Spor dalı ayırt etmeden beklentinin dışında bir galibiyet ya da mağlubiyet alınca bir şeyler yazmak, yorum yapmak kolay oluyor. Galibiyeti övmek ya da mağlubiyeti yermek, oyuncuyu suçlamak izleyiciler için kolay oluyor. Galibiyette zevk verirken bu durum, mağlubiyette de üzüyor tabi ki. Maalesef dün akşamın yorumu ikinci örneğe giriyor, üzüntü veren kısma.
Maç için uzun uzun birşeyler yazmayacağım, daha çok kendi adıma sıkıntı olarak gördüğüm konuları (çoğu hemen hemen hepimizin sıkıntı olarak gördüğü konular zaten) yazmaya çalışacağım. Affınıza sığınarak bunları madde madde yazmak istiyorum;
1- İzlanda takımını ne kadar biliyoruz? İzlanda’yı küçümsüyoruz ama son 3-4 yılda nasıl bir gelişme gösterdiklerinden zerre haberimiz yok. 2014 elemelerinde 6.torbadan gelip play-off oynayan bir takımdan bahsediyoruz. Buna benzer bir başarıyı en son biz 96 elemelerinde 4 ya da 5. torbadan gelip turnuvaya giderek başarmıştık. Bunları göz önünde bulundurunca aslında biz İzlanda’nın büyük bir açlıkla beklediği, rüştünü ispat etmek için karşılaşmak isteyeceği bir takım haline geliyoruz. Nitekim maç içindeki oyunda bu durumu net bir şekilde gösteriyor.
2- İngilizleri her Dünya Kupası öncesi kibirleri nedeniyle eleştiririz. 2. Dünya Savaşı öncesi yapılan 3 Dünya Kupası’na katılmayan, tek kupasını 66’da alan, kalan süre zarfında da sadece 90 İtalya’da 4. olan İngilizler buna rağmen her kupa öncesi kendilerini ön plana çıkarır, kendilerinden kat ve kat güçlü olan takımları küçümser ve ülkelerine bu yüksek beklentilerinin altında kalarak geri dönerler. Baktığımız zaman biz de pek farklı değiliz. Her turnuva öncesi “yeni bir başlangıç”, “bu sefer kupaya gidelim”, “kolay kura”, “çek bir Letonya” tarzında başlıkları okuyoruz gazetelerde, sonuç ise hüsran oluyor. İşin özü; kendimizi küçük görmeyelim derken aşağılık kompleksine kapılmış gibi kendimizi süper star gibi görüyoruz. 12 yıldır kazandığımız Dünya Kupası 3.lüğünü, Dünya’nın en iyi 3. takımı olmakla eş değer görmemiz durumun vehametini ortaya koyuyor olsa gerek.
3- Milli takım yapılanmamız ne kadar sağlıklı? Bu sorunun cevabı aslında başlı başına bir tez konusu bile olabilir ilgili bilim dallarında. Almanya, İspanya ya da Fransa örnekler bizler için gerçek dışı, çünkü işin içine ekonomik ve kültürel faktörler de giriyor. Ama dünkü rakibimiz İzlanda ya da Belçika bu konuda bize gayet güzel örnek oluyor. Belçika’nın kadrosunun ne kadar güçlü ve formda olduğunu Dünya Kupası’nda gördük. Bu kadronun büyük bir kısmının yer aldığı takımların 2007 U-21 Avrupa Şampiyonası’nda(1) yarı final oynadığını, 2008 Olimpiyatları’nda(2) 4.olduğunu düşünürsek başarının temelini daha rahat görebiliriz herhalde. Aynısı bizim 2001’den beri gidemediğimiz U-21 Avrupa Şampiyonası’na 2011 yılında katılan(3) İzlanda takımı için de geçerli. Dünkü kadronun büyük bir kısmının o turnuvada oynadığını ufak bir araştırmayla öğrenebilirsiniz. Bizim alt yapılardaki turnuvalarımıza baktığımız zaman ise şunları görebiliyoruz; sürekli değişen antrenörler, istikrar sağlanamayan kadro seçimleri, eğitim yerine yarışmacı bir takım yetiştirme amacıyla zihinsel açıdan harcanan gençler… Bu liste uzayıp gider maalesef.
4- Yabancı sınırı ne kadar mantıklı? Geçen yıl yine burada yabancı sınırının kaldırılması konusunda bazı eleştirilerimi belirtmiştim. Tamamen serbest bırakmak yerine denetimli ve planlı bir serbestliğin daha iyi olacağını söylemiştim. Yabancı sınırından korkmamak lazım; mesela Kıbrıs Rum Kesimi. FIFA sıralamasında ilk 100’de dahi değiller, ama son 5 yılda kulüp düzeyinde inanılmaz bir atılım yakaladılar; Şampiyonlar Ligi’nde grupların da ötesine gidip çeyrek finali dahi gördüler. Peki yabancı sınırı var mı Kıbrıs’ta? Yok, hem de hiç yok. Hiç bir denetim ya da serbestlik yok. Peki milli takımları düşüşe mi geçti? Hayır. Dün FIFA sıralamasında 19. sıradaki Bosna’yı deplasmanda yenerek başladılar elemelere. Bu yüzden yabancı sınırının ya da sınırsızlığının daha iyi tartışılması gerekiyor bence.
5- Fatih Terim ama kaç kez Fatih Terim? Fatih Terim’in ülkenin gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörü olduğu konusunda tartışmaya gerek yok. Ama başarının getirdiği egoyu, dokunulmazlık hissini tartışabiliriz herhalde. “Ders almam, ders veririm” mantığının zararını hocanın kendisi de çekiyor zaman zaman ama maalesef değişmiyor bu mantık. Zira değişseydi, Oğuz Çetin’in birkaç ay önce Al-Jazeera Türk’e verdiği röportajdaki(4) gibi teknik direktör yetiştirememe sıkıntısını yaşamazdık. Fatih Terim ile çalışan (antrenör olarak) ve teknik direktörlük yapan isimlerden kim var şu anda üst düzey bir takımı çalıştıran? Süper Lig takımını çalıştıran ve başarı kazanmış (sadece herhangi bir kupa değil başarıdan kastettiğim, iyi bir lig derecesi de başarıdır) bir teknik direktör var mı Fatih Terim’in yetiştirdiği? Benim bildiğim kadarıyla yok, eğer bildiğiniz varsa bana da söylersiniz. Fatih Terim sürekli farklı ünvanlarla milli takımın başına geliyor ama ne geldiğinde, ne de ayrıldığında geriye rahatça bakabileceğimiz hiç bir şey bırakmıyor. Kendisinin görev süresinde sürekli milli takımlarla ilgili yöneticiler, alt yapı teknik direktörleri değişiyor. Kimse kalıcı olmuyor. Sonuçta da plansız, programsız, şansa dayalı Euro 2008 gibi bir başarı ortaya çıkıyor. Dün yenildiğimiz İzlanda’nın dahi Euro 2016 sonrası planı belli; Lagerback’ın yerine, beraber çalıştığı Hallgrimsson tek başına yönetecek takımı. Peki biz Fatih Terim’in Euro 2016 elemeleri süresince görevi bırakıp, bırakmayacağına emin miyiz?
Sorunlar çok fazla maalesef. Beyin fırtınası yapsak madde sayısı 100’leri dahi bulabilir. Bütün bu saha içi sorunların yanında, hepimizin bildiği siyasi etkenler, adam kayırmacılık gibi sıkıntıları da düşününce gelecek için ümitlenmek kolay olmuyor. Ama yine de atalarımızın dediği gibi, umut fakirin ekmeği…
(1) http://en.wikipedia.org/wiki/2007_UEFA_European_Under-21_Championship
(2) http://en.wikipedia.org/wiki/Football_at_the_2008_Summer_Olympics
(3) http://en.wikipedia.org/wiki/2011_UEFA_European_Under-21_Championship
(4) http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/fatih-terim-onumuzu-acmadi