through sweeping victory, but through creeping normalisation. Finnish Institute of International Affairs. https://fiia.fi/wp-content/uploads/2024/05/bp387_rise-of-the-far-right-in-the-eu.pdf The Economist. (2023, 17 Ağustos).

The German economy: from European leader to laggard. https://www.economist.com/finance-and-economics/2023/08/17/the-german-economy-from-european-leader-to-laggard RECLAIM. (t.y.).

Orbán’s Sovereignty Protection Office. RECLAIM. https://www.reclaiming.eu/spo​ Eichengreen, B. (2024, 10 Aralık).

The Crisis that Germany Needs. Project Syndicate. https://www.project-syndicate.org/commentary/german-economic-crisis-could-break-institutional-logjam-by-barry-eichengreen-2024-12?a_la=english&a_d=67582e4674238e90d18a8425&a_m&a_a=click&a_s&a_p=%2Fsection%2Feconomics&a_li=german-economic-crisis-could-break-institutional-logjam-by-barry-eichengreen-2024-12&a_pa=section-commentaries&a_ps=main-article-a3&a_ms&a_r=%C2%A0

Leave a Reply