Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce uzun süre düşündüm, aslında aklımda bir önceki yazımda bahsettiğim 1913 Bab-ı Ali Baskını’nı yazmak vardı. Ancak II. Meşrutiyet Dönemi’ni anlatmadan bu konunun yalın hali ile anlamsız olabileceğine kanaat getirdikten sonra, 1908’e ‘çıkan yollara’ bakmaya başladım. Zira o zaman da Osmanlı yönetimi ve elitleri arasındaki ‘Batı’ algısını anlamadan 1908’in de anlaşılamayacağını düşündüm. Velhasılıkelam, böyle giderken önce II. Mahmud’la daha sonra da III. Selim’le anlatmaya başlamam gerektiğine karar verdim. Sonuçta tarih bir bütündür ve bütünün parçalarını birbirinden ayırmaya başladığımızda anlamını yitirmeye başlar.
[box_dark]III. Selim Dönemi[/box_dark]
1789 yılı birçoğumuz için hatta hemen hemen bütün dünya için tek bir olaya işaret eder ki o, meşhur Fransız Devrimi’dir. Halbuki Osmanlı tarihi çalışan ve bir tarihçi adayı olarak benim aklıma gelen ilk şeylerden birisi de III. Selim’in tahta çıkışı oluyor. Birçok önemli sultan, dönem, hatta vezirler ve vezir-i azamdan bahsetmek mümkün Osmanlı tarihini incelerken. Ancak III. Selim’in tahta çıkmasının ve saltanatının, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki geç dönem reformlarını anlamak adına çok önemli olduğunu düşünüyorum. Saltanatını sürdüğü 18 (1789 – 1807) sene boyunca III. Selim, hem Osmanlı İmparatorluğu idaresi hakkında birçok reform yapmaya çalışmış hem de kendisinden sonra hüküm sürecek sultanlar için önemli bir örnek teşkil etmişti.
Malumunuz üzere, 17. Yüzyıl itibari ile bozulmaya başlayan yönetim sistemi, 18. Yüzyıl’a gelindiğinde artık iyiden iyiye çatırdamaya başlamıştı. Bir yandan ekonomik ve askeri, bir yandan da idari sıkıntıların baş göstermesi ile Osmanlı İmparatorluğu’nda bir nevi ‘kıyamet alametleri’ görülmeye başlanmıştı. Bir ‘cihan imparatorluğu’ nasıl olur da bu hale gelebilirdi? Bunun tek mantıklı açıklaması kıyamet olmalıydı.
Ancak Osmanlı’da sorunların bu kadar basite indirgenemeyeceği ve problemlerin bir kıyamet habercisi olmaktan çok daha dünyasal olduğu gerçeğinin farkında olanlar da yok değildi. Böyle bir durumda ilk ciddi yaptırımlar III. Selim ve Osmanlı idari kadrosu tarafından getiriliyordu. Saltanatının ilk yıllarını, o dönemin en ‘popüler’ problemlerinden bir tanesi olan Rus savaşları ile geçiren III. Selim, 1792 yılında Yaş Antlaşması’nı imzalayarak Rusya’nın Karadeniz’in kuzey kesiminde daha da etkili hale gelmesine bir anlamda izin veriyordu. Ancak III. Selim’in en önemli önceliği – Ruslara karşı savaşı kaybetmesine de neden olan – askeri düzenin bozulmaya başlamasıydı. Bu konu ile ilgili bir adım atmak, kurulduğu ilk günden beri savaş alanlarında ‘muzaffer’ olan Osmanlı askerini eski alışkanlıklarını kazandırmayı hedefliyordu. Bu hedefler doğrultusunda yaptığı reformlar daha sonra tarihe Nizam-ı Cedid Islahatları olarak geçecekti.
[box_dark]Nizam-ı Cedid[/box_dark]
III. Selim’in saltanatı boyunca en önemli ıslahatlar askeri alanda olmuştur. Bu ıslahatlar sadece kendi dönemini kapsamamış, III. Selim’den sonra gelecek olan birçok padişah tarafından da benimsenmiş ve devam ettirilmiştir. Askeri ıslahatların en dikkat çekeni ise ordu içerisinde yapılan ve Yeni Düzen anlamına gelen kapsamlı Nizam-ı Cedid ıslahatlarıdır. Bu ıslahatlar kapsamında, savaş meydanında Osmanlı askerleri daha etkin kılınması amaçlanmıştır. Asker sayısının azaltılması ve daha disiplinli bir sistem kurulması yoluyla ‘yeni bir düzen’ arayışına giden III. Selim’in, saltanatı boyunca en önem verdiği konu bu olmuştur dersek yanılmayız sanırım
Sadece ordu içerisinde askerlerin sayısının azaltılması ve disipline edilmesi değil, onların eğitimini ve askeriye ile ilgili yan ‘sektörleri’ de kapsayan ıslahatlar gerçekleştirilmiştir. Son yüzyıllarda, Osmanlı askeri karşısında çoğunlukla kazanan taraf olan Batı devletlerinden – özellikle Almanya ve Fransa’dan – Osmanlı askerini talim etmesi için subaylar getirtilmişti. Bunun yanı sıra deniz kuvvetleri yenilenmiş, daha önceden mevcut olan deniz kuvvetleri mühendislik okulunun bir benzeri ise 1795 yılında ‘Mühendishane Tesisi’ adıyla kara ordusu için açılmıştı.
Hatta orduyu ilgilendiren bu ıslahatlar sonrasında, Napolyon tarafından işgal edilen Mısır, birkaç ufak yenilgi ile geri alınıyor; ıslahatların başarısı savaş meydanlarında gözle görülebiliyordu.
[box_dark]Diplomasinin Önemi Anlaşılıyor[/box_dark]
III. Selim, sadece askeri anlamda ıslahatlar hedefleri koymamıştı. Kendisinin hem Batı devletlerine olan ilgisi hem de Batılı devletler arasındaki ilişkileri yakından takip etmesi de bazı ıslahatları beraberinde getirecekti. Askeri alanda ve savaş meydanlarında Avrupalı rakiplerinin kat be kat gerisine düşmüş olan Osmanlı İmparatorluğu sadece orduyu yenilemekle kalmıyor, bunun yanı sıra savaş meydanlarında kazanamadıklarını, en azından masa başında telafi etmenin önemini de kavrıyordu.
Bu doğrultuda modern diplomasinin Osmanlı İmparatorluğu’nda doğuşuna, ya da en azından yükselişine de III. Selim Dönemi’nde rastlıyoruz. III. Selim diplomasinin önemini gördüğünde, bunu geliştirmek adına birçok Avrupa kentinde Osmanlı İmparatorluğu’nun daimi temsilciliklerini – elçiliklerini – açmak için çaba sarf etmeye başlamıştı. Bu çaba ile birlikte 1793 yılında Londra’da, sonraki yıl Viyana’da ve takip eden yıllarda sırasıyla Berlin ve Paris’te daimi temsilcilikler kurulmuştu.
Daha önceden devletlerle diplomatik ilişkiler Rum tercümanlar ve geçici temsilcikler vasıtasıyla sürdürülürken, III. Selim ile birlikte – özellikle Avrupa başkentlerinde – açılan daimi temsilcilikler hem Osmanlı İmparatorluğu’nun diplomasiyi yeniden öğrenmesi ve ‘masa başında’ daha güçlü hale gelmesini sağlıyor hem de ileriki yıllarda önemli rol oynayacak Osmanlı’nın ‘Batı görmüş’ çocuklarının yetişmesine fırsat sağlıyordu.
Bu gelişmeler göz önüne alındığında Osmanlı İmparatorluğu’nda Batılılaşma adına – ya da en azından Batı devletlerine ayak uydurabilme – konusunda ilk adımların III. Selim saltanatında atıldığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu ıslahatlar konusunda bir önemli nokta da ne kadar başarılı olduklarıdır. Her ne kadar önemli fikirler doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden ayağa kaldırmayı, eski ihtişamlı günlerine döndürmeyi hedeflese de III. Selim, yine o dönemin en önemli engellerinden birine takılmış ve tam anlamıyla başarılı ıslahatlar gerçekleştirememiştir. Ekonomik olarak zor zamanlar geçiren, taşrada vergi toplamakta ayanların etkisini kıramayan ve dolayısıyla hazinesini doldurmakta güçlük çeken bir Osmanlı İmparatorluğu görüyoruz bu dönemde. Gerçekleştirmek istediği ıslahatların getirdiği mali yükümlülüğünden dolayı, III. Selim ıslahatları kalıcı ve güçlü olamamıştır. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki III. Selim ıslahatlarıdır Osmanlı İmparatorluğu’nda vizyon oluşturan ve ileride gerçekleştirilecek reformlara ışık tutan.
KAYNAKÇA
İslam Ansiklopedisi, Selim III, cilt:36, syf. 420-425
Zürcher, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi