Orta Doğu ya da daha az bilinen adıyla ‘Yakın Doğu’ (Middle East ya da Near East) son yüz yıldır ülkemizin ve dünyanın gündemini bir hayli meşgul etmekte. Orta Doğu diye anılan bu coğrafya, yüzlerce tarihi olaya şahit oldu ve olmakta. Yazı bu topraklar üzerinde icat edildi; medeniyetler Fırat ve Dicle havzaları arasında boy gösterdi; Semavi dinler ise bu coğrafyada neşet etti. Avrupa ve Asya’yı bağlayan geçiş noktaları, yani meşhur Baharat ve İpek Yolları da Modern öncesi zamanda mühim bir yer işgal etmekteydi.
Elbette bu kadar farklı ve önemli unsuru barındıran bir bölge her zaman dünya gündeminde büyük yer kaplamaktaydı. Bilhassa 19.yy’ın sonlarına doğru ve 20.yy’ın başlarında Emperyalizm’in iyice kök salmasıyla, bölge Batılı güçler tarafından terminolojik olarak yeni bir adlandırmaya ihtiyaç duymaya başladı. ‘Orta Doğu’ ( Middle East) kelimesini ilk olarak ortaya atan kişi 1902 yılında Amerikalı amiral Alfred Thayer Mahen olmuştur. Mahen Middle East kelimesini ilk defa The Persian Gulf and International Relations isimli bir makalesinde kullanmıştır. Mahen Ortadoğu’yu Doğu’da Hindistan, Güneyde Süveyş Kanalı’yla sınırlı tutttu.
Mahen’den sonra bu kelimeyi kullanan kişi ise Sir İgnatius Valentine olmuştur. O da Orta Doğu’yu Mahen gibi kaba taslak sınırlarla belirleyip bırakmıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Orta Doğu kelimesi İngiliz yayılmacılığı ile doğrudan bağlantılıydı. Kelimenin bilhassa 20.yy’ın başında önem kazanması ve İngiltere’nin bölgeye I. Dünya Savaşı ile askeri olarak giriş yapması elbette tesadüf değildi. Daha önce de 19.yy’da İngiltere’nin Hindistan ve Çin’e olan ilgisinin artması neticesinde ‘Uzak Doğu’ kavramı türetilmişti. Yakın ya da Orta Doğu ( Middle East / Near East) diyebileceğimiz yaklaşımlar da Asya’ya Emperyal bir bakış açısının tezahürü olarak görülebilir.
Avrupa’nın Orta Doğu bölgesine bu terminolojik tezi bir hayli eleştirilmiştir. Bu eleştirilerden biri de Cemil Meriç‘e aittir: ‘’Orta Doğu kaypak bir mefhumdur. Çünkü ne zaman doğduğu, niçin doğduğu hudutlarının ne olduğu konusunda rivayetlerin muhtelif olduğu bir kavramdır.’’ İngiliz ve Fransızlardan sonra bu kelimeye sahip çıkan diğer bir önemli güç de Amerika olmuştur. Orta Doğu kelimesi ilk kez Amerikalıların bir resmi belgesinde 1957 Süveyş Kanalı Krizi zamanı zikredilmiş, daha sonra da meşhur Eisenhower Doktrini’nde kendine yer bulmayı başarmıştır.
‘Orta Doğu’ kelimesinin muğlaklığı Eisenhower Doktrini’nden sonra da değişmedi. Zaten bu kelimeye karşı en büyük eleştiri kelimenin esnekliği ve 19. ve 20.yy Avrupa yayılmacılığının mekansal bir tanımlaması olmasıdır. ‘Orta Doğu (Kavram Jepolitik ve Sosyo-Ekonomik Durum)’ isimli makalesinde Mustafa Öztürk Orta Doğu kavramı hakkında şu şekilde bir eleştiri getiriyordu : ‘’Esas konumuz olan Orta Doğu’nun sınırları, daha sonra değişik çevreler tarafından genişletildi. Yakın zamanlarda ABD’nin stratejik hedeflerine daha uygun geldiği için bu sınırlar Afganistan’dan Senegal’e; Türkiye ve Kafkaslar’dan Yemen ve Habeş’e kadar uzatılmıştır.’’
Sonuç olarak, binlerce yıllık tarihi olan ‘Orta Doğu’ bölgesinin ismi sadece yüzyıllık bir geçmişe dayanmaktadır. Cemil Meriç’in de dediği gibi bu kelime yayılmacı bir anlayışın ürünü olarak doğsa da böyle bir mekansal sınıflandırmaya bölge halkı da çok yabancılaşma çekmemiş ve kısa bir sürede bu adlandırma yaygınlaşmıştır. Böyle bir mekansal sınıflandırmanın en zayıf noktasının, sınırlarının belirsizliği ve yerel bir tarihsel arka plana dayanmaması olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA:
1- Meriç, Cemil, Kırk Ambar, İletişim Yayınları, İstanbul
2- Serdar Sakin, Can Deveci, Ortadoğu Kavramı ve Sınırları Üzerine Bir Değerlendirme, History Studies, 2011
3- Mustafa Öztürk, Orta Doğu ( Kavram- Jeopolitik ve Sosyo- Ekonomik Durumu), Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştrmaları Dergisi, Elazığ 2003
Turgut
Neden emperyalistlerin uydurduğu kavramları benimsiyoruz? Batılı, Ortadoğu, Avrupa vs. Hiç ayak basmadıkları gezegenlerdeki yerlerin bile adlarını bunlar takıyor. Avrupa bir bölge olabilir ama asla bir kıta değildir. Ama bu konuda burunlarından kıl aldırmıyorlar.