“Roma’dan Paris’e telefon. Ermeniler suikast için hazırlanmışlar.”
Konferansın 2. günü olan 14 Kasım’da, İsmet Paşa’nın defterine düştüğü not işte bu şekildeydi. Henüz Barış Konferansı başlamamışken Ermeni teröristler harekete geçmişler, İsmet Paşa’nın peşine düşmüşlerdi. 15 Mart 1921 de eski sadrazam Talât Paşa’nın Berlin de evinin yakınında Sogomon Tehlirian tarafından şehit edilmesi, 6 Aralık 1921’de Talât Paşa’nın selefi, Sait Halim Paşa’nın bir Ermeni terörist tarafından vurulup şehit edilmesi ya da İttihat ve Terakki iktidarının üç liderinden biri olan Cemal Paşa’nın iki yaveri ile birlikte Tiflis’te şehit edilmesinin ardından son bir yılda gerçekleşen kanlı Ermeni saldırıları göz önüne alındığında, bu oldukça önemsenmesi gereken bir tehlikeydi.
Gazi Mustafa Kemal Paşa ve Başbakan Hüseyin Rauf Bey’in kapalı imzalarını taşıyan 22 Kasım 1922 tarihli telgraf, suikast tehlikesini vurgulamakla birlikte gerekli önlemlerin yetkili merciilerce alınmasını talep ediyordu.
Konferansın hemen başındaki bu tedirginlik veren, moral bozan haber, Türk milleti için çetin geçecek sınavın habercisi gibiydi adeta. Bir tarafta Sevr ve Mondros antlaşmalarına boyun eğmemiş, bağımsızlığı uğruna kanının son damlasına kadar savaşmış bir millet; diğer taraftaysa ellerindeki piyonlarına rağmen istediklerini alamamış batının büyük güçleri. Bir taraf Mudanya’dan geldiğini söylemekte, diğer tarafsa Mondros maddelerini dayatmakta ısrar ediyordu.
Mudanya-Mondros ikilemi tarafların hiçbir zaman üzerinde uzlaşamadıkları bir husus olmuştur. Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetine başkanlık eden, tabiri caizse “kurt siyasetçi” Lord Curzon’a göre, Türkiye istiklal savaşından zaferle çıkmış bir ülke değil, dünya savaşında müttefiklere yenilmiş ve ardından Mondros’a imza atmış mağlup bir ülke idi. Ancak koşullar artık değişmişti. Zorluklara rağmen zafer elde etmeyi başarmış, ne istediğini bilen, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’un deyişiyle “bir elinde Misak-i Milli diğer elinde kılıçla Lozan’a giden bir Türkiye” vardı sahnede. Anadolu’da zaferlerle perçinlenmiş, hazır halde bekleyen 150.000 kişilik bir ordu, Lozan’daysa kendilerini Türk milletinin onurlu davasına adamış temsilci heyeti.
Fransız Le Matin gazetesi muhabirlerinden Jules Sauerwein’in İsmet Paşayla yaptığı 2 Aralık 1922 tarihli görüşmede, konu Mudanya-Mondros ikilemine ve Anadolu’da yapılan zulme gelince İsmet Paşa’nın görüşleri şu şekilde yer almıştır:
“…Dört yıl önce olup bitenler beni ilgilendirmez. Benim bildiğim Lozan’a çağrıldığımız sırada bize burada eşit davranılacağı bildirilmişti. Biz mağlup olmuş değildik ve bize mağlup muamelesi yapılmıyordu.”
“Peki öyleyse!” diye gülümseyerek devam etti Paşa.
“Peki öyleyse, baylar, kabul ediyorum. Öyle olsun. Biz buraya Mondros mütarekesinden geldik. Öyleyse müsaadenizle size şunu hatırlatayım: O mütarekeyi siz çiğnediniz. O mütarekeden sonra Türk halkıyla barış yapacaktınız. Yalnız Türk halkını temsil eden Büyük Millet Meclisi’ni reddetmekle kalmadınız, tanıdığınızı iddia ettiğiniz İstanbul Hükumeti’ne de en ufak bir karar verme özgürlüğü tanımadınız. Geçen gün Venizelos bir notadan bahsetti. Bununla Yüksek Konsey, Yunanların İzmir’e çıkmalarına izin vermiş. Venizelos’un bizim şehirlerimizi yakmalarına ve Anadolu’nun ortalarına kadar yurdumuzun işgal edilmesine izin veren bir notayı bana da göstermesini isterdim. ”
Lozan Antlaşması, Türk milleti için yalnız bir şehir ya da antlaşma adı değildir; aynı zamanda yıllar süren esarete ve başarısızlığa dur diyebilme yetisidir, kurtuluş antlaşmasıdır, bir dönüm noktasıdır; 17-18 Kasım gecesi İsmet Paşa trenle Paris’ten Lozan’a dönerken, aynı saatlerde beraberindekilerle birlikte Malaya adlı bir İngiliz savaş gemisiyle Akdeniz’de Malta adasına doğru yol alan son padişah Vahdettin’in elvedasıdır bir nevi.
Lozan, eşit taraflar arasında çetin müzakerelerle hazırlanıp imzalanmış bir antlaşma olma özelliği taşır. Burada en fazla önem arz eden nokta, tarafların eşit olmasıdır. Yıllarca kapitülasyon adı altında başka ülkelere tanınan imtiyazlardan ötürü harap olmuş, azınlıklar bahanesiyle iç işlerine karışılmış bir toplum, uzun mücadelenin ardından “Eşitiz!” deme cesaretine ve kuvvetine kavuşmuş ve çektiği onca çilenin ardından bundan taviz vermemekte kararlı bir kimliğe bürünmüştür. O dakikadan sonra, bu kimlik sözde kalmamakla birlikte diğer ülkelere karşı alınan tavırda, yani dış politikada belirleyici rol oynamıştır.
Müttefik devletlerin Büyük Millet Meclisi’nden genel af talebine yönelik Başbakan Rauf Bey’in İsmet Paşa’ya ilettiği mesaj bunu destekler niteliktedir:
“TBMM’nin kurulması sırasında hilafet ordusu kuranların genel aftan yararlanmaları sakıncalıdır. Ayrıca genel af karşılıklı olmalıdır. İngilizlerin tutukladıkları Mevlana Şevket Ali ve Gandhi gibi liderler de genel aftan yararlanmalıdırlar.”
Türk tarafının eşitlik arayışına ve bu uğurdaki kararlılığına bir başka örnekte daha rastlamak mümkün. Konferansın açılış toplantısında yaşananlar aslında barış görüşmelerinin ne kadar çetin olacağını ve Türk tarafının kolay yem olmayacağını daha ilk günden gözler önüne sermişti. İsmet Paşa o günün ardından notlarına şunları eklemişti:
“Müzakere başlamadan evvel İsviçre reisicumhurunun açma merasimini nasıl yapacağını bize haber verdiler. İlk haber, Reisicumhur konferansı açacak ve ondan sonra çekilecek konferans toplanacaktı. Biraz sonra ikinci haber geldi: Reisicumhur konferansı açacak müttefiklerden birisi söz alacak konuşacak ve tören kapanacaktı. Bunu bize söyler söylemez, müttefiklerden biri konuşursa bizim de bir taraf olarak konuşacağımızı haber verdim. Üçüncü haber, tekrar Reisicumhurdan sonra kimse konuşmayacak şeklinde geldi. “Kimse konuşmazsa ben de konuşmayacağım; bir kişi konuşursa mutlaka ben de konuşacağım” dedim. Tören açıldı. Reisicumhurdan sonra Lord Curzon’a söz verildi. Lord Curzon teşekkürlerle birlikte sulh arzusuyla geldiklerini söyledi, sulhun lüzumunu bütün milletler için göstererek ve temenni ederek haklı ve iyi niyetli bir eda ile konuşma yaptı. Lord Curzon yerine otururken törende toplanmış olanlar beni hayretle kürsüde gördüler: Reisicumhur’a hitap ettikten sonra konuşmama başladım. Sulh arzusuyla geldiğimizi, çok haksızlık gördüğümüzü söyledim. Sulh arzularının bütün konferansa hâkim olması adalet için bir sulh yapılması dileği ile sözü bitirdim. Oturdum. Herkes garip vaziyette hareketimi nihayet benim diplomat usullerini bilmeyen bir asker olduğuma vererek aramızda sataşmalar ve usul münakaşalarıyla törendeki müdahalemi hazmedip geçtiler.”
Bu konuşmanın ardından Türkiye, Bilal N. Şimşir’in dediği gibi, Müttefik devletlerden alkış değil eşitlik bekliyordu ve Paşa’nın eylemi bunun ciddi bir işaretiydi.
Kaynakça
FO 424/255, S.220-221, No.298 ve Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk V, s.12, No. 11: Rumbold’dan Curzon’a yazı, 17.10.1922, No. 903 (misaki milli kılıç)
Şimşir, Bilal.N, s. 129, Lozan Günlüğü, Aralık 2012
Ibid., s.110, No. 17: Rauf Bey’den (Mustafa Kemal Paşa’dan) İsmet Paşa’ya tel, 22.11.1922 No. 8.
Jules Sauerwein, “Un entretien avec Ismet Pacha” (İsmet Paşa ile bir görüşme), Le Matin (Paris), 2.12.1922 ve Şimşir, Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi 1, s.171-173, No. 64.