“Hilmi, Can, Murat, ben trenle Ankaragücü maçına gidiyoruz. Anadolu Ekspresi’nin dörtte üçünü Fenerliler doldurmuş. Millet o vagondan bu vagona koşturup duruyor. Hayatta bir kez gördüm bir daha görmedim. Koca bir su bidonu dolusu şarap geziyor ortalıkta. Herkes zom. Bizim vagon ağzına kadar taraftar dolu. Yalnızca dört kişilik bir aile var bizim güruhun dışında. Anne, baba, iki küçük çocuk. Adam bir yarım saat kadar dayandı, “Beyler ayıp oluyor” dedi sonunda. Kimse tınmadı. “Sussanıza kardeşim”, aldıran yok. Bir ara adam tuvalete gitti, karısı “Başınıza bela almayın, komando yüzbaşısıdır kocam, istihbaratçıdır, yanında silah var” dedi ama yeterince korkutucu olamadı. Her geçen dakika millet kafayı daha da buluyor, kafayı buldukça azıtıyor. Yüzbaşı en sonunda bir ajitasyon çekti, koltuğun üzerine çıkıp “Arkadaşlar, hepimiz Fenerliyiz, Fenerbahçe için her şeye değer, deplasmana gidenlere saygım var, şimdi uyuyalım Sincan’dan sonra hep birlikte bağıracağız, söz veriyorum hep birlikte bağıracağız” dedi. Kısa bir sessizlik oldu, yüzbaşı koltuğun üzerinden inip oturma pozisyonuna geçerken arkadan bir ses geldi: “yarr…” bir adam, tek başına, bir vagon dolusu adamın en azından yarısını nasıl döver, düşünebiliyor musunuz? Anlatılacak gibi değil, ben de anlatmayı denemeyeceğim. Ama oldu ve sessizlik neredeyse yarım saat sürdü ki, bir deplasman vagonu için yarım saat sessizlik gerçekten rekordur herhalde.”
Yukarıdaki satırlar, Tanıl Bora, Wolfgang Reiter ve Roman Horak’ın derlediği, ilk baskısı 1993 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Futbol ve Kültürü adlı kitabın Can Kozanoğlu’nun yazdığı, kendisinin Fenerbahçe tribünündeki deplasman anılarından oluşan ‘Gençler, Deplase olunuz!’ başlıklı yazıya ait.
Deplasman, tribünden olanların en önemli ritüeli. Yerine göre yüzlerce kilometre tepip Trabzon şehir sınırından geçememek, yerine göre gittiğin şehirde kiremitlerle, döner bıçaklarıyla karşılanmak. Elbette, bunları göze alıp deplase olan insanların da rasyonaliteye bağlı oldukları söylenemez. Fakat, çoğu zaman “deplasman ruhuna ermek” tüm bunları göz ardı etmek için yeterli bir sebep. Tam da bunun üzerine yine aynı yazıda, “Bir şeyi çok sevdiğinizi hissettiğiniz anda, kalbinizin altından elektriklenme, kaşınma, ürperme karışımı bir dalgacık geçiverir ya, deplasman ruhunun fiziksel ifadesi o dalgacıktır işte. Takımınızı çok ama çok sevdiğinizi hissedersiniz. Sizden sevginin rasyonel açıklamasını isteyenlerle aranız daha da açılır ve öyle bir açıklama yapmak zorunda olmadığınızı iyice anlarsınız” diyor Can Kozanoğlu. İşte tam da bu sebepten ötürü, bütün tehlikelere rağmen deplase olmak sevgiyi ifade etmenin en iyi yolu olarak vücut bulur tribün ortamında. Tabi, bu tehlikelerin yanında deplase olmanın kazandırdıkları da var. Mesela, bir adamın tek başına bir vagonun yarısını dövebildiğine deplasman dışında şahit olunabilecek pek az yer vardır hayatta. Aynı şekilde paylaşım, omuz omuza olmanın gücü, deplasman otobüsünde bir sigara on kişi tarafından paylaşıldığında hissedilir.
Tabi, bir de İstanbul içi deplasmanlar var. İnönü kapalısını kapmak için sabahlanan günlerden, Biletix’ten bilet alabilmek için internet başı günlere uzanan bir süreç bu. Ne kadar bu endüstriyelleşmenin gölgesinde kalsa da İstanbul içi deplasmanların tadı her zaman farklıdır, özellikle de deplasmanın tribünün kıta değiştirdiği maçlarda. Yüzlerce insanın bir feribota doluşup boğazı geçerken hissettikleri tarif edilemez bir durum. Bir yandan deplasman ruhuna ererken, öteki yandan karşı taraftaki rakibine korku saldığını hissi…
Ne yazık ki artık böyle sahneler yaşanmıyor çünkü ‘deplasman yasağı’ var ve bu yasağın yaratıcıları kulüpler, valilikler ve futbol federasyonu. Yani, taraftarla ilgili bir yasak hakkında taraftarın söz söyleme hakkı yok. Bugün oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında da Galatasaray taraftarı yerini alamadı, hem de Fenerbahçe tribünlerinin çağrısına rağmen. Gönül isterdi ki bu maçla birlikte deplasman yasağı kalksın ama olmadı. Eğer biz de belleğimizde deplasman hatıralarının yer tutmasını istiyorsak, deplasman yasağına karşı ses çıkarmalıyız.
Ancak, sanırım yasak kalkana kadar Can Kozanoğlu’nun anıları ile avunmaya devam edeceğiz.
“…Biz, ‘gitmeyin sesleri arasında yollara düştüğümüz her hafta sonunda yaşadıklarımızı ayrıntılarıyla hatırlıyoruz, hatırladıkça eğleniyoruz. Bize gitmeyin diyenler neler yaptılar acaba o hafta sonlarında, aynı yükseklikte bir hatırlama ve eğlenme oranı tutturabiliyorlar mı?”