“Bu inanç, bu irade geleceğe ümitle bakmamızı sağladı.”
Cihat Arslan
Bu sözleri 8 Kasım 2018 gecesinde, Akhisarspor teknik direktörüyken Sevilla’yı elinden kaçırıp sahadan 3-2’lik mağlubiyetle ayrıldıktan sonra söylemişti Cihat Arslan. O akşamki maçta da tıpkı 6 Temmuz akşamında Hollanda’ya karşı milli takımımızın sahadan 2-1 mağlubiyetle ayrıldığı maçta olduğu gibi anlar belirleyici olmuştu. Tarih tekerrürden ibaret olduğundan ve futbol da her şeyiyle hayatla bütün olan bir oyun olduğundan dolayı aklıma gelen bu “futbol içi tekerrürü” paylaşarak başlamak istedim bu yazıya.
Maçın analizine ve turnuvanın milli takımımız adına genel değerlendirmesine geçmeden önce; bu milli takımın başardıkları, hatırlattıkları ve katkılarıyla alakalı konuşmak istiyorum; zira ortadaki durum da tıpkı Cihat Arslan’ın o maçtan sonra yaptığı konuşmadaki gibi kanımca. Öncelikle yıllardır unuttuğumuz, gerek başarı gerekse de ruh anlamında varlığına hasret kaldığımız ve futbolla ilgili ya da ilgisiz herkesi bir araya getiren milli takım profilini yıllar sonra bize bu takım yeniden yaşattı, hatırlattı.
2008’den beri ilk defa bir turnuvada grup aşamasını geçen A Milli Takımımız, son 16 turunda Avusturya’yı geçtikten sonra; Hollanda’yla karşılaştığı çeyrek finalde çoğunlukla doğru oyunu oynamasına rağmen, bunu 90 dakika sonunda skor tabelasına yansıtamayınca turnuvayı yarı finali elinden kaçırarak tamamlamış oldu. 1996’dan 2016 yılında kadar 16 takımla düzenlenen turnuvaya; 1996, 2000 ve 2008 yıllarında katılma başarısı gösteren takımımız, 2000 ve 2008’de gruptan çıkmayı başarmış ve 2000’de çeyrek finalde Portekiz’e, 2008’de yarı finalde Almanya’ya elenerek turnuvaya veda etmişti.
2016’dan itibaren 24 takımlı turnuva formatına geçen ve bu format değişikliği sonrası düzenlenen üç turnuvanın üçüne de katılım göstermeyi başardığımız Avrupa Şampiyonası’nda, yeni formatta ilk defa gruptan çıkmayı bu turnuvada başardık. Katılımcı ülke sayısının 16’dan 24 takıma yükseltilmesi sonrası gruptan çıkan takımların doğrudan çeyrek finale kalmak yerine bir son 16 turu oynadığı bu formattaki ilk son 16 turu tecrübemizde Avusturya’yı geçmeyi başararak çeyrek finale kaldık ve Vincenzo Montella’nın da söylediği üzere, toplam galibiyet sayısında EURO 2008’de yarı final yapma başarısı gösteren milli takımı yakalamış olduk (3 galibiyet).
Genel bağlamda bakıldığında uzun yıllar sonra ilk defa böylesine olumlu ve gelecek için umutlandıran bir Türkiye izledik. Üstelik bu sefer öncekiler gibi takım-kadro planlaması açısından daha plansız, günlük ve şansa bağlı başarılardan ziyade; daha sistematik, planlı ve geleceğe yönelik bir takım planlaması ve yapılanması olduğu düşüncesindeyim. 2002 Dünya Kupası ve EURO 2008’deki yarı final başarılarımızı küçümsememekle birlikte, oradaki başarılarımız bir takım oyunundan daha çok, takımın bireysel oyuncu becerilerine ve bir anlar oyunu olan futbolun kritik anlarında ayakta kalmamıza, bu anlarda gerçekleşen belli başlı mucizelere dayalıydı. Bu turnuvada ise -özellikle kadro yapılanması bakımından- günlük başarıların peşinde koşarak ânı kurtarma misyonu güden bir profil yerine, gelecekte de takımın belkemiğini oluşturacak ve uzun yıllar boyunca takıma hizmet edebilecek oyuncularla kurulu bir milli takım profili gördük.
25.3 yaş ortalamasına sahip Çekya’nın ardından, 25.8 yaş ortalaması ile turnuvanın en genç ikinci takımı olan milli takımımız, hüsranla kapattığımız EURO 2020’de de aslında bu turnuvadakine benzer bir profile sahipti. EURO 2020’de 24.58 yaş ortalamasıyla turnuvanın en genç takımı olan milli takımımız, 2019 yılında elemelerde, özellikle de o dönemin son Dünya Şampiyonu Fransa’ya karşı gösterdiği performansla birlikte birçokları için turnuvanın gizli favorisi/sürpriz takımlarından birisiydi. O günlerde, bu turnuvada olduğundan çok daha fazlası beklenen milli takımımız, tarihinin en kötü performanslarından birisine imza atarak turnuvayı büyük hayal kırıklığıyla tamamlamıştı. O dönem takımdaki hemen herkes adeta yerden yere vurulmuş ve takımın elemelerdeki performansı sonucu uzun zaman sonra yeniden yakalar gibi olduğumuz ve bizleri heyecanlandıran o milli takım görüntüsü kaybolmuştu. Açıkçası o günlerde şahsi olarak düşündüğüm şey ise turnuvaya kadar elemelerde (özellikle Fransa, Hollanda ve Norveç maçlarında) hep büyük performanslar gösteren ve herkesi havaya sokan bu genç milli takımın, bir yerde acı bir sonuç alabileceği ve bunun bir podyum yeri olan turnuva finalleri olabileceğiydi.
EURO 2020 sonrası ise bu tarz bir darbenin bu genç kadronun daha hızlı olgunlaşması açısından önemli bir eğitmen olacağı görüşündeydim. Turnuva sonrası Şenol Güneş ve Stefan Kuntz’la çok olumlu sonuçların alınmadığı bir geçiş dönemi yaşayan milli takımımız, Vincenzo Montella’nın göreve gelmesi sonrası yeniden yükselişe geçti. Montella yönetiminde çıktığı ilk maçında Hırvatistan’ı deplasmanda yenen milli takımımız, daha sonra yakaladığı ivme sonucunda aldığı sonuçlarla tarihinde ilk kez bir eleme grubunu lider bitirdi. Tıpkı EURO 2020 öncesi oynanan hazırlık maçlarında ve bir hazırlık turnuvası olan Uluslar Ligi’nde olduğu gibi, bu turnuva öncesi de hazırlık maçlarında iyi bir performans sergileyemeyen milli takımımız, bu sefer geçmişte yaşadıklarını yaşamadı ve Avrupa’nın en iyi 8 takımı arasına girmeyi başardı.
Gelelim Hollanda maçına… İsmail Yüksek ve Orkun Kökçü’nün sarı kart cezalısı olması, Merih Demiral’ın ise yaptığı gol sevinci sonrasında UEFA’nın tartışmalı kararı sonucu iki maç men cezası alması sonucu mücadeleye üç eksikle çıkan milli takımımızda, Avusturya maçında kart cezalısı olan Samet Akaydin ve kaptan Hakan Çalhanoğlu ise kadrodaki yerlerini geri almıştı. Kafamdaki ideal kadroyla birebir aynı bir 11 çıkaran Montella’nın maça özel olarak kurguladığı şey ise Kaan Ayhan’ı da stoper tandemine monte ederek üç stoper iki bekle birlikte geride beşli bir kurguyla sahaya çıkması oldu. Ferdi-Abdülkerim-Samet-Kaan-Mert geri beşlisinin önüne merkezde Hakan-Salih ikilisi, kanatlarda da yine turnuva boyunca olduğu gibi Kenan-Arda ikilisini koyan Montella; tıpkı Avusturya maçında olduğu gibi, geçiş hücumlarıyla daha çok pozisyon bulma opsiyonumuzun olacağını öngördüğümüz bu mücadelede en ileri uçta Barış Alper Yılmaz’a görev verdi.
Hakan Çalhanoğlu’nun yedeği olarak kaptanın yokluğunda ilk 11’de oynadığı Avusturya maçında sarı kart cezalısı durumuna düşen Orkun’un yokluğu, Hakan’ın dönmesi sonucunda bizi eksik bırakmazken İsmail Yüksek’in yokluğunu ise gösterdiği iyi performansla aratmayan Salih Özcan doldurdu. Portekiz maçını bir kenara koyarsak, üç stoperimizin de açıkçası birbirlerinin yerini doldurabilecek kadar iyi bir performans sergilediğini düşündüğüm bu turnuvada, Avusturya maçında yaptığı gol sevinci sebep gösterilerek tartışmalı bir ceza alan Merih’in yerini çeyrek finalde Samet Akaydin doldurdu. Sadece savunmadaki iyi performansıyla değil, önceki maçta Merih’in attığı gollere nazire yaparcasına takımımızın öne geçtiği golü atarak hücumda da katkı veren Samet, UEFA’ya en güzel cevabı sahada veriyordu.
Hollanda ise son 16 turunda 3-0 kazandığı Romanya maçındaki kadroyu ve 4-2-3-1 formasyonunu birebir koruyarak çıktı milli takımımızın karşısına. Avusturya maçındaki gibi yoğun baskıya direnerek oynayacağımız bir maç olacağını düşündüğüm mücadelede, ilk dakikada Memphis Depay’ın yararlanamadığı pozisyon haricinde kalemizde ciddi bir tehlike vermediğimiz gibi, ilk 15 dakika dolaylarından itibaren de pozitif futbol anlamında da oyunu dengeleyen takımımız, adeta kendi seviyesinden üst seviye bir takımla değil de dengiyle oynuyormuş gibi bir maç çıkartmaya başladı. Bundaki en büyük etkenin Hollanda’nın, tıpkı Avusturya’nın son 16 turunda yaptığı gibi, topuyla tüfeğiyle üstümüze gelmektense bize de topla oynama fırsatı vererek açık verme ihtimalimizi kovalama motivasyonu olduğu düşüncesindeyim. Fakat, bu tarz bir evdeki hesap, çarşıya uymadı ve milli takımımız gerçekten ayağa çok güzel pas yaptı; oyunu istediği zaman rakip yarı alana yıktı, istediği zamansa geride açık vermeyerek iyi kapandı. Kalesine yakın oynamamıza ve çok fazla köşe vuruşu kullanmamıza izin veren ve buna bir karşılık veremeyen Hollanda’ya bu durumun faturasını, Arda’nın ters ayağıyla kestiği enfes ortaya Samet Akaydin’in yaptığı kafa vuruşu ile 35. dakikada kesti milli takımımız.
Burada Arda Güler’e ekstra bir parantez açmak istiyorum. Daha önceki yazılarımda topu ayağından geç çıkartması ve bazı önemli anlarda oyunu görmemesiyle eleştirdiğim Arda bugün gerçekten kusursuz bir oyun ortaya koydu. Ters ayağıyla yaptığı asist, ikinci yarıda direkten dönen frikiği ve kornerlerde tehlike yaratan ölü noktalara gönderdiği toplar dışında; top ayağına geldiğinde takımının oyun temposunu ayarlayan Arda, sahada oyununa yön veren gerçek bir lider kimliğindeydi. Zaten her ne kadar eleştirsem de Arda, bu takımın alternatifi olmayan, mevcut kadroda 11’den kesilemeyecek bir oyuncusu durumunda.
Hücumlarımızın yerleşik savunma arası aradığımız boşluklar ve savunmada kapalıyken kaptığımız toplar sonucu yaptığımız hızlı geçişlerle geldiğimiz bu mücadelede, Barış Alper Yılmaz’ın şu an aktif savunmacılar arasındaki en iyi birkaç stoperden biri olan Virgil van Dijk’a karşı gösterdiği performans gerçekten dikkat çekiciydi. 2018-19 sezonunda kürsüye çıktığı performansından bugüne çok özel bir stoper olan van Dijk’ı, bir hücumcunun ilk defa bu denli zorladığına şahit oldum.
İlk dakikadaki pozisyon haricinde net gol pozisyonu vermediğimiz ilk yarıda, oyunun temposunu ayağa paslarla kontrol etmeyi başardık ve boşluk vermedik. Böylesi ideal ve her şeyin lehimize geliştiğini söyleyebileceğimiz bir ilk yarı sonrası Hollanda Milli Takımı teknik direktörü Ronald Koeman, merkez beşliyi, hatta önündeki dörtlüyü de sayarsak dokuzluyu geçemediğinden dolayı, bu sorunu daha gelenekçi bir yoldan çözmeye gitti. Koeman, ikinci yarıda Bergwijn’ın yerine pivot forvet olarak Wout Weghorst’u oyuna alarak hava toplarıyla savunmayı zorlamak istedi.
Bir Ada Futbolu klasiği olarak bilinen ve halk arasında “orta-kafa-gol” diye tabir ettiğimiz bir arayışla maçı çevirme yoluna giden Hollanda, gerek savunma arkasına atılan uzun toplar gerekse de kenar ortalarıyla birlikte ilk yarıya nazaran kalemizde daha etkili olmaya başladı. Bunlardan ilki 51. dakikada savunma arkasına sarkan Weghorst’un uzak direğe çevirdiği ve kimsenin dokunamadığı ve daha sonra ofsayt bayrağının kalktığı pozisyondu. Bu pozisyondan sonra, 70. dakikada kalemizde gördüğümüz golden hemen önce oluşan ve yine Weghorst’un arkaya sarkması sonrası sağ ayağıyla yaptığı vuruşu Mert’in topu kornere çeldiği pozisyona kadar kalemizde net bir pozisyon vermediğimiz gibi iki adet net gol pozisyonu yakaladığımız söyleyebiliriz.
Bir uzun top sonrası 56. dakikada kazandığımız frikikte, Arda Güler’in muhteşem vuruşu direkten dışarı gitti. 65. dakikada ise kazandığımız bir serbest vuruşta yapılan orta sonrası ceza sahasının hemen dışında topu önünde bulan Kenan Yıldız’ın etkili vuruşunu topu son anda gören kaleci Verbruggen ancak çıkartmayı başardı. Dönen topta ise Kaan Ayhan topa sol ayağı yerine sağ ayağıyla hamle yapınca, savunmasına yardıma gelen Wout Weghorst topu son anda kornere uzaklaştırmayı başardı. 70. dakikada Mert’in çeldiği o top sonrasında kullanılan kornerde ise adam paylaşımında arka tarafta stoperleri de Vrij’ı unutan milli takımımız, daha net pozisyonlar bulduğu maçta, Hollanda’nın yarım şanstan bulduğu pozisyonu savunamayınca skor 1-1’e geliyordu.
Pozisyonu tekrar izlediğim zaman, de Vrij’ı tutabilecek tek müsait oyuncumuz olan Kenan Yıldız’ın, savunmacı olmamasından kaynaklı olarak de Vrij’ın demarke kaldığını görmeyerek rastgele ön direğe doğru koşu yaptığını görmekteyiz. Bu pozisyondan bağımsız olarak, Montella’nın bu turnuvadaki maçlar özelinde en büyük defosunun ise neredeyse tüm maçlarda geç kaldığı oyuncu değişiklikleri olduğunu düşünüyorum. Değişiklikler, özellikle de Kenan-Kerem değişikliği bence skoru kaybettiğimiz 77. dakikadan ziyade, en geç 60’lı dakikalarda gelmeliydi.
76. dakikada ise yine bir korner sonrası ceza sahası dışına açılan top Weghorst’un önüne düştü. Onu savunmak için bölgesini terk eden Ferdi’nin kanadında müsait pozisyonda topla buluşan Dumfries’in arka direğe çevirdiği topta, stoper üçlüsünün reaksiyon gösterememesi ve Mert Müldür’ün toptan bir anlığına gözünü ayırması sonrası Gakpo’ya pozisyon üstünlüğünü kaybetmesi sonucu mücadelede 2-1 geriye düştük.
Sonrası ise malum, 70. dakikaya kadar olduğu gibi, hatta daha bile iyi oynayan milli takımımızda; 77. dakikada Kerem ve Okay, Kenan ve Salih’in yerine oyuna girdi. 82’de de Cenk ve Zeki’nin oyuna dahil olduğu milli takımımız, 85. dakikada önce Kerem’in içeri çevirdiği topta Zeki’yle, devamında ise solda bu sefer Kerem’in müsait pozisyonda ceza sahasının sol tarafından yaptığı vuruşla gole çok yaklaştı. 89’da oyuna giren Semih Kılıçsoy’un, 90+2’de Abdülkerim’in soldan ortaya çevirdiği topa yaptığı vuruş ise tıpkı 65. dakikada olduğu gibi son anda kaleci Verbruggen’in reflekslerine takıldı. Golden sonra bulduğumuz bu üç net fırsattan da gol çıkaramamamız sonucu mücadeleden 2-1 mağlup ayrılarak turnuvaya çeyrek finalde veda ettik.
Avusturya maçının aksine, bu sefer anlarda kaybettiğimiz bir maç oldu. Eleme turlarında oynadığımız maçlar dışında, D grubundaki maçlardan da yola çıkarak Avusturya’nın Hollanda’dan özellikle oyun olarak daha iyi bir takım olduğunu pekâlâ söyleyebiliriz. Avusturya maçında anlarda şanslı olan taraf biz olsak da çok daha iyi oynadığımız Hollanda maçını bu sefer anlarda kaybettik.
Bazen acı çekerek öğrenir, başın dik yürürsün; zira acılar olgunlaştırır insanı, çektiğin acı ne kadar büyükse o kadar çok olgunlaşırsın hayatta. Erken çekilen acılar da daha erken olgunlaştırır insanı, kaybın ne kadar büyük olursa ileride kazanabileceklerinin potansiyeli de o kadar büyük olur bir noktada. Hani derler ya galiptir bu yolda mağlup diye, işte aynen öyle bir akşam, öyle bir turnuvaydı. Bir önceki turnuvada olduğu gibi kötü oynayarak elenmek belki de kimseye koymazdı, bu şekilde anlarda kaybedilmiş bir turnuvadaki kadar. Fakat tıpkı bir önceki turnuvada almış olduğumuz ağır darbenin öğreticiliğine inandığım gibi; bu sefer daha da acı verici olan, pisi pisine yarı finalin ucundan dönülmüş bir turnuvanın, bu genç kadro için daha da öğretici olduğuna ve önümüzdeki turnuvalar için de bir kamçılayıcı olacağına inanıyorum.
Bu maçtan eklemek istediğim ve biraz da futbolun aritmetiğinden bağımsız, daha çok romantik olarak bahsedeceğim son şeyse belli anlarda takımımızın sahada ay ve yıldız çizmesi oldu. Savunma hattındaki iki bek ve üçlü stoper hattının iki kanadını oluşturan Abdülkerim ve Kaan hafif öne açıldığında çizgileri birleştirilmemiş bir hilal görüntüsü verirken, savunma hattının önündeki beş oyuncu da oyun içerisinde bazı anlarda çembersel durdukları esnada çizgileri birleştirilmemiş bir yıldızın beş köşesi gibi bir görüntü verdiler sahada. Oyunun akışına göre bilinç dışı olarak fakat savunma planının yerleşiminin bir gereksinimi sonucu gerçekleşen bu tesadüfi durum da bu maçtaki iyi oyunumuzun, turnuvadaki mücadelemizin ve sahaya yansıtılan milli ruhumuzun güzel bir simgesi niteliğindeki hoş bir detay olarak hafızama kazındı bu maçtan.
Bize uzun süre sonra kulüpçülüğün bir kenara konularak bir olduğumuz bir milli takımı, milli takımın ruhunu yeniden hatırlatan tüm bu cesur yüreklere yaşattıkları heyecanlardan dolayı teşekkür ediyorum. Gelecek için umut veren bu gençlerin daha yazacağı çok hikâye, yaşatacağı çok heyecan ve kazanacağı büyük zaferleri olduğuna dair hiçbir kuşkum yok. Sonraki büyük zaferlere kadar görüşmek üzere; ruhuyla, her şeyiyle bizden olan, Gerçek Bizim Çocuklar!!!
Görseller NTV Spor, Euronews, BBC, Milliyet ve TRT Spor sayfalarından alınmıştır.