Bir Köşede Unutulan Umutlar

Hayatı televizyondan, futbolu Football Manager serilerinden öğrenmemiş herkesin içinde ukte kalan futbolcular vardır. Yeni milenyum bize genç yıldız adaylarının parlayışını ya da sönüp gidişini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor anlatmasına da artık herkes Freddie Adu’nun hikayesine doydu. En ustaca cilalanan olması onu vaktiyle en büyük yapamadığı gibi geldiği noktayı da yeterince doğru anlatmamaktadır. Portillo ve Cesar Delgado gibilerinin hikayeleri, klişelerden hem pahada hem de vicdanlarda daha ağır. Kaderin ters ayakta yakaladığı Woodgate ve Deisler gibilerin hikayesini spor tabiplerinin yazması daha doğru olacaktır.

Javier Portillo

12 yaşında Real Madrid kapısından girdiğinde beklentiler orta seviyedeydi ama altyapıda oynadığı 7 sezonda Raul’un rekorunu geçtiği gibi onun tahtına veliaht olmayı başardı. O dönemki genç oyuncu kavramı şimdiki gibi lise öğrencisi olmaya indirgenmediğinden, 20 yaşında as takıma yükselmesi en az Raul’ü geçmesi kadar ses getirmişti. Yetmedi, Borussia Dortmund’a karşı o genç yaşında son dakika golünü atarak Real Madrid’e gruptan çıkma biletini kazandırdı. Yinede kader ağlarını bir kez örmüştü. Perez’in Pavonlarından olmasına rağmen, başarısızlıklar ve Luxemburgo’nun gelişiyle ona da kibarca kapı gösterildi. Önce Floransa’ya sonra Brugge’a yolu düştü. Hatta Beşiktaş’ın ilahi güçler tarafından kendi haline bırakıldığı 2005 yazında ülkemize transferi son anda suya düştü. Flaş transfer olarak gelen Güven Kocabal ve Volkan Ünlü ile oynamamayı istemiş olmalı. Brugge’daki etkisiz performansı sonrası ülkesine döndü ve ülkesinin en keyifli şehirlerinde kariyerini tamamladı. Pamplona’dan Canaria’ya gezdikten sonra kariyerinin hiçbir döneminde kopamadığı Madrid’de futbolu bıraktı. Hep genç görünürdü ve ele ayağa düşmeden kariyerini bitirdi. En büyük başarısı ise Hercules ile üç farklı profesyonel ligde oynayabilmek oldu. Duygusal bir adamdı, sevgiyi ve aidiyeti hissettikten sonra hangi ligde oynadığını önemsemedi bile. Çünkü “Pavonlar ve Zidaneların” unutulan değil yüzüstü bırakılan ismi olmuştu.

Diego Buonanotte

Kıvrak ve oyun zekası yüksek bir tangocuysanız size yerkürenin her takımında 10 numara emanet edilir. Maradona’nın mirası yetmezmiş gibi Ortega ve Messi’nin yarattığı etki adeta ABD pasaportuna sahipmişçesine her kapıyı size açar. Buonanotte’de onlardan biri olarak piyasaya çıktı. Messi’den dahi daha ufak tefekti ama River Plate diploması onu bir yerlere taşıyabilirdi.  Ülkemizden pek çok takıma yazıldı hatta iddialara göre 2009 yılında Benfica, Porto veya Beşiktaş’a transfer olacaktı. Riquelme’nin veliahtı ya da Messi’nin alternatifi olacakken dört ay sonrasında katil oldu. Babasının arabasını alıp yağmurlu havada hız yaparken üç arkadaşının ölümüne sebep oldu. Arabadan tek ve mucizevi şekilde sağ çıkan o olmasına karşın aylarca sahaya dönemedi üstüne savcıların “adam öldürme” suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı. Sahalara dönüp kendini bulduğunda ise River Plate’in kara günleri başlamıştı. Takım küme düşerken o rotayı İspanya’ya kırdı. Malaga’nın yatırım yaptığı dönemde Şampiyonlar Ligi’nde de forma şansı buldu ve gol bile attı. Düzenli oynayacağı Granada’ya gitmesiyle yeniden gözlerden uzak bir hayat yaşamaya başladı. Kendisi ve sözleşmesi Meksika’dan Yunanistan’a en sonunda da Şili’ye seyahat etti. Son bir yıldır formasını giydiği Catolica’da taraftarın sevgilisi oldu ve 25 maçta 12 gol atıp 9 asist yaptı. O potansiyelini, sayısız örnek gibi tembellik ya da şanssızlıkla değil Los Arcos Hastanesi’nde heba etti. 2008 Olimpiyatları’nda birlikte altın madalya aldığı isimler arasında Messi, Agüero, Zabaleta, Di Maria, Lavezzi, Sosa, Mascherano vardı.

Federico Higuain

Higuain Ailesi, futbol kamuoyu tarafından yaklaşık otuz yıldır tanınıyor. Babanın mirasını ileri taşıyan oğulları ise hepimizin malumu. Gonzalo önce Real Madrid’de sonrasında İtalya’da kendini kanıtlayıp yüzlerce gol atarken abisi Federico tamamen unutulmuş durumda. Gençken yolu Türkiye’ye düşen oyuncu Batuhan bencillik yapmasaydı belki tamamen farklı bir kariyere sahip olacaktı.

Beşiktaş sayesinde 2007 sezonunda 5 Şampiyonlar Ligi maçı oynayan oyuncu, çıktığı her maçın karşılığında kariyerinde bir sene kaybetti. Yıl 2012 olduğunda 28 yaşına gelen ve fiziksel yetersizlikleri iyice ortaya çıkan oyuncu cüzi bir maaş karşılığı MLS’e transfer oldu. Yıllarca ılıman iklimlerde top koşturan oyuncu kimse yüzüne bakmayınca Ohio gibi berbat bir yerde emekli futbolu oynamaya gitti. LeBron’un terk ettiği eyaletin yeni umudu olması uzun sürmedi ve kaleyi bulamayan forvet oyuncusundan, versatil bir on numaraya dönüştü. Yetmedi, ligde çıktığı 140 maçta neredeyse 80 gole doğrudan katkı verdi. İstanbul’a ilk geldiğinde “Arjantin’in Maradona’sı değil, ama inşallah İstanbul’un Maradona’sı olabilirim” demişti ama kısmet Amerika’ya kalmış demek ki. Ne de olsa her coğrafyaya ithal edilecek Maradona’sı olan bir ülkeden geliyordu.

Ülkemiz sporcuları ise sporseverlere kendilerini unutturacak şansı tanımıyor. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, yorumculuk yaparken bir kısmı da magazin ve alacak verecek konularıyla gündemden düşmüyor. Diğer tarafta oyuna gerçek ruhunu katanlardan Tunç Uncu, Şan Ökten ve derbide kafasına şişe “atılan” çocuğu aklımıza geldikçe hatırlamalıyız. Halil Cibran’ın da dediği gibi insan unutmak istediklerini değil, hayatın ona unutturduklarını unutur. Futbolun hissettirdiği güzelliklerden biri de şüphesiz VEFA’dır.

Kaynaklar:

http://www.hurriyet.com.tr/besiktas-higuain-ile-sozlesme-imzaladi-7142031

https://onedio.com/haber/yetenek-her-zaman-genetik-olmuyor-iste-unlu-futbolcularin-unsuz-kalan-futbolcu-akrabalari-705992

Leave a Reply