Curzon: “Ruslarla dostluğunuz ne kadar sürecek?” diye sordu.
İsmet Paşa: “Sonsuza kadar” dedi.
Boğazlar: Lozan’ın kilidi…
İngilizler boğazları başlıca İngiliz meselesi olarak görüyor, kendilerine ve savaş gemilerine açık olmasını istiyor, Karadeniz’in Rus gölü olmasını engellemeye çalışıyor.
Ruslar, boğazların müttefiklere açık olmasını kabul edemeyeceklerini haykırıyor; Türklere, tehdit altında kalırız, gelin beraber direnelim, diyor,
Türklerse tam bağımsızlık uğruna çıktıkları bu yolda Misak-ı Milli çizgisini korumaya çalıştıkları gibi, barışa duydukları hasreti de sık sık vurguluyorlardı.
Lozan konferansının başında Boğazlar sorunu için kurulan komisyon, daha ilk dakikalarında hiç de kolay olmayan bir taşın altına elini koyduğunu fark etmişti. Taban tabana zıt düşüncelere sahip tarafları kontrol altında tutmak ve onların uzlaşmalarını sağlamak hiç de kolay olmayacaktı.
İngiltere, Fransa, İtalya ve konferansta yalnızca katılımcı olarak bulunan, ama imza yetkisi bulunmayan Amerika’nın oluşturduğu Müttefik cephe, İsmet Paşa’nın karşısındaki zorlu bir engeldi; Paşa, Ruslardan bir nebze destek bulsa da onlar da zaman zaman Türk heyetinin konferanstaki bağımsız duruşunu sekteye uğratıyorlardı.
Çiçerin boğazların müttefik güçlere açılması fikrini duymaya dahi dayanamıyordu; orada boy göstermesinin en temel nedeni de buydu. Kendi güvenliklerini boğazlar üzerinde sağlanacak mutlak Türk hakimiyetine bağlıyordu. İsmet Paşa’yla sık sık görüşüyor ve bu konuda müzakere ediyorlardı. Sovyet Rusya’nın ilk Türkiye Büyükelçisi Aralov da H. Rauf beyin başbakanlığını yürüttüğü milli hükümetle iletişime geçip boğazların açık olmasını kabul edemeyeceklerini bildiriyor, beraber direnelim diyordu. Ancak Çiçerin, Aralov kadar emin konuşamıyor, destek konusunda şüphe uyandırıyordu.
Boğazları kapalı tutmak barış görüşmelerinin kesilmesine göz yummak, tekrar cepheye dönmek anlamına geliyordu. Ancak Türk heyetinin boğazlardan ötürü görüşmeleri kesmeyi planlamıyordu. Zira Çiçerin bunu öğrendiğinde adeta kan kusmuş ve hatta daha da ileri giderek İsmet paşa’ya “Bu tıpkı Damat Ferid politikasıdır” deme cüretini göstermiştir. İsmet Paşa, Çiçerin’in tüm şikayetlerini dinledikten sonra aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:
“Mösyö Çiçerin, şimdi biz buraya muharebe ile geldik. Ordularımız İngiliz ordularıyla temastadır. Konferans kesintiye uğradığı takdirde savaş içten bile değil. Ben yarın boğazlar konferansında söylediklerimin hepsini reddederim ve öbür gün savaş başlar. Hazır mısınız?”
“Moskova’ya gelirsin görüşürüz”
“Beyefendi, beni dinle! Ben savaşı başlatacağım ondan sonra Moskova’da görüşeceğiz. Bunu mu demek istiyorsun?
“Görüşürüz…”
“Ben savaşı başlatacağım sonra görüşeceğiz. Olmaz böyle şey! Sulh yapmak için her şeyi göze aldınız, bizim de sulhtan başka bir şey istediğimiz yok. Boğazlar meselesi için, zamanla hallolunacak bir mesele için, bugün savaş çıkarma niyetinde değiliz.”
Çiçerin’in komisyonunda dile getirdiği Boğazlara dair Rus önerisi sonuna kadar Türkiye çıkarlarını savunan bir plandı. Planı dinlerken Lord Curzon’un şaşkınlığı açık bir şekilde görülüyordu. Curzon, Çiçerin’in yanılarak rol değiştirdiğini ve İsmet Paşa’nın kalpağını giymiş olduğunu düşündü. O ana dek Rusya, Ukrayna ve Gürcistan temsilcisi olarak orada bulunan Çiçerin, artık Curzon’un gözünde Türkiye’yi de temsil eder konumdaydı. Türkiye’nin böylesi önemli konuda detaylı bir plan ortaya koyamaması ve Bulgar, Romen ve Rus planlarını dinledikten sonra Rus teklifinden yana taraf olması, Curzon’u bu fikrinde yalnız bırakmamıştır.
Curzon’a göre Türkiye bu süreçte hiç gerek yokken kendisini alçaltarak, Rusya’ya bağımlı bir duruma sokmuştu. Boğazlar gibi önemli bir konuda Türk baş delegesinin suskun kalması ve Ruslara yakın görünmesinin İngilizleri nasıl kızdırdığı ve kaygılandırdığını Curzon’un tepkisinden anlamak mümkün.
İşte boğazlar görüşmelerinin ilk günlerinde komisyondaki hava böyleydi. Uzlaşma imkânsız görünüyordu… 20 Aralık günü herkesin gözü komisyondan çıkacak karardaydı. Basın, komisyondan gelecek habere odaklanmıştı. Paris gazetelerinde kaygılandırıcı yazılar dikkat çekiyordu. Ancak hiçbiri henüz öğleden sonra çıkan olumlu haberden haberdar değildi. İsmet paşa müttefik devletlerin Boğazlar planını bazı değişiklerle kabul edebileceklerini belirtmiş, Rus çizgisinden ayrılarak bağımsız bir tutum göstermiş, Rusya’ysa tüm olan biten karşısında sessiz kalmıştı. 21 Aralık günüyse Le Temps, Journal de Genève, Tribune de Genève, Journal des débats gibi Avrupa’nın önde gelen gazeteleri Türk manevrasını “Türkiye’nin Avrupa’ya dönüşü” ve “Rusların o ana kadar hiç karşılaşmadıkları bir başarısızlık” olarak manşetlere taşımışlardı.
Uzlaşmanın ardından taraflar arasında uzun süredir esen sert rüzgârlar bir nebze yumuşamış ve herkes kısa bir süreliğine de olsa rahat bir nefes almıştı. Uzlaşmadan 1 gün sonra İtalyanlarca verilen yemeğin ardından Amerikan delegesi, günlüğüne İsmet Paşa’nın nadir görülen bir formda olduğunu yazmış ve şöyle devam etmişti:
İsmet Paşa, aramızda bir başkası oturmasına rağmen büyük bir şampanya bardağını ağzına kadar doldurduktan sonra öne eğilerek “Mr. Grew tarafsız topraklar üzerindeyiz değil mi?” diye sordu. Meydan okumayı kabul ettiğimde ise bardağındakinin son damlasına kadar içti bitirdi. İçki yasağı uygulayan iki önemli ülke temsilcilerinin şerefine kadeh kaldırmaları hayli eğlenceliydi.