Hobbes, insan doğası durumdan yani devletsiz başıboş durumdan çıkılmanın en önemli şey olduğunu düşünür. Bu düşünce en kötü tiranlık bile savaş durumundan daha iyidir demesiyle daha da artacaktır. Ancak buradaki savaş durumu şu an çok yakından gördüğümüz ülkeler ya da yöneticilerinin savaşları değildir. Buradaki savaş durumu, insan doğası gereği kimseye güvenmeyen bir varlık olduğundan ve her zaman kendi varlığını ve çıkarlarını sürdürmeye çalışacağından devlet, bir diğer deyişle kural, olmadığında bir savaş durumunda olur. Bu savaş durumunda kimse kimseye güvenmez, bu güvensizlikten toplum yapılanması ve gelişmesi söz konusu olamaz. Savaş halinden çıkılması içinse bir ahit yapılmalı der Hobbes: Bir toplum sözleşmesi. Ancak, sözleşmenin tarafları yönetici ve tebaaları ya da vatandaşları değildir, taraflar direkt olarak kişilerdir ve yönetici ya da egemen güç, bu tarafların dışında yer alır. Bu dışarıda yer almanın bazı sebepleri vardır. Örneğin, eğer taraf olsaydı bir sözleşmeye aykırı bir anlaşmazlık durumunda kime ya da neye gidilecekti sorusu akıllara gelir.
Şimdi, Hobbes’un toplum sözleşmesi kavramı bizim için olması gerekense ya da olması gerekene giden patikada bir tümsek ise görebiliriz ki günümüzde her ne kadar devlet, özgürlük, hak ve hukuk gibi kavramları geliştirdiğimizi düşünsek de Hobbes’un fikirleri kendi zamanı için için bizim zamanımız için olan fikirlerimizden daha iyi gözüküyor. Hele ki bir Hobbes taraftarı olmadığımı hesaba katarsak durumumuzun ne kadar vahim olduğu rahatça görülebilir.
Hobbes’un Leviathan’ında 18.bölümde geçen “Egemenin eylemlerinin sahibi tebaadır(vatandaşlardır), bu yüzden egemen cezalandırılmamalıdır, cezalandırılacak olan eylemlerin sahibidir.” görüşü birçok yönden ele alınabilir. Hadi bakalım, biz Rusya-Ukrayna olayları hatta Rusya-Ukrayna Savaşı konusundan bakalım.
Öncelikle, benim jenerasyonum hiçbir Avrupa savaşı ya da dünya savaşı görmedi. Bu şans, insanlarda savaş gibi kavramların öğrendiğimiz tarih kitaplarında kalmasına yol açtı ve biz ne olursa olsun okuduğumuz, izlediğimiz gibi savaşlar olacağına içten içe inanmayarak büyüdük. Ya da bu inançsızlık bize güven verdi ve de iyi hissettirdi. Her ne kadar ülke içinde de dışında da büyük eylemler görsek de – ister bunlar devletlerin devletlere karşı olması olsun ister halkların yöneticilerine olması olsun – çoğu zaman bizi doğrudan etkileyecek bir sonuca bağlanmadı. Ortadoğu konusunu ise normalleştirdik, orada biz doğduğumuzdan beri hatta daha öncesinden kafası kesilen insanlar, tecavüze uğrayan kadınlar ve erkekler, yaş doldurmamış bebekler ölüyordu zaten dedik, orada savaş normaldi. Ancak, biliyoruz ki “modern” dünyamızda hiçbir savaş normal değil. Hani bitmişti, hani devletler anlaşmıştı, kurumlar kuruluşlar kurulmuştu? Her şey yalandı o zaman. İyi niyetle başlayan hareketler bir bir solmuş ve biz bunlara gözlerimizi de kulaklarımızı da savaşın olmayacağı inancı ya da ümidine güvenerek kapatmışız.
Peki, şimdi her gün sosyal medyada ya da kökeni Ukrayna olan bir arkadaşımı gördüğümde hissettiğim bu şey ne? Savaşa olan inançsızlığımız hala bizi kurtarabiliyor mu? Hiç sanmıyorum. Çok normalmiş gibi ama meraktan ve üzüntüden de “Ne yaptınız oradaki akrabaları?” diye soranlar, “Putin, kral adam ya!” diyenler var. Nasıl oluyor da yanı başlarında geçen bu olaylara çok uzakmış gibi düşünüyorlar, nasıl oluyor da geçmiş gitmiş tarihi bir olayın konuşulduğu gibi ya da sanki bir açık oturum programındalarmış gibi yan masamda oturan insanlar, bu savaşın sadece politikayı ve ekonomiyi nasıl etkileyeceğinden konuşabiliyorlar? Bizim yakınımızda savaş var demek bu kadar zor olmamalı, hiç İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist rejimden yana olmayan kesimden birisinin keşke şimdi bir Leh kadın olsa dediğini düşünmek istemem. Ama dedi, bunu birisi değil, şu an olduğu gibi yüzlerce hatta binlerce insan dedi. Çünkü savaş, siyasi fikir ayrılıkları sebebiyle çıktıktan sonra hangi taraftan, hangi fikirden olduğunu unuttururmuş insana. Nasıl unutturmasın ki insana insan olduğunu unutturan bir şey?
Putin’in Hitler tarafından bir oğlan çocuğuymuşçasına öpüldüğü bir karikatür var, her yerde dolaşıyor. Ukrayna Resmi Twitter hesabı paylaşmıştı. Bu paylaşım, şu an aslında savaşın nedenlerini tam olarak bilmeyen insanlar arasında çok ünlü oldu. Sadece bu paylaşım değil, özellikle Ukrayna ile ilgili olan her şey çok ünlü oldu. Ama kim bu savaşın nedenlerini tam olarak biliyor ki? Sorun, savaşın savaş olarak bile tanımlanmaması belki de bir tarafça. Burada yorum yapmak, Putin’e ya da günümüz diktatörlerine laf atmak bir o kadar iradi ve kolayken bir o kadar da korkutucu ve riskli. Ancak, evimin üstüne bir füze düşmesi ya da evime düşman askerlerinin girmelerinden sonra onlar tarafından tecavüze uğradıktan sonra öldürülmem ya da kamplardan birine götürülmem kadar korkutucu mu? Belki çok distopik yazdığımı, tarihte artık bunlara yer olmadığını söyleyebilirsiniz. Ancak maalesef insan her zaman insandır. Ve işte tam bu yüzden her şey kötüdür.
Şimdi ise daha felsefi bir yandan yaklaşalım: Moskova’da bazı Ruslar ellerinde “Bu Putin’in savaşı, Rusların değil!” yazan afişler taşırken egemenin eylemlerinin sahibi Hobbes’un dediğine göre yönetilenler midir? Yoksa egemenin siyasi sorumsuzluğu mu sözkonusudur? Ya da tüm bunlar bir yana adil olan nedir? Bu soruların herkesi tatmin edecek cevabı mevcut değildir. Egemen kişinin seçiminde fiilen söz sahibi olması engellenmiş bir halktan nasıl böyle bir sorumluluğu almasını bekleyebilirsin?
Ama günün sonunda Hobbes’un tanımladığı gibi özgürlük, engellerin yokluğu ise hiçbirimiz özgür varlıklar değiliz. Çünkü hiçbir savaş sonsuz değildir fakat en son savaş diye de bir şey yoktur.