Yoksayılanın Siyasallaşması: Osmanlı’da Kızılbaşlık

semahtaTemelini oluşturan İslam ve İslam’ın siyasi-dini kırılma noktalarına Şia’nın 12 imamını, mehdilik algısını ve pratikte belli tavırlarını eklemleyen Alevilik; Zerdüştlük ve Şamanizm’in inanç ve ibadet sistemlerini bölgesel olarak katmanlaştırması sonucunda kategori edilmesi imkansız bir hal almıştır. Zahirî, batıni manaları arasındaki diyalektiğini “tasavvuf” üzerinden kuran Alevilik; Kuran’ın yorumlanmasında da Kuran’ın ruhuna nüfuz etmeyi amaç edinmiş –iç tutarlılığı olan- bir toplumsal dini inanç sistemidir. Varoluşsal olarak yarattığı bu özerk sistem özellikle inancın siyasallaşması sürecine yani Alevi hareketine -Aleviciliğe- katkı sağlayacaktır.

[box_light]Aleviliğin Siyasallaşması[/box_light]

İnanç sistemi olarak şekillenmesine tanık olamadığımız Alevilik siyasi açıdan da benzer bir çizgi takip etmiş ve devlet eli ile tanımlanmamıştır. Bu sebepten resmi olarak isimlendirilişi 16. Yüzyıl’a Safevi-Osmanlı gerginliğine denk düşer. Başlıklarının renginden ötürü kullanılan “Kızılbaş” ifadesi o dönem için çoğunluğu göçer ve ya kırsal alanda yerleşik yaşayan Türkmen savaşçılardan oluşan Safeviyye yandaşlarını ifade eder ve zaman içinde Kızılbaşlara artan kuşku ve düşmanlıkla da hakaret halini alır.

Safevi Devleti askeri

Safevi Devleti askeri

İsmail’in şahlığı başlı başına bir gerginlik sebebi iken Osmanlı için taht kavgası ile başlamış bir istikrarsızlık söz konusudur. II Bayezit’in oğulları arasında süren bu çekişme; devletin asıl kurucuları olarak addedilen Türkmenlerin -devletin balkan politikaları sebebiyle- kırılmış kalplerini ganimet paylaşımında bonkörlüğü ile bilinen Şah İsmail’in ordusunda aramasına engel olma şansını yok etmiştir. Bu durum kendini ilk olarak bir dizi kanlı isyan ile gösterir. Hala yüzyıl öncesinin Moğol istilasının etkisinden kurtulamamış olan Osmanlı için artan bu isyanlar ve Anadolu’da yaşadığı savaşçı kaybı baş edilemez bir hal almış ve sonuçta Kızılbaşlar İran’ın  “beşinci kolu” ve bir iç tehdit halini almıştır.

İsmail’in 1501’de İran’da Şiiliği devlet dini ilan etmesi Osmanlı devleti ile dini cepheleşmesini sertleştirir ve Sünnilik Osmanlı’nın ideolojisinin merkezi unsuru olarak öne çıkar. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislam yönetiminde katı bir ulema hiyerarşisini kurumsallaştırması buna dayanmaktadır. Bu keskince örgütlenmiş, devlete bağlı, maaşı devletçe ödenen “Müslüman kilisesinin” başka bir benzeri herhangi bir Müslüman devletinde görülmez. Bu noktada Osmanlı ulemasınca Ortodoks İslam’dan adeta aforoz edilen Kızılbaşlık, hakaret halini alır ve yine devlet dili üzerinden tüm heterodoksları ve Şiiliği kapsar. Bu baskı ilerleyen zamanlarda kitlesel tutuklamalar, tehcirler ve katliamlar halini alır.

“Ve sehpalarda Pir Sultan’lar ölür!”

 

713625-bahadin-pir-sultan-abdal-aniti

Bu şiddetle geçen yılların en büyük kaynağını kuşkusuz söylemeyi sürdürdüğümüz halk türküleri ve anlatıları oluşturmaktadır. Bu mitleşmeye meyilli anlatıların kilit ismi de yine kuşkusuz isyanını havaya kaldırdığı sazı ile ifade eden Pir Sultan Abdal’dır. Şah’a ithafen yazdığı şiirleri ile bilinen Aşık, bir hikayeye göre idamının hemen öncesinde içinde hiç Şah ifadesi geçmeyen bir şiir yazarsa affolacağını öğrenir ve böylece içinde en çok şah kelimesi geçen şiirini yazar:

“Bende bu yayladan hey dost Şah’a giderim.”

Bu anlatı her isyanın kendi kahramanını doğurduğu bu topraklarda Pir Sultan’ı isyanda sembolleştirmekle kalmıyor, Kızılbaşlığın özellikle Aşık’lar yollu Safevi Devleti ve Şah İsmail ile kurdukları bağı ve Osmanlı’nın bunu önleme yolundaki algısını bugüne taşıyor.

İşlevsel bir güvenlik mantığının ötesinde bir ideolojinin parçası haline gelen baskılar,  taht kavgalarından başarı ile çıkmış Sultan Selim’in birçok Sünni Kürt Beyinin desteğini alması ve Çaldıran’da Şah’ı yenilgiye uğratması ile politik yanını kaybetmeye başlar. 1508’den sonra karizmatik bir liderden ve dış destekten yoksun kalan Anadolu Kızılbaşları’nın isyanları seyrekleşir.

[box_light]Bektaşiliğe Kapılanma[/box_light]

19. Yüzyıl’a doğru adı Alevilik halini alan Kızılbaşlığın bugün de devam eden Bektaşilik’le karıştırılması sorunu Bektaşilerin Osmanlı ile sıkı başlayan ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda karmaşık bir hal almaktadır. Balkan topraklarını İslamlaştırmak için başvurulan ve çoklukla da heterodoks İslam’ı bünyesinde bulunduran bu tarikat aynı zamanda Yeniçeri Ocağını da manevi koruması ile “şereflendiriyordu”. 16. Yüzyıl’ın başlarında sultanın, tarikatın merkezileştirilmesi kararı yine bu yüzyıla düşen Alevi’lerin (Kızılbaş’ların) isyanlarının tarikat eli ile desteklenmesine denk gelmektedir.  Bu noktada temel soru devletin Bektaşilik kapısı üzerinden bünyesindeki heterodoksları denetleme çabasına ilişkinken bir diğer husus Bektaşilerin Osmanlı ile çatışma alanı yaratmadan bu heterodoks potensiyeline sahip çıkmasına eğilmektedir. Bu soruların cevapları tam olarak verilememekle birlikte tarikat ile sultanların arası açılmış ve bazı tekkelere yapılan bağışlar durdurulmuştur. Ayrıca Kızılbaş’ları bünyesine katmada başarılı olamayan Bektaşilik, baskıdan kendisine sığınan bu çeşitli heterodoks kitleler ile Şiileşmiştir.

Bektaşilik açısından işler bu minval üzere iken kızılbaşlık açısından sanatının, siyasetinin ve inancının temel taşlarından biri olan Şah’ın ölümü ile şah kavramını (17. Yüzyıl’dan sonra) Hacı Bektaş Veli üzerinden dolduran Alevi’lerin Bektaşiliğe örgütsel olarak katılışı karanlıkta kalmakla birlikte genel çerçevede şu şekilde ifade edilir:

“Ocaklı dedelere icazetnamelerini veren çelebiler, dedelik makamlarını denetim altında tutmaktadırlar. Bu inancı taşıyan ama çelebiliği tanımayan diğer kitleler ise dini otoritelerini yerel bir veliye veya Şiiliğin 12 İmamı’ndan biri kanalı ile meşrulaştıran ocaklara bağlıdır.”

Bu, birbiri ile organik bağları bulunmayan Alevi’lerin, Bektaşiliğe kapılanma olgusunun kabaca ifadesidir de.

Eski-Dedeler

Ülke tarihinin ilerleyen safhalarında da göreceğimiz üzere, Alevilikle alakası kurulamaz olarak addedilen olaylar ve isyanlar Alevi kitlenin “üst kimlikleri” ile medyatikleşme olanağı bulmuştur. Esasen Alevilik istatistiki açıdan görünmez veya kavranamaz kılınmış yahut fark edildiği yerde kana boğdurulmuştur. Ama Muhyi’nin de belirttiği üzere;

“Sayılmayız parmak ile,
Tükenmeyiz kırmak ile.
Taşramızdan sormak ile,
Kimse bilmez ahvalimiz.”

 

[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]

Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması-  Elisa MASSİCARD

Leave a Reply