Galatasaray ve Chelsea’nin Stamford Bridge’de karşı karşıya geldiği maçta Chelsea, mutlak oyunuyla Galatasaray’ı 2-0 yenmeyi bildi. Mancini Londra’da ilk maçta sahaya sürdüğü kadro ile aynı kadroyu sahaya sürdü. Kuşkusuz ilk maçta oynanan derli toplu oyun ve kısıtlı oyuncu portföyüyle Mancini’den farklı oyuncuları sahaya sürmesini beklemek yerinde olmazdı. Diziliş için 3-5-2 taktiğini tercih etmesi beklenebilirdi ama zaten sezon başından beri taktiksel değişikliklerden içi dışına çıkmış bir takım için tehlikeli olabilirdi. Ancak değişmeyen kadro ve taktik anlayışı ne kadar istikrarı koruma gibi görünse de Mourinho gibi taktiksel çözümleyici bir teknik adam için Galatasaray’ı çözmek zor olmasa gerekti.
Her zamanki yazılarımın aksine taktik-teknik bilgi vermeye gerek duyulmayacak bir maçtı. Üstat Ömer Üründül’ün dediği tabir ile bloklar arasında kopukluklar vardı. Ne savunma ile orta saha arasında uyum vardı ne de orta saha ile forvet hattı arasında uyum vardı. İleri üçlü ne hücum yaptı ne de geriye yardımcı olabildi. Orta sahanın da yalnız kalması çorap söküğü gibi ilerden geriye doğru takımın dağılmasına neden oldu. Üstüne takımdaki 7-8 oyuncunun olağanüstü düşük performansı skordan ziyade Galatasaray’ın sahadan silinmesine neden oldu. Skorun 2-0, 3-0, 4-0 olması bir şey ifade etmiyor böylesine kötü bir oyunun yanında. Evet, Galatasaray Arena’da Real Madrid’e 6-1 yenildi ve bu yenilgi hezimet olarak lanse edildi. Buna rağmen Real Madrid maçındaki ilk yarı oynanan oyun, gösterilen arzu ve Galatasaray Ruhu o maçın değil bu maçın hezimet olduğunu gözler önüne seriyor.
Geçen sene çeyrek finalde 3-0’ın rövanşında Real Madrid’e ecel terleri döktüren kolay lokma olmadığını gösteren Galatasaray ile bugün Chelsea’ye 2-0 kaybeden Galatasaray arasında hem oyun olarak hem mantalite olarak dağlar kadar fark var. Bunun nedenleri arasında elbette teknik direktör zihniyetinin takıma yansıtılması ağır basmakta. Fatih Terim’in ilk geldiğinden gönderilene kadar ağzından düşürmediği 2000 yılının Galatasaray Ruhu’nun yeniden canlandırılması Mancini’nin gelmesi ile rafa kaldırılmış durumda.
İlk geldiğinden beri takımdan, eksikliklerden şikâyetçi olan ve devre arasında yapılan 9 transfere rağmen transferleri yetersiz bulan, Şampiyonlar Ligi’nde çıkacağı her maçtan önce Galatasaray’a yüzde 10, yüzde 20 gibi galibiyet yüzdesi veren Mancini belli ki elmayı daldan koparmayı değil, elmanın daldan kendiliğinden düşmesini bekliyor. Fatih Terim’in Manchester maçından önce sarf ettiği “işimizi şansa bırakmak istemiyoruz Manchester’ı yenip gruptan çıkmak istiyoruz” sözleri her iki teknik adamın mantalitesini açıkça ortaya koyuyor. Galibiyeti istemeyen ve küçük ihtimallerin küçüklüğünde boğulmayı tercih eden Mancini, Juventus maçından önce kafasında silmişti Şampiyonlar Ligini.
Taktiğe önem veren ve bu alanda Fatih Terim’e göre başarılı olan Mancini, ne saha içinde ne de saha dışında takımına hükmedebiliyor. Gerek futbolcular ile yaşadığı sorunlar gerek saha dışındaki birliktelikten yoksunluk Galatasaray’dan takım ruhunu alıp götürdü. Maç öncesinde verdiği taktiklerden sonra saha içinde hamle yapmakta geç kalan ( İlk maçtaki Hajrovic-Yekta değişikliği hariç), oyuncu değişikliklerini yapacağı dakikayı bir gün öncesinden belirleyen (60. ve 75. dakika sendromu) bir teknik direktör, taktik ve teknik bilginin yetmediği ya da bu konuda kendisinden üstün olan bir antrenörle karşılaştığında, yani elinde çekecek kozu kalmadığında kaybetmeyi baştan kabullenmiş demektir.
Evet, Fatih Terim’in taktik yönü yoktu ama Türk Futbolu’nun henüz makineleşmediği ve halen kalp ile ruh ile oynandığı bir ortamda en etkili silahlardan biriydi Fatih Terim. Son 16’da elenmek değil futbol oynamadan elenmek, duygularıyla yaşayan bir millet için en büyük hezimettir. Aynı durumun bir benzerini bu millet Milli Takım’da Abdullah Avcı ile de yaşadı.
Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finalden ötesi için Fatih Terim gönderilmeliydi diyenler onun yerine de bu işi layıkıyla yapabilecek bu işi kaldırabilecek bir teknik adam getirmeliydiler. Evet, Mancini vizyonu olan biri, evet, taktik-teknik biliyor ama adam yönetimi konusunda bir o kadar başarısız bir teknik direktör. Manchester City’de bile başarılı olamayan bir teknik direktörün, futbolda adam yönetiminin en önemli olduğu yerlerden birinde, Türkiye’de, kimya uyuşmazlığı yaşaması kaçınılmaz bir son. Mancini bu zihniyet ile Türkiye’de sadece sportif direktör olabilir hem de çok iyi bir sportif direktör olur.
Chelsea ’ye gelecek olursak, bitmiş denen Eto’o’nun yeniden doğduğu maçta Chelsea, sahanın her yerinde topa hakim oldu ve rahat oyun sergileyerek adeta Stamford Bridge benim saham dedi. İlk maçta oynamayan Oscar’ın müthiş oyunuyla beraber hızlı ve organize gelişen ataklar, Chelsea’nin savunma oyununun yanı sıra hücumda da ne kadar etkili olduğunu gözler önüne serdi. Geçen seneki Arena mağlubiyetinden sonra sütten ağzı yanan Mourinho ilk maçta temkinli oyunuyla ve aldığı notlarla, Stamford Bridge’de Galatasaray’ın fişini çekti ve galibiyeti hak etti.
Galatasaray, kalede Muslera’nın her zamanki gibi olağanüstü performansı ile skorun açılmasını önledi. Defansın ortasında ise Chedjou, Hazard, Eto’o, Willian ve Oscar gibi yetenekli oyuncuların elastik hareketlerine rağmen ayakta kalmaya çalıştı. Sol bekte Telles’in direnişi ise Galatasaray’a yetmedi. İlk yarıda sarı kart alan Melo’nun ise ne iştahı kalmıştı maçta ne de hırsı. Diken üstünde bir oyun sergiledi. Hak edenin kazandığı bir maçtan geriye kalan sadece Galatasaray’ın Çaresizliği.
Sadece Şampiyonlar Liginde değil, Süper Lig’de de yaşadığı iktidarsızlığı bir türlü çözemeyen Mancini, ilerleyen zamanlarda Galatasaray kulübünden çıkan çatlak seslerin ardından arka kapıdan ülkeyi terk edebilir.