“Bir ülke kurallarla yönetilir. Nizam da adalet de toplumsal huzur da yasaların çerçevesinde belirlenmiş kaidelerin garantisi altındadır.” gibi cümlelerle giriş yapıp memleketimizde anayasaya ve toplumsal kurallara çok itimat edildiğini söylemekten müthiş mutluluk duyardım fakat duymuyorum.
“Suç şahsidir. İnsanları yargılarken bu önemli ilkenin farkında olarak davranan hakimlerimize teşekkürlerimi sunuyorum. Kılı kırk yarıp en doğru kararı vermek için uğraşan bütün yargı mensuplarına karşı minnet besliyorum” şeklinde bir laf etmekten zevk alıp övünürdüm fakat övünmüyorum.
“Müddeinin iddiasını ispatlamak zorunda olduğu gerçeğini göz ardı etmeyen herkese de şükranlarımı sunuyorum. Kişi silah tüccarı da olsa hırsız da olsa sözlerini kale alarak soruşturma başlatmayı düşünen insanlara da kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum.” demeyi ise hiç mi hiç düşünmüyorum.
Çünkü görüyorum ki anayurdumda bir hukuk devletinde yaşadığını unutmuş, sanki kabileler arasında seyahat etmiş de oradan buradan öğrendiğimiz bazı toplumsal kuralları kendi hayatımıza enjekte etmeye çalışıyormuşçasına umarsız ve avare davranan insan yığınıyla karşı karşıyayız. Belki de bir mafya babasının iktidarı suçlayan söylemlerine şahitlik ettiğimizde iddialara maruz kalan insanların “O müptezelin sözüne mi inanacaktınız?” şeklindeki çıkışlarını buraya bağlamak gerekebilir. Çünkü aynı insanlar zamanında Ergenekon adı verilen kumpaslarda Atatürkçü subaylar yoktan sebeplerle yargılanırken dağ kadrosundan adam getirip onları gizli tanık yapacak kadar ikiyüzlü davranmakta beis görmemişlerdi.
Koyduğunuz kuralları delmekle iftihar ederseniz, uygulamak zorunda olduğunuz yasaların istisnası olmaya can atarsanız toplumsal ayrışma düzeyinin yüksek olduğu böyle bir toplum yaratırsınız. Yarattığınız bu toplumun polisi de memleketin en köklü üniversitesinin kapısına kelepçe takmaktan imtina etmez, 19 yaşındaki Ali İsmail’i döver, üniversitede dersliğine girerken terör örgütü propagandasına göz yummayan Fırat’ın ölmesine ses çıkarmaz. Bu toplumun öğretmeni de ders verdiği çocuklardan zaten bir halt olmayacağı inanışına kapıldığı için adamakıllı işini yapmaz. Ha diğer türlüsü olursa, aklı başında bir genç öğretmen olma azmiyle Doğu’ya atanırsa, bu toplumun zehirlediği başka bir evladı da o öğretmeni öldürür. Üstelik o öğretmen devletinin verdiği yaş odunlar yanmadığı için çocuklar üşümesin diye kendi cebinden para harcayarak lastik yakıp da sınıfı ısıtan Necmettin Öğretmen olsa bile… Bu toplumun vasat insanı ise ne devleti ne ailesi tarafından adam yerine konduğu için bilgili ve entelektüel olmayı günah zanneder. Yenile Boğaziçi Üniversitesinin elitistlerin değil milletin olduğu iddia edilen bir ortamda bu söylediğim anlam kazanır diye tahmin ediyorum.
Tabii bunları söyledikten sonra insanın aklına bazen Onuncu Yıl Nutku gelmiyor da değil. Sarı Paşa’nın o meşhur “Türk milletinin karakteri yüksektir, Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir.” cümlelerini iç çekerek hatırlıyoruz. Fakat öte yandan Atsız’ın yahut Aziz Nesin’in “Bu ülke salaktır.” minvalindeki sözleriyle de karşı karşıya geliyoruz. Haliyle o dönem Atatürk’ün mecliste göz göze baktığı isimleri düşündüğümüzde bu önermeyi rahatlıkla anlayabiliyoruz. Milleti temsilen Meclis’e gelen isimler Yeliz falan olmayıp da Hamdullah Suphi’yle, Yahya Kemal’le muhatap olan Atatürk de mensubu olduğu Türk milletinin bu yüce hasletlere sahip olduğunu düşünmüş olabilir. Hakkıdır. Her insan yanılabilir.
Ahlak izafidir, görelidir. Elbette zamana göre değişebilir. Mesela binlerce yıl önce elinde mızrak ve yaprakla gezen adamları ahlaksız diye tarif edemeyiz. Etik dediğimiz mekanizma öyle işlemiyor yani. Ancak şu anki zaman diliminde ahlak kavramının bu kadar da farklı algılanıyor olması beni çok yaralıyor. Her türlü alçaklığın ve iftiranın meşrulaştırılma kalıbı hazır. “Siyasette bu işler böyle.” ya da “O saatte orada ne işi varmış?” gibi anlamsız ama anlamsız olduğu kadar da vicdanınızı rahatlatmaya yarayan saçma tekdüze laflar…
Herhangi biri, tanıdığı savcı ya da avukattan falan bir güzellik beklediğinde olumsuz bir yanıt alırsa karşısındakini yaralı parmağa işememekle suçlayabilir ve ortamlarda o kişinin ne kadar da kötü huylu bir terbiyesiz olduğundan yakınabilir. Bu gibi şeyler pek çoğumuzun çevresinde yaşandığı için çok da garip gelmeyebilir. Yasalara uymak ve adil davranmak için çabalamak pek çokları için gereksiz bir meşgaleden farksız olmadığından küçük bir kayırma talebinin sonuçsuz kalması kişilerde kin ve nefret yaratabilir. Kuralların yerine getirilmediği, yerine getirilen kuralların da değerini yitirdiği bu iklimde makbul bir Türk vatandaşı olarak kanuna kitaba kıymet vermek de bizlere zül sayılabilir. Çünkü kurallar yok. Var da yok, yani önemi yok. Kurallara uyan adamın uymayandan farkı yok.
Bütün bunların nihayetinde edepsizliğin takdir edildiği ama ahlaklı bir tavır sergileyenin başını dertten kurtaramadığı bir toplum da işte bu kuralsızlığın eseri olarak karşımıza çıkıyor. Bu düzenek hukuki yollarla hakkını arayan insanı pişman etmekten başka bir işe yaramıyor. Herkese kendi adaletini kendi sağlaması için bir ortam yaratılıyor. Böyle olunca kahramanlar da hainler de artıyor. Kadir Şeker’ler ortaya çıkıyor, Twitter Yüksek Mahkemesi kuruluyor, mafya babası kurtarıcı oluyor, başsavcıların yapacağı işi birkaç televizyon programı yapmaya kalkıyor, ilk falsolarında onlar topa tutuluyor. Durum böyleyken de hukuk devletinden bahsetmenin hiçbir manası kalmıyor. Yeni anayasa talebi de, buluttan nem kapar gibi darbe iması çıkarmak da sanki devlet dediğimiz koca organizmanın sahibi sadece belli bir güruhmuşçasına davranıldığı için bu tiksindirici ortamda anlaşılabiliyor.
Anlaşılmasına anlaşılıyor da hiçbir zaman sindirilemiyor esasında. Makul, aklı basan, hukuka hak ettiği saygıyı gösteren, vasatı övme romantizmine kapılmayan adamların midesi bunu kaldıracak cinsten değil. En azından benim tanıdıklarımın değil. Hâl böyleyken ortada kavgası verilmesi gereken bir fikir beliriyor. Kuralların kale alındığı bir memleket özlemiyle yanıp tutuşan akranlarımızın, büyüklerimizin ve küçüklerimizin sayısı öyle yok sayılabilecek türde değil. Biz az değiliz, güçlüyüz, güzeliz, akıllıyız, kavgamızı da vereceksek kurallara uyarak dövüşecek kadar hakkaniyetliyiz.
Şunu da itiraf etmeliyiz. Evet, düzen ne kadar iğrenç olursa olsun şu an memlekette hukuku bir el hareketiyle pat diye aktif hale getirecek bir formülümüz yok. Kanundan ve nizamdan anlamayan adamlara kanunun ne kadar değerli olduğunu, vatandaşlık kavramının uzun yıllar süren kolektif bir çaba sonucunda bütün insanlığa kazandırıldığını, kendi ülkemizde de 100 yıl önce cumhuriyet fikrinin yerleştiğini açıklayamayız.
Ancak şu an okuduğunuz yazılar gibi yazılar veyahut başka adamların ağızlarından çıkan bambaşka laflar sizi çaresizliğin girdabına değil, ümit diyarının zirvelerine sevk edecektir, etmelidir. Velhasılıkelam gayretimiz de budur. Bizler yılmayacak, kendi aramızda bile olsa neyin iyi neyin kötü olduğuna inandığımızı söyleyecek, doğrunun peşinden koşmaya devam edeceğiz. Bu cümleleri sarf etmekten de belli bir yere kadar üzülsek dahi asla yıkılmamamız gerektiğini hatırlayarak ve umutla yaşamakta yarar olduğunu gözeterek geri durmayacağız.