Röportajın ilk kısmı için tıklayınız.
Müttefik devletlerin en çok bastırdığı konulardan birisi azınlıklar. Onlar için azınlıkları bu kadar değerli kılan neydi?
Azınlık saydığımız Yahudi, Ermeni ve Rumların hakları uluslararası anlaşmalarla Türk hukuku çerçevesinde güvenceye alınmıştır. İleriki yıllarda Ermeniler ve Yahudiler bu hakların bir kısmından kendileri feragat etmişlerdir. Örneğin İsviçre Medeni Kanunu’nu kabul ettiğimizde azınlıklar başvurup bize de bu kanunu uygulayın dediler. Lozan’daki azınlık kavgası göz önüne alındığında bu oldukça olumlu bir adımdır.
Azınlıklar meselesi borçlarla birlikte Lozan’da karşımıza çıkan en önemli sorundu diyebiliriz. En büyük silah buydu müttefikler için. Ankara hükümetine karşı kullanılabilecek başka kozları yoktu ve üstünde çok durdular.
Bizim azınlıklarla sıkıntımızın kaynağı tam olarak nedir?
Rumlar okuryazar, Yahudiler ticaretle meşgul; Ermeniler kuyumculukta gayet iyilerdi. Her biri işe yarar insanlar. Bundan ötürü bizim “azınlıklar” sıkıntımız yoktu. Ancak kapitülasyonlar sonucunda Osmanlı Devleti, Hıristiyanlara belli ayrıcalıklar tanıdı. Onlar kendi hukuklarına tabilerdi mesela. Biz de diyorduk ki hepsi bizim vatandaşımız, öyleyse aynı hukuka tabi olmalıdırlar. Azınlık meselelerin hepsinin temelinde İngiliz parmağı vardır. Kürt ve Ermeni ayaklanmalarının hepsinde örneğin. Ermeniler konusunda Rusları da görmezden gelemeyiz. İngilizler bunu Osmanlı’yı ve daha sonra Ankara hükümetini kontrol edebilmek için silah olarak kullandı.
Azınlıkların bugünkü durumu nedir?
Bugün Rumların sesi sedası çıkmıyor, Yahudiler bir şey demiyorlar; bir tek Ermenilerin sesi çıkıyor. Onun da elbet bir sebebi var. Ermenistan’ı Ermenistan yapacak bağımsız bir düşünce yok. Onları birleştiren tek şey var Osmanlı ve Türk düşmanlığı. Bu düşünce olmaksızın bu devlet mevcut coğrafyasında gariban bir ülke olarak kalır.
Ermenilerin, “Topraklarımızı talep edelim, hiç olmazsa tazminat alalım.” dediğini duyuyoruz. Eğer herkes birbirinden tazminat almaya kalksa dünya birbirine girer. Osmanlı’nın Balkanlarda Arap topraklarında bıraktıkları toprakların tazminatı alsak milyarder oluruz. Efendim bizi kestiler, diyorlar. Peki, öyle olsun. Ancak ya sizin kestikleriniz? Aç Rus subayların günlüklerine yazdıkları anılarını, kim kimi nasıl ve niçin kesmiş bak. Ermeni meselesi diye bir mesele yok. Binlerce insan öldü, doğrudur. Elbette yazık oldu. Sayın başbakanımız kalktı ve bu konuda özür diledi. Yapılacak şey medeni bir ülkede Ermeni başbakanının kalkıp biz de öldürdüğümüz Türkler için özür dileriz demesiydi ve barış da ancak böyle olurdu; ancak dilemediler. Üstüne üstlük “İşte bakın Türkler yaptıklarını kabul ediyorlar.” dediler. Bu konuda bizim tutumumuz gayet açık. Bu tarihçilerin konusudur, bugünün dış politikasına, diplomatlarına bırakılacak konu değildir. Beraber komisyon kurulmalı, her şey ortaya dökülüp beraber araştırılmalı ve sonuca varılmalıdır.
Sözde ermeni soykırımına değinmişken, konferansta bu konu tartışıldı mı?
İstanbul’un işgalinden hemen sonra müttefikler sözde Ermeni katliamını araştırmak üzere bir uluslararası mahkeme kurdu. 180 küsür kişi yakalandı, olaylar incelendi, şahitler dinlendi; mahkeme bir kaymakamı suçlu buldu ve idam etti. Suçu neydi peki? İhmal! Kesip biçen birini bulamadılar. Ardından da yoktur böyle bir şey dediler ve mahkeme kapandı. Türk mahkemelerince değil tüm gücü elinde bulunduran işgal kuvvetlerince kurulan mahkeme bu karara vardı, yok böyle bir şey dediler. Lozan’da böyle bir konuyu açsalar karşılaşacakları cevap açıktı: “Mahkemeyi siz kurdunuz, yargılamayı siz yaptınız, böyle bir şey yoktur siz dediniz!”
Fener Rum Patrikhanesi’ni ülke sınırlarımızdan çıkarmak için konferansta ter döküyoruz.
O günün koşullarıyla bugünün politikası arasında ciddi fark var: Savaş yeni bitmiş. Savaşta düşmanın Yunanlar. Patrikhanenin ve Yunan din kurumlarının İstiklal Savaşı’nda sicili çok kötü. İzmir’e Yunan Kralı gelince, ona sarılan, dua eden, onu kutsayan İzmir patriği. “Patrikhane gitsin!” düşüncesinin verdiği alerjik bir tepki olabilir.
O dönemde tabii bir de Türk Ortodoks Kilisesi var. Kayseri Rumlarının Ortodoksların patriği Ankara hükümetinin yanında yer alıyor ve onu destekliyor. Ve Türk Ortodoks patriği o. Dayanışma ve cemaatinin azalmasından ötürü kâğıt üstünde var olsa da günümüzde bir anlamda yok oldu diyebiliriz. O devrin politikasında Türkiye’de kalan Rum Ortodoksları bu patriğe bağlayıp diğerini atalım diye düşünülüyor olabilir. Bilemiyorum.
“Lozan başarı mıydı mağlubiyet mi?” sorusuna cevabınız nedir?
Ahmet Şükrü Esmer hocamız biz mülkiyedeyken siyasi tarih hocamızdı ve hep şunu söylerdi. Hali anlayabilmek için tarihi bilmek gerekir. Hal tarihin sonucudur.
Lozan’ı anlayabilmek için Lozan’ın öncesine bakmak gerekiyor. O dönem Ankara hükümetine Osmanlı’dan kalan elle tutulur tek şey borç! Paramız, orduyu besleyecek gücümüz yoktu… 30 Ağustos öncesinde ordunun sıhhiye birliklerinin ihtiyacı olan ilaç, sargı bezi vs. ihtiyaçlarını Ankara hükümeti Ankara’daki eczanelerden borçla aldı. 26 Ağustos’ta Sivritepe’ye hücum eden Kafkas alayının 2. ve 3. taburlarının ayaklarında ayakkabı ve çarık yoktu. Harp demek para demektir.
Lozan başarı mıydı mağlubiyet mi? Savaşın ardından memleketi ayağa kaldırmak için kaynak yaratmak gerekiyordu. Ancak 1.750.000 insanı silah altında İngilizler karşısında tuttuğun sürece bunu başaramazsın. Her şeyden önce tarlayı sürecek insan bulamazsın. İsmet Paşa bunun çözümünü barışta görüyordu ancak barış yaparken bir adım geri adım attı mı? Hayır. Müttefiklere her fırsatta karşılarında 1. Dünya Savaşı mağlubu Osmanlı değil, Kurtuluş Harbi galibi Ankara’nın olduğunu söyledi ve haklarımızı sonuna kadar savundu. Orada olanaklarımız neye imkân veriyorsa hepsini aldık. Alamadığımızı da pamuk ipliğine bağladık. Nitekim her ne kadar Musul’u kaybetsek de boğazlar ve Hatay’ı lehimizde sonuçlandırmayı bildik. Bu anlamda Lozan elbette başarıdır.
Peki, Lozan’ın eleştirilecek hiçbir noktası yok mu?
Lozan’ı tenkit etmem gerekirse Lozan’ın eksiği Türk kültür varlıklarını kabul ettirememiş olmasıdır. Bizim 3 kıtada bıraktığımız bir kültür varlığı var; dil, adet, gelenek, görenek, cami, yol, diğer yapılar… Bütün bunları bizim sahiplenmemiz gerekirdi. “Lozan başarısızlıktır!” diye bağıranların bunları söylemesi beklenebilir, ama gerçek şu ki orada bunları kabul ettirmek de bir o kadar imkânsızdı.
Lozan sizin için ne ifade ediyor?
Lozan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş anlaşmasıdır. Tüm dünyaya Türkiye’yi bağımsız ve eşit devlet olarak kabul ettiren antlaşmadır. Siyasi anlamda en önemli özelliği budur. Burada vurgulamamız gereken bir nokta var: Türkiye Cumhuriyeti eşitliğini kabul ettiren ilk Müslüman ve Ortadoğulu ülkedir. Bu anlamda bütün dünyaya örnek teşkil eden bir antlaşmadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kolonilerin emperyallere karşı bağımsızlık mücadelesine girmesine öncülük etmiştir. Hint lider Nehru hatıralarında: “Ankara hükümeti kuvvetlerinin Sakarya Savaşı’nı kazandığını duyduğumuzda, hapishanede kâğıttan kendimize alaylar yapıp odamızı süsledik.” der.
İkinci bir önemi de İsmet Paşa’nın da belirttiği gibi Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılıp hayatta kalan tek anlaşma Lozan’dır. Bu da bir gerçeği ortaya seriyor: Lozan en temelli ve haklı olan antlaşmadır.
Sayın Okyayuz teklifimizi geri çevirmeyip değerli fikirlerinizi GazeteBilkent olarak bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür eder, başarılarınızın devamını dilerim.