Londra’da Şans ve Seçim

Freddie Mercury’nin ruh kattığı, paha biçilemez sanat eserlerinin ise galerilere hapsedildiği eski ama çekici bir şehirdir Londra. Yılların kültür birikiminin sonucu olarak sahip oldukları eğitim kurumlarına duyulan rağbet ise malumunuz. Futbola karşı sahip olduğunuz önyargınlardan kurtulduğunuz vakit, şehrin teknik direktörler için de önemli bir eğitim ve test alanı olduğunu görürsünüz. LL.M sıfatını kendine yakıştırmak için şehre gelen bir öğrencinin hırsı ne ise Biliç’in ve Conte’nin de oydu. William Jennings Bryan’ın “Kader bir şans oyunu değil, seçim sorunudur.” sözü ise bu ikiliyi anlatmaya en yakın yedi kelimedir. Bu sözü demir para, dik gelme ihtimalini ise muhteşem kaderin tanımı olarak görürüm.

Inter’in başındayken Barcelona’yı eleyen Jose Mourinho, o gece bir teknik direktörün ulaşabileceği en yüksek seviyeyi belirlemişti. O eşsiz performansın bir benzerini Arsenal maçlarında Slaven Biliç, Euro 2016’da ise Antonio Conte gösterdi. İkisi de ulaştıkları sonuçların orantısında yeni kontrat ve Londra’da koltuk sahibi oldu. Kader karar anında biçimlenirdi ya, Biliç daha ilk Arsenal maçının sonlarında oyundan atılmasının bedelini Everton yerine West Ham’a hoca olarak ödedi. Böylelikle İngiltere kariyerine daha çayını içemeden 1-0 geride başladı. Conte’nin de kaderi bir Arsenal maçında çizildi. O maçın sonunda üçlü savunmaya geçti ve rakiplerine göz açtırmadan sezonu şampiyonlukla tamamladı. Öte yandan Conte, Juventus ve İtalya sayesinde daha sık vitrine çıkma şansı buldu diyenlere de kesinlikle katılmıyorum. Biliç, kariyerine Hırvatistan Milli Takımı’nı yöneterek başladı desek yeridir. Okulu bitirince CEO olmak ile eş değer bir durumu deneyimledikten sonra Rusya’nın en köklü takımlarından biri ve Beşiktaş’ta şans buldu. Yetmedi, Beşiktaş’tayken aynı sezon içerisinde Chelsea, Spurs, Liverpool ve Arsenal’e karşı sahaya çıktı. Bu uzun yola Conte ise Arezzo gibi Toscana’nın şirin bir yerin takımında çıkmıştı. Şanslı Biliç, seçimleri doğru Conte’nin arkasında nasıl kalabiliyor peki?

Aynı yaştaki, üç aşağı beş yukarı benzer kültürlerde yetişen iki insanın diğerlerine karşı davranışı bu kadar farklı olmamalıydı. Geçtiğimiz sezonun ortasında Çin’e gitmek için gemileri yakan Diego Costa sezonu tamamladı ama ilk fırsatta kapının önüne kondu. Birkaç ay daha fazla para kazanmayı, Premier Lig’de kupa kaldırmaya tercih edecek kadar sıkıntılı bir insandı. Conte, futbolda ikinci şansa inanmadı ve Morata’nın gelmesini bile beklemeden Costa’yı kapının önüne geldi. Beşiktaş’ın şampiyonluk sürecinde takımı adeta iki defa sabote eden Gökhan Töre ise bu davranışı karşısında Premier Lig’e transfer olarak ödüllendirildi. Doğrudan CL’ye gitme imkanı olan sezon silahla vurulan Gökhan, son düzlükte kaçan şampiyonlukta ise kız arkadaşı ile yaşadığı sorunlar nedeniyle takımı yalnız bırakmıştı. Kendisini iki kez doğrudan yüzüstü bırakan adama bu kadar güvenen Biliç’in neden oyuncular arasında çok sevildiği kolayca anlaşılabilir. Gökhan,  WestHam’da en kötü transfer olarak gösterilmenin ötesinde Şenol Güneş’in bile gözünden düştü. 3 sezon önce takımın en değerlisiyken, bu sezon kendisine forma numarası bile seçemedi. Yanlış doktora güvendiği söylendi, bir sezon öncesinin Premier Lig oyuncusuyken pideci açtı. Ayrıca, içimdeki büyük öfkedir, aklı sahada olmayan ve İzzetbegovic hakkında yediği golden daha fazla konuşan bir kaleciye Biliç’in bu kadar güvenmesi. Yanlış kişilere güvenmenin bedelini o sezon yedek kulübesinde ağlayarak, bu sezon ise kovularak ödemesi an meselesi. Biliç sevgiyi, Conte saygıyı hakediyor. Futbolda duygusallık ise sadece İnönü Stadı’nda kalmış eski bir his.

Liverpool eşleşmesinin arasında ve sonrasında oynanan iki maç, o sezonun kayıp geçmesine neden olan önemli dönüm noktalarındandı. 22 Şubat 2015’te Eskişehir’de yaşanan taktik garabeti ise istatistikçilerden ziyade futbolu bilenlerin hafızasına kazınmış bir olaydı. Rodgers’in rotasyon yapıp önemsemediği maçta kullandığı taktikten etkilenen Biliç, çok kritik bir dönemeçte taktik değiştirdi ve kendi takımını afallattı. Küme düşen Balıkesir’e karşı oynanan maç ise rastgele 11 adamın sahaya çıkmasından ibaretti. Conte ise başkalarının doğrularından sıyrılıp kendi bildiğini okuduğu maç şampiyonluğun anahtarını eline almayı başardı. Kimse onun taktiğine antitez üretemeyince elini kolunu sallayarak şampiyon oldular. Biri İsmail’den sağ bek yaratmaya çalışırken diğeri vasat Moses’tan hücum özelliği yüksek kulvar oyuncusu yarattı.

Biliç, Büyük Umutlar romanındaki Pip’in ayak izlerini takip ediyor. Büyük umutlarla geldiği şehirde, o imkanlarına rağmen küçük düşecek durumlara geldi. Arnautovic ile rekor kırmak en az Under Pressure’ı Bowie’ye söyletmek gibi. Ayrıca, çok sevdiği rock müziğinin de onun taktikleri gibi Londra’dan uzaklaşmış olması belki kaderin cilvesi oldu. Bir Daltrey olmasını kimse beklemiyordu ama eğitimli adamdı, en azından Brian May olmanın hayalini kurabilirdi. Hiç ama hiçbiri olmadı. Bundan sonra Heathrow’dan değil Kings Cross’tan geçmesini çok isterim ama filhakika buralara yeniden dönecek. Kendisini bu kadar eleştirdiğime bakmayın, kiminin cennet tasvirinde Atiba-Ernst’in birlikte oynaması varken benimkinde kenarda Biliç, santraforda Mario Gomez var.

 

Görsel Kaynakları:

Reuters

Radikal.com

Leave a Reply