1942 yılında kanunlaşan Varlık Vergisi kapsamında büyük çoğunlukta mülklerini ve hatta sahip oldukları hemen hemen her şeyi kaybeden Türkiye’nin gayr-ı Müslimleri bu hazin olayın üzerinden çok geçmeden yeniden bir tehdit ile karşı karşıya kalıyorlardı. Yıllar içerisinde iyiden iyiye kaybettikleri güvenlerine rağmen yüzyıllardır parçası oldukları toprakları terk etmeyerek Türkiye’de (çoğunlukla İstanbul’da) yaşamaya devam eden gayr-ı Müslim vatandaşları bu topraklara küstürecek yeni bir olay 1955 yılının sonbaharında yaşanacaktı.
O günlerde Türkiye’deki genel siyasi atmosfere bakacak olursak, gayr-ı Müslimlere yönelik bir ‘öfke’ patlamasının olması kaçınılmaz gözüküyordu. Bir yandan ekonomik sıkıntılar ile boğuşan Demokrat Parti Hükümeti bir yandan da Kıbrıs Meselesi ile meşgul oluyordu. O yıllarda Kıbrıs’ta EOKA (Kıbrıslıların Milli Mücadele Örgütü) Kıbrıs’ta yaşayan Türklere baskılar uyguluyor bu da Türkiye’de özellikle basın yoluyla geniş yankı buluyordu. Kıbrıs meselesinin iki açıdan da ele almakta fayda var. Bir yanda Türkiye’den gelen teklifle Kıbrıs Adası’nın tamamen Türkiye’ye bağlanması gerektiği görüşü savunuluyor, diğer bir yandan da EOKA önderliğinde Kıbrıs’ın tamamen Yunanistan’a bağlanması için mücadele veriliyordu. Türkiye’de bu mücadelede başı çeken ise Kıbrıs Türk’tür Derneği oluyordu.
Bu ekonomik ve siyasi gerginlik içerisinde 1955 yılına girilirken her iki taraf da görüşlerinden vazgeçmiyor, orta yolu bulmak neredeyse imkansız hale geliyordu. Bu sırada Türkiye’de ve özellikle İstanbul’da yürüyüşler ve toplantılar düzenleyen Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin önderliğinde Rumlara olan tepki de artıyordu. Bunların yanı sıra bazı yayın organlarında yer alan ve kulaktan kulağa yayılmaya başlayan söylentilerin de bu tepkinin artmasında önemli bir rol oynadığını söylemek mümkün. Bu söylentilerin birisi de İstanbul’daki Rumlar kendi aralarında para toplayarak EOKA’ya yardım gönderildiğiydi.
Ancak olayların başlangıcına neden olacak en büyük söylenti 6 Eylül günü ikinci baskısında tirajından çok fazla basılan İstanbul Ekspres gazetesiyle yayılmaya başlamıştı. Gazetenin haberine göre Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bombalı saldırı düzenlenmişti. Olayların patlak vermesi de bu haberle birlikte oldu. Aslında Selanik’teki ev bombalanmamış, bahçesine atılan bir ses bombası sadece iki camının kırılmasına neden olmuştu. Daha sonra bu haberin gerçek olmadığı, hatta MİT’in ve devletin bu işte parmağı olduğu birçok kaynak tarafından aktarılacaktı.
Şayet, patlamaya hazır olan halk bu haberin gerçekliğini sorgulamamış ve İstanbul’da 6 Eylül’den başlayarak iki gün boyunca durmaksızın inanılmaz bir pogroma imza atmıştı. Önceleri İstanbul’da başlayan Rumlara karşı bu pogrom daha sonraları İzmir’e de yayılmış, birçok Rum vatandaşın evleri, dükkanları içlerindeki eşyalar ile birlikte talan edildi ve yağmalandı. Özellikle iki günün sonunda Beyoğlu’nda bulunan Rumlara ait işletmeler ve çoğunlukla Rumların yaşadığı sokaklar verilen zararın boyutlarının inanılmaz olduğunu gösteriyordu. Bunun yanı sıra resmi olmayan kaynaklara göre de yüzlerce kadına tecavüz edilmiş ve ‘ölü olmasın’ emrine rağmen 10-12 kişi de hayatını kaybetmişti.
Tıpkı daha önce yaşanan ve gayr-ı Müslimleri hedef alan diğer olaylar gibi 6-7 Eylül Pogromu’nun da sonuçları çok ağır olmuştu. Her ne kadar daha sonradan maddi zararların devlet tarafından karşılanacağı açıklansa da, Rumların ve onların nezdinde diğer gayr-ı Müslimlerin manevi yarası hiçbir şekilde telafi edilememiştir. Devlet eliyle organize edilen ve Rumları hedef alan bu büyük pogrom sonucunda birçok Rum vatandaş sadece mülklerinden değil yaşadıkları yerlerden de vazgeçmek zorunda kalmıştı. Ulus devletin kuruluşundan itibaren gittikçe azalan gayr-ı Müslimlerin sayısı 6-7 Eylül olaylarından sonra da azalmaya devam etmiştir.
Bu yazı dizisi içerisinde şu ana kadar ele alınan 1934 Trakya Pogrom’u ve 1942 Varlık Vergisi dahil olmak üzere, 6-7 Eylül olayları aslında yakın tarihimizde en çok gündeme gelen ve yüzleşilen konu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Hrant Dink cinayetinden sonra Türkiyeli gayr-ı Müslimlerin tarihi üzerine yapılan çalışmalarda başı çeken konulardan bir tanesi 6-7 Eylül olayları. Öte yandan 6-7 Eylül olayları Tomris Giritlioğlu’nun yönetmenliğinde sinemaya aktarılmış ve popüler kültür sayesinde de Türkiye bu konuyla yüzleşmeye başlamıştır. Her ne kadar gayr-ı Müslimlerin yaşadıkları vicdan sahibi herkesi üzse de, yakın tarihte yine bir acı olay vesilesiyle yakın tarihimizin kara sayfalarıyla yüzleşmeye başlaması herkes için bir umut ışığı olmuştur.
[box_dark]KAYNAKÇA[/box_dark]
- Baskın Oran – Türkiyeli Gayrimüslimler Üzerine Yazılar
- Ecevit Kılıç – 400 Kadına Tecavüz Edildi (Sabah/01.02.2009)
- Funda Tosun – ‘Beyoğlu’nda ne kadar gayrimüslim varsa hepsinin dükkanlarına, evlerine daldk’ (Agos/06.09.2013)