Şampiyonlar Ligi bir futbolseverin en üst düzey futbol beklediği, oyuncuların amansızca mücadele ettikleri, muhteşem taktik savaşlarının yaşandığı ve belki de olmaz denilenlerin olduğu arena. İmkânsız gibi görünen geri dönüşler, zayıf takımların güçlü rakiplerine yaşattıkları zor anlar ve belki de sonunda onları eledikleri zamanlar birçok defa sahne aldı bu arenada. Neyse ki bu sezon da bunların hiçbirinden mahrum kalmadık. Toplamda oynanan 16 karşılaşma sonunda atılan 62 gol, Şampiyonlar ligi tarihinin en gollü 2. turu olarak tarihe geçti. Barcelona’nın inanılmaz geri dönüşü (bkz. Barça Bitti Demeden Bitmez), Leicester’ın kararlı yürüyüşü, Monaco’nun Man. City’yi kupanın dışına itmesi, konuşulması gereken noktalardan sadece birkaçı.
Barcelona’nın macerasını duymayan kalmadı zaten. Çok fazla anlatılacak yanı da yok, Messi’nin taraftarla bütünleşmesini izlemek yeterli. Barcelona’nın gölgesinde kalan takımlardan Leicester ise, Ranieri’nin gidişiyle beraber almaya başladığı başarılı skorlara bir yenisini daha ekledi ve Sevilla’yı eledi. Bu sonuçla son yıllarda derin bir çöküşe giren İngiliz futbolunun tek temsilcisi olan Leicester, geçtiğimiz sezon ligde yaşattığı rüyayı hiç olmazsa Şampiyonlar Ligi’nde sürdürmekte kararlı. Zira yılların eskitemediği Juventus kalecisi Buffon, eşleşmek istemedikleri tek takım olarak Leicester’ı gösterirken onların sıradışı futbol anlayışlarını işaret ediyordu: “Kiminle oynamak istemem? Leicester. Çünkü çok tehlikeli ve tutkulu bir takım. Rakipler için sorun çıkartacak bir yapıları var.”
Öte yandan bir de Monaco’nun sihirli serüveni var ki Guardiola’nın sürekli sorgulanan Manchester City’si karşısında, ilk maçtaki 5-3 lük skorun ardından, 18 lik yıldızı Mbappe’nin öne çıktığı maçı 3-1 ile geçip turnuvanın “hafife alanı üzen” takımlarından olduğunu bir kez daha ispatladı. Onlar da tıpkı Leicester gibi ülkelerinin tek temsilcisi olarak çeyrek finalde boy gösterecekler ve herkesin şunu bilmesi lazım, onları hafife alamazsınız. 2003-2004 yılındaki başarılarını tekrar etme yolundaki inançlarını devam ettirirlerse, sahip oldukları enerji ve dinamizm onları bir üst tura çıkarma noktasında son derece yardımcı olacaktır.
Bahsetmek istediğim iki takım daha var ki onlar turnuvanın “underdog[1]” ları kategorisinin farklı karakterdeki iki takımı: Atletico Madrid ve Borussia Dortmund. Bu iki takımın gücünü sorgulamak zaten çok mantıklı değil. Her ikisinin de oynayabilecekleri oyunun ne kadar kaliteli olduğu ortada. Dortmund’un müthiş patlayıcı gücü onların en büyük silahı. Taraftarlarıyla beraber her takıma sahayı dar edebilirler. Ancak takımdaki “maestro” eksikliği fazlaca göze batıyor ve onların oyunu kontrol edebilme konusundaki zorlukları başlarına çok büyük dertler açıyor. Ne var ki skoru göz açıp kapayıncaya kadar değiştirebilecek oyuncuların varlığı onları bu turnuvanın içinde tutan en önemli faktör.
Ve Atletico Madrid. Simeone’nin baştan ayağa kendi şaheseri olan Atletico, ligde Barcelona ve Real Madrid’in gölgesinde kalışının verdiği etkiyle “underdog” kategorisinde. Ancak bu ligde bambaşka bir oyun oynadıkları kuşkusuz. Çeyrek finalde kim gelirse gelsin rakipleri olacak takım kesinlikle “favori” olarak nitelendirilemez. Hatta onların kupanın “büyükleri” olan Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih veya Juventus’tan birini elemesi kimseyi şaşırtmaz.
Atletico, Dortmund ve Leicester’ın kendi liglerinde neredeyse hiç iddialarının kalmamış olmaları onların avantajı ve rakipleri olacak takımları korkutmak için iyi birer sebep. Bir tek Monaco’nun motivasyon kaybı yaşama kredisi var ancak onlar da bu ligde devam etmek için sonuna kadar savaşacaktır. Öte yandan 4 büyük takımdan ikisinin çeyrek final aşamasında birbiriyle eşleşmesi, finalde sürpriz bir takım görmemizi sağlayacaktır. Dileğim o ki “underdog” olarak nitelendirdiğim takımlardan en az ikisinin bir üst tura devam edip, Şampiyonlar Ligi’nde görmeyi sevdiğimiz “zayıfların takımı” rolünü iyi bir şekilde oynar ve büyük takımların hegemonyasına artık bir son verir.
[1] Hafife alınan kimse