Bir cumhuriyet ki; Sivas’ta kuruldu ve yine o cumhuriyet ki, Sivas’ta yıkılmaya yüz tutmuştu…
37 canın hesabını kim verecekti? Çiçeği burnunda başbakan Çiller, görevini(!) yerine getirmiş, otel önündeki hiçbir vatandaşın burnunu dahi kanatmamıştı. Sayın İçişleri Bakanımız da suçu Nesin’e yıkıp çekilmişti aradan. Tabi olması gereken buydu. Böyle bir olaydan devlete ne, CIA gelir çözer!
Öncelikle düzeltilmesi gereken nokta, Aziz Nesin’in bahsi geçen gazetede çeviri (Şeytan Ayetleri) yaptığıdır. Nesin çeviriyi kendisi yapmamış, yaptırtmıştır. Unutulmamalıdır ki, küçük ayrıntılarla uğraşmazsak, gölgeleri önümüzden çekemeyiz.
Konuya dönecek olursak, olayların yaşanmasındaki temel sebebin Aziz Nesin ve sarfettiği sözler olduğu meclis raporunda dahi geçmektedir. Ancak, akıllara gelmeyen sorular şunlardır: Olaydan bir iki gün önce “Müslüman mahallesinde salyangoz sattılar” başlığıyla satışa sürülen gazete ve olay günü Ozanlar Anıtı’nı ayaklar altına alıp parçalayanlar tahrik etmiyor da, adaleti mi tecelli ettiriyorlardı? Olayların bu denli dar bir perspektifte ele alınması, Bismark’ın sanat olarak nitelendirdiği yönetimin gerekliliklerinden nasibini almayan bir devletimizin olduğunu göstermez mi?
Peki tedbirsizliklerden vazgeçememe huyumuza ne demeli? Olay günü, Sivas’taki kolluk kuvvetlerimiz; 150 emniyet mensubu ve 55 jandarmadan oluşmaktaydı [1]. Askerin elindeki güç çoğunluğu Divriği ve Zara’daki terör olaylarını engelleme göreviyle Sivas’ın merkezinde bulunmamaktaydı. İçişleri Bakanlığımızdan karşılanamayan talepten ötürü, yakın tarihimizin belki de en karanlık gününe sayıları 200’ü bulmayan kolluk kuvvetiyle girmiştik.
Tabi ki objektifliği elden bırakmamak adına, Vali Ahmet Karabilgin’in de içinde bulunduğu hataları ele almakta fayda var. 1 Temmuz günü Kültür Merkezi’nde yapılan panelde “Devrimciler Ölmez” sloganı eşliğinde kalktığı saygı duruşu anonsunda, Atatürk’ün isminin geçmemesi ve devrimciler adına denmesi, Sivas’taki mozaiğin kaal’e alınmadığı ve düşüncesiz davranıldığının göstergesidir. Sırf bu slogan yüzünden, Nesin karşıtlarının ya da vali karşıtlarının öfkesi artmış olabilir. Bir diğer husus ise, Nesin’in Zara’da sanılmasıdır. Vali, Aziz Nesin’in Zara’ya gitmek istemesi üzerine kendisine gerekli imkanı sağlamış ancak sağlık problemleri nedeniyle gidemeyen Nesin’in takipçisi olmamıştır. Devlet temsilcilerinin bu denli aymaz davranışları, Sivas için kötü sonuçlar doğurmaya elbette gebedir.
Tabi alınmayan tedbirlerden bahsettiğimiz bu yazımızda Milli İstihbarat Teşkilatımızdan da bahsetmeden olmaz. 2 Temmuz günü saat 11 sularında MİT’e gelen istihbarati bilgide tam da istenen şeyler yer almaktadır: Bazı kesimlerce Aziz Nesin ve arkadaşları ile Vali’ye karşı protesto hazırlıkları yapılmakta olup gereken tedbirler alınmalıdır [1]. Bölge başkanının yarım saat içinde Terörle Mücadele Şubesi’ne ilettiği bu bilgi yalnızca kulak dolduran ses dalgaları bütünü olarak kalmış, emniyet güçlerimiz olaya müdahale etmek adına adım atamamıştır. Realiteden tamamen uzak duran görevliler için gaye vasıtayı meşru kılmamış, Makyavelist bir tutumun yanına dahi yanaşılamamıştır.
Bu noktada sorulması gereken bir diğer soru ise vasıtaların neler olduğudur?
Öncelikle son 12 yılda 628 ton biber gazı ithal edilen bir ülke ve bundan utanç duyan bir vatandaş olarak, yaşama hakkına zarar getirecek herhangi bir aktivitenin karşısında olduğumuzu belirtelim. Ancak birilerinin yaşama hakkını elinden almak isteyenler içinse kullanılması gereken bir karşı güç olduğu da açıktır. Söylenmesi gereken şudur ki, 6 Şubat 1968’de Kozlu’da dahi kullanılan göz yaşartıcı bombaların 2 temmuz’da Sivas’ta kullanılmadığı gerçeği bir diğer akıl almaz husustur. Valilikten teyit edilen bilgiler ışığında, gerekli stokların olduğu ancak kullanıma geçirilmediği öğrenilmiştir. En basite indirgenmiş vasıtamız ise kolluk güçlerimizin ateşli silahlarıdır. Aziz Nesin’in polis aracına bindirilip uzaklaştırılmasının ardından Vilayete yönelen kalabalık, Alayda yedek tutulan özel timin üç dakika içerisinde havaya ateş açmasıyla hızlı bir şekilde dağılmıştır. Görüldüğü üzere, insanların dağıtılmasının ne denli kolay olduğu ortadadır ancak iş işten geçmeden akıllanmama huyumuz bizi yine bir adım geride tutmuştur. Tabi ki, silah kullanımının da tarafı değiliz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesiyle garanti altına alınmış yaşama hakkının, küçük hatalar sonucu kişinin elinden alınabileceği bir gerçektir. Fakat baştada belirttiğimiz gibi, bir diğer kişinin yaşama hakkına gasp edilmesi belli bir güç kullanımını mecbur kılmaktadır. Sonuç olarak söylenmesi gereken ise, kalabalığı dağıtma imkanının olduğu halde uygulanmadığıdır. Tabi dışardakilerin dağıtılmasının yanısıra, içeridekilerin tahliyesi de bir başka tartışmalı husustur.
Yetkili bazı kişiler tahliye imkanı olmadığı gerekçesiyle oteldekileri kurtaramadıklarını belirtmişlerdir. Tahliye imkanı yoktu diyenlere verilecek cevap ise şudur: Pir Sultan Abdal Derneği Başkanı olayların alevlendiği esnada otelin kapısından çıkıp Vali ile bir görüşme gerçekleştirmiş, ardından geri dönebilmiştir [1]. Keza, Dernek Başkan Yardımcısının otelin ön kapısından çıkarak kurtulabilmesi de olayın içinden kendini kurtarmak isteyen yetkililerimizin bahanelerini yüzlerine vurmak adına bizlere dayanak oluşturmaktadır.
Sözün özü, Sivas seçilmiş bir şehirdir. Türkiye’nin laik düzenine karşı dalga dalga köpüren bazı kesimlerce biçilmiş bir kaftandır Sivas. O gün Sivas’a hiç gelmemiş binlerce yüzün, biraraya gelerek (ya da getirilerek!) ve yüce bir din olan İslam’ı düşüncesizce arkalarına alarak giriştikleri bu katliam, 24 Ocak’ta Mumcu’nun ölümüyle ülkemize inen sis bulutunun, en çok yoğunlaştığı yani zirve yaptığı günün eseridir. Yaşama hakkının giderek aşağılandığı o günleri, Türk Siyasi Tarihine kazıyan gizli eller aradan 20 yıl geçmesine karşın hala bulunamamış ya da bulunmaları istenmemiştir. Devletin elindeki imkanları bile kısıtlayan bu eller, Başbakan yardımcısı İnönü’ye “Yetkim yok ki kullanayım” dedirtmiş, Alevi-Sünni çatışmasını ellerinden geldiğince körüklemeye çalışmışlardır. Katliamın mimarlarından beşi hiçbir zaman bulunamamış, dava sanıklarından birinin ölümü üzerine de 2012 yılında ek dava düşürülmüştür. Yine dönemin sorumlularından! bazıları, yönetme sanatını çok iyi bildiklerinden dolayı milletvekilliğine yükselmiş ve Türkiye’nin sıradaki tarihini ellerine geçirmişlerdir. Bu insanlar için hiçbir şey yapmamaktan daha kötü olan ise bir şeyi yapabildiklerini sanmalarıdır. Ve yine bu insanlardır ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik düzeninin koruyuculuğunu üstlenmiş, ancak şaşırmışlardır. Onların hizmet anlayışı milleti değil, bahsettiğimiz gizli elleri kapsar.
Gölgelerin izindeki yolculuğumuz sürecek…
Güzel günler ümidiyle…
KAYNAKÇA
*TBMM 2 Temmuz 1993 Günü Sivas’ta Meydana Gelen Olayların Sebep ve Sorumluları ile Olayların Oluş Şeklinin Ortaya Çıkarılması ve Maddi Zararların Tespiti Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Dönem 19, s.369